eskiden aşklar sadece yüreklerde yaşanır dağlar aşılır, kuyulara düşülür, ama yine de maşuka kavuşulamazdı.sonraları bir mendilin sallanmasında ya da bıyık burulmasının altında ki tebessümde gizlenmeye başladı. zamanla bayram yerlerinde, parklarda, faytonlarda gezerken göz göze gelmelerle alevlendi. kendine akacak bir mecra buldu. ardından gelsin sandal sefaları, gün batımları, hüzünlü mehtaplar, aşk kokan çiçek bahçeleri… yavaş yavaş sandalların yerini vapurlar, çiçek bahçelerinin yerini pastaneler aldı. aşk maşukunu buldukça coştu ona daha yakın olmak istedi. pastaneler vapurlar kesmedi. bir filmin gölgesinde yaşanmaya başladı aşklar doyasıya. bir ayrılık sahnesiyle ağlar bir masum öpücükle coşardı. daha sonra kabına sığamadı. partilere gitmeye başladı aşk, bütün enerjisini dans ederek harcadı. yoruldu tekrar dans etti. ve sonra aşk bir bağımlılık maddesiyle yaşar oldu. enerjisi tükenmişti ve enerjiyi bulacağını umarak yaşamaya çalıştı. ve artık aşk yaşamıyor. öldü. dijital ekranların arasına sıkışmış. “öptm, mucx, s.s,” mesajlarıyla ordan oraya sürüklenerek tek mesajlık ömrünü yaşıyor. benim mi aşkım nerde? belki de bunların arasında değil. hergün karşılıklı yazılmış olan yüz elli satırlık mektupların arasına sıkıştı. kim demiş aşklar ölmez!