Sevgili günlük,onbeş yaşındaydım, sana içimi dökmeye başladığımda. kimseler okuyamasın diye kilitli bir defter almıştım. Anahtarını bir zincire takmıştım, zinciri de boynuma. Yıllarca seni köşe bucak saklamıştım. Ailem az uğraşmamıştı seni bulmak için, seni bulduklarında; anahtarını bulmak için de az uğraşmamışlardı. bulamayınca da kırmakta hiçbir sakınca görmemişlerdi. bu olacakları önceden tahmin etmişim gibi, temkinli olma kaygısıyla, hiçbir sana içimi gerçekten dökememiştim. Korktuğum neydi, nasıl bir hata ya da hatalar yapmıştım da böylesi çekinerek içimi döküyordum sana? Annemin sevdiği vazonun kırılmasının faili olmak ya da okul çıkışı sinemaya gitmek gibi “büyük” günahlarımı sana anlatamıyordum işte.. Oysa şimdilerde, yaşım kemale erdiğinden midir yoksa kaybedecek bir şeyim kalmadığından mıdır nedir, artık günlüğüm okunsun, birileri bana yorum yapsın ya da en basiti “saçmalıyorsun” diyerek tepkisini göstersin istiyorum. Her doğum günümden sonra, şimdi olduğu gibi şu söz dizinini tekrarlıyorum, “sanırım yaşlanıyorum.”