Üniversitelerimizdeki akademisyenlerimiz sahiden çok bilgililer. Ama piyasadan, gerçek hayatın çetin koşullarından, piyasanın öğütücü özelliklerinden haberleri yok. Çünkü bütün vakitlerini dört duvar arasında makale okuyarak, senelerce aynı cümleleri kurup, aynı bilgileri ezberlerinden tekrarlayarak harcıyor, bir kısmı. Kendilerini yenilemiyorlar.Oysa emin olun, hiçbirimizin, hiçbir üniversite öğrencisinin tüm kitaplarda satır satır yazan bilgileri bir kere daha bir akademisyenden duymaya ihtiyacı yok.Anlattıkları derslerle ilgili daha önce çeşitli işlerde çalışan, akademik bilgilerle beraber yaşam deneyimlerini aktaracak akademisyenlere ihtiyacımız var. Dünyadan haberi olmayan ama üst düzeyde İngilizcesi olan bir akademisyenin kendisinden başka kime faydası olabilir? Uzun lafın kısası, pek çok akademisyenimiz “çok biliyor” ama “anlatamıyor”.Birincisi, akademisyen olmak bu kadar kolay olmamalı. Bilgi seviyeleri kadar, bu bilgileri karşısındaki kitleye anlatabilme becerisi de ayırt edici bir ölçüt olmalı.“Alaylılık” da şart olmalı en önemlisi. Çünkü hayat, kitaplarda okuduklarımızdan öyle farklı ki!İki lafı bir araya getiremeyen, öğretmeye çalıştıkları bilgilerin gerçek hayattaki karşılıklarından habersiz olan insanlar, sırf profesörlere yakın durmaları veya yüksek yazılı notları sayesinde akademisyen olamamalılar. Yoksa üniversite okuyoruz / okuduk diye kendi kendimizi kandırırız.