Belki konuşmaman lazımdı, bilmiyorum. Sadece üstüme basanların kilolarını söyleyip, sade bir hayat yaşayabilirdim ama olmadı işte. Bu insanlar görmüyor bazı şeyleri, daha hızlı yaşayıp daha uzun seks yapma hırsındalar. Daha kısa sürede daha çok çamaşır ya da bulaşık yıkayan makineler, işteki yığılan dosyaları daha seri bir şekilde yükleyen, programlayan aygıtların peşindeler. Daha çabuk eve varıp, saçının tüm ihtiyacını tek şampuanla karşılayıp daha kısa sürede duş alabilme niyetindeler. Geriye kalan zamanda, popüler bir dizinin daha çok bölümünü, yenilenen sıkıştırma programlarıyla midesine dolduran cdlerden izleyip, sevdiğine daha çok zaman ayırma telaşında. Tüm telaş bu muydu? Tüm dert, tasa bunun için miydi?Çin Halk Cumhuriyeti’ nde (R.P.C) ucuza klonlanmış insanları çalıştıran patronları (ve pavyonları) hayal etmek zor değil! (Çüşşş, sen ne biçim konuşuyon öyle?) Bunu düşünmem için insan olmam gerekmiyor gençler. Hani masanın üstünde unuttuğunuz küp şekerini, ertesi gün istila eden karıncalar var ya, işte onlar da durumun farkında… insanlara tavsiyem şu, sadece karıncalara kulak verip, karıncaları örnek alıp dünyayı kurtarabilirsiniz. Çoğunuz -kurtarma- kelimesi için iş işten geçti diyor, doğrudur. Zaten bilimadamları artık geciktiricilere önem vermeye başladı. Kıyameti geciktirici kremler ya da erken boşalan yağmur bulutlarını geciktirici, hatta boşalma sorunu yaşayan bulutlar için sorunu %100 çözen bir takım gazlar üretiyorlar. Zamanında aynı sorunu cinsel anlamda da çözmüşlerdi. Sonuç ise, göz yaşartıcı: %100 büyüyen penisler ve göğüslerin yanında artık boşalma sorunu hallolmuş bulutların nur topu gibi çocukları; fırtınalar, kasırgalar var… geciktirdiğiniz ama toplu bir şekilde boşalacak olan bir küresel ısınma var…Ben profesör değilim, çevreci de değilim merak etmeyin. Bu dünyaya geliş amacım sizi uyarmak değil, bir elçi değilim, uzaylı da değilim. Sahibim ise, dünyayı kurtaracak biri değil; ya da holywood filmlerinde seçilmiş diye bahsedilenler var ya, onlardan biri değil işte. Onunla bir kez konuştum aslında. Bana söylediği şu: “Sıçam lan sıfatına, elin gavuruna robota dönüşen arabalar gelir, bize gelene bak. Sahte para atsan bile, insanların kilosunu söyleyen bir tartı. Sii git pezevenk, seni dinleyeceğime…” Adamın dediği bu işte… mola yerlerinde 1 lira karşılığında insanları tartıyorum diye, bana bunları söyledi. Neymiş, neden Transformers’ taki gibi robota dönüşmüyor muşum? Neden güzel hatunları, arka koltuğa atmasını sağlayacak cabrio değil de, götü taze bok kokan adamları tartmaktan başka bir şeye yaramıyor muşum? Öyle işte, gördüğümüz muamele bu…“Yetmiş kilo üçyüz gram.” Boyuna göre uygun kilodaki bu kadını tarttıktan sonra, sahibim tıkınmaya gitmişti. Benden izin almıyordu da zaten. Aksine sinirini benden çıkarıyordu. Bir de araba takıntısını anlamış değilim hala. Şimdi de “Neden Kara Şimşek olmadın?” diye tepeme çıktı. Sanki biz seçiyoruz ne halt olacağımızı. Yemin ederim bilseydim bu boktan aleti seçmezdim. Şu yerde ölü taklidi yapan çıyan olmayı yeğlerdim. Evet, neden olmasın, bir çıyan olabilirdim pekala. Lakin o da benim, insan taklidi yapan bir tartı olduğumu düşünüyordur. Hey hey bi dakka, tamam dostum, kızma anlaşabiliriz, hayır ne olur kızma, o kokudan nefret ediyorum, anlaşabiliriz. Aaaa, hayır olamaz, yapamazsın! Anlaşabiliriz, bak aklıma bir fikir geldi şirin çıyan kardeş, seni bedavaya tartabilirim. Hıı, güzel fikir değil mi? Evet, ne olur ölme, seni seviyorum hem. Benim öyle sert, metalik göründüğüme bakma, perdelerimi kaldırdım mı pamuk gibiyimdir. Off, hayır o kokuyu duyar gibiyim. Allam nasıl bir koku bu? Ben bunları çekecek ne yaptım yahu?
Saat 8.37’ de Lider Diyarbakır, 8.45’ de Öz Fatsalılar ve 8.50’ de Aksaray Birlik Turizm’ e ait otobüsler dinlenme tesislerine giriş yaptı. Onlarca turizme ait otobüs, gün boyu bizim dinlenme tesislerine geliyor, otobüsler yıkanırken, insanlar yemek yiyor ve ihtiyaç gideriyordu. Dinlenme tesisi en fazla 4 dakika bomboş kalıyor ve en fazla 5 dakika fark ediyordu otobüslerin gelişleri. Bizim sahipte hemen yanımda bitiveriyordu tabi, insanlar yanıma gelip beni incelemeye başlayınca. Adamlara kilolarını söylerken, bana tip tip bakıyorlardı. İyi hatırlıyorum bir keresinde, yolculardan bir tanesi tuvalete gitmeden önce tartılmış ve tartıldıktan sonra kilosunu tekrar ederek tuvalete gitmişti. Döndüğünde tekrar tartılmış ve tahminimce otobüste onu uyumaktan alıkoyan soruların cevabını bulmuştu. Boku 156 gramdı. Kendimi tutamayıp onu da söyleyecektim ama istemediğim sonuçlar doğabilirdi. Sustum tabiî ki. Sahibim bana dönüp, “Bu otobüs şirketlerinin isimlerini kim koyuyor yahu? Ya lider bilmem ne ya bilmem ne birlikya da öz bilmem ne oluyor. Çok saçma!” demişti. 35 yıllık meslek hayatımda bu kadar doğru konuşan bir adam daha görmemiştim. Onunla gurur duymuştum. Dayanamayıp “Onbeş gram!” dedim. “O nedir lan?” dedi bana dönüp. Ben de “Beynin sahibim, beynin. Öz beynin, lider beynin, beyninin birlik hali, topu topu onbeş gram sahibim.” dedim. Elini yumruk yapıp, kırmızılı rakamlarla kilonun yazdığı ekrana darbeyi indirecekti ki, personelden yetkili birisini gördü onu. Havada bir sinek varmış da, onu avlamaya çalışıyormuş gibi yapıp, durumu ört bas etti. Birden suratıma bakıp, ortasına tükürdü. Ardından tükürüğü ekrandan akıp, tartının üstüne düştü. “Onaltı gram!” diye tekrar etmeye başlayınca, beyninden vurulmuşa dönmüştü. Tükürüğü beyninden daha ağırdı. Daha fazla dayanamayıp, herkesin ortasında beni yere devirdi. Üstüme çullandı ve “Orospu Çocuğu!” diye haykırdı. Bir eliyle boynumu kırmaya çalışırken, Parmaklarıyla kalbimi sökeceği yere adım adım ilerliyor ve ben “Onaltı gram!” diye devam ediyordum. Son aldığım koku ise öfkeyle söylenmiş “Orospu Çocuğu” içeren bir 216 kokusuydu. İnsanlar bize bakıyordu tabi ki ve kalkacak bir otobüsün yolcularına anons yapılıyordu. Sahibim kalbimi sökerken, gözlerinde benden bir daha para kazanamazsa sorusu vardı. Ve birden “Ya insan olsaydım?” diye düşündüm. Tartı görünümlü bir insan için, ölmeden önce sorulacak son soruydu. “Ya insan olsaydım; para mı kazanırdım, dünyayı mı kurtarırdım ya da insan mı öldürür müydüm?” diye kırık ekranımla son bir kez düşündüm. Heyecanlandığımı hissediyordum o sırada. Ve tüm kalabalık arasında yankılanıyordu o ses.
“Onaltı gram, Onaltı gram, Onaltı gram, Onal…”