bildirgec.org

menese

11 yıl önce üye olmuş, 178 yazı yazmış. 38 yorum yazmış.

“KAPI ZİNCİRİ GERİLİMİ” ÜZERİNE

menese | 24 July 2006 00:09

Eve girmesini istemediğimiz kişilerle küçük bir aralıktan da olsa yüz yüze konuşabilmeyi sağlayan bir çeşit kapı düzeneği olan bu şey, kötü niyetli kişilere kısa bir süreliğine de olsa engel oluşturabilir..Ancak iyi niyetli ve hassas şahsiyetlerde ise “istenilmeyen” olmanın ve de “şüpheli” görülmenin yarattığı psikolojik bir travmaya neden olabilir..Böyle bir genel tariften sonra benim asıl gelmek istediğim husus ki asıl konumuz olan “gerilim”in görüldüğü; filmlerde kadınların kapıyı açmadan önce zincir takmaları olayına..Adam bi kaç saat önce sırf hıyarlığı yüzünden küstürdüğü sevdiceğinin evinin kapısına dayanmış af dileyecektir..Kız kapının deliğinden kızgınlıkla bakar ki bizim zavallı hıyar “küçük emrah” bakışlarıyla kapıdadır..Kızımız önce kapının zincirini takar, sonra da kapıyı açıp “ne var!..” deyu adama seslenir..Bizimki,gerilmiş zincirin izin verdiği küçücük aralıktan kıza yaltaklanmakta ve içeri kabulünü reca etmektedir..Bu işlem uzun bir süre alabilir..Sonunda kız bir karar vermiştir..Bu kararın olumlu olmasını adam ve de (eğer tip masum bir hıyardan ibaretse) biz seyirciler merak ve heyecanla beklemekteyizdir..Yalnız zincirin çıkarılması için bir anlık da olsa kapıyı kapatmak gerekmektedir..İşte bu birkaç saniyelik beklenti bu sahnenin en önemli gerilim üst noktasını oluşturur..Kız kapıyı açmaya karar vermişse (inanmayacaksınız ama) kapıyı açar..Ve genellikle mutlu bir ortam oluşur..Aksi durumda adama siktiri çeker ki o hala dışarıda salya sümük dil dökmektedir..Bunların,yalvarmaktan yorulduğunda kapının önünde köpek gibi kıvrılıp yatan cinsleri dahi görülmüştür..Öte yandan kız eğer açma yanlısı olduğu halde gururu nedeniyle kapıyı açmadıysa,sırtını kapıya yaslayarak durur ve gözünden bir adet yaş damlası yanaklarından süzülür..Ki bu pek hüzünlü bir sahnedir canım..Bu arada ilginç olduğunu düşündüğüm böylesi bir gerilimi yaşamamı sağlayacak bir adet kapı ve de zincirine sahip olduğumu söylemek istiyorum..Ancak ne yazık ki çok istediğim halde bir türlü bu heyecan verici deneyimi yaşayamadım..Yukarıdaki hikayeye benzeyeni erkek olduğum için bana pek uymayacak biliyorum ama en azından kapıyı çalan herhangi biriyle bu gerilimi bir şekilde yaşayabiliriz diye düşünüyorum..Tuhaf olanı şu ki;ne zaman kapı çalınsa deliğinden bakar (sanki formalite icabı) ve tanıyıp tanımamam hiç önemli değilmiş gibi çalan kim olursa olsun kapıyı ardına kadar açarım..Ya kardeşim bir günde aklına gelsin de şu zımbırtıyı kullan,hayatına renk kat..yok..nerdee…

GÖZLÜK

menese | 21 July 2006 23:53

Miyop olduğumu ortaokulun son sınıfında tahtayı görmede zorlanınca anladım..Hocanın gözüne çarpmamak için yer aldığım arka sıralar artık benim için eziyet verici bir hal almıştı..Ne kadar tembel olursan ol hocanın tahtaya yazdığı şeyleri görmek,anlamak ihtiyacı hissediyorsun..Bir yerde racon icabı olarak da korumam gereken mekanım olan arka sıralardan tahtayı görmem,ilk zamanlarda gözlerimi kısarak mümkün olabiliyordu..Ancak sonraları gözlerimi öylesine kısmaya başlamıştım ki bu sefer de hiç bişey göremiyordum..”Göz kısma”nın işlevsizliği beni yeni arayışlara itiyordu..Bir gün iğneyle delik açılmış kağıt kullanarak gayet net görebildiğimi keşfettim..Tabii bu aşamaya gelmeden önce deliği,elimin baş,işaret ve orta parmağını birleştirerek oluşturup,deneylerimi sonradan kağıt üstüne aktardığımı söylemeliyim..Elimi bu hale getirip de etrafa bakmam yanlış anlamalara,alaycı gülüşmelere yol açınca bu yöntemden vaz geçtim..Aynı şekilde gözümün önünde tuttuğum “delik kağıt parçası” usuluyle tahtayı okuyabilme çabalarım da öğretmenler ve arkadaşlarca doğal olarak pek tuhaf karşılandığında artık çaresizdim..Ne yazık ki gözlük edinmem şart gibi görünüyordu..Şu an bence de çok tuhaf ama o zamanlar bu zorunluluk bana ölümden de beter geliyordu..Sınıfta kalırdım hatta -gülebilirsiniz- ölürdüm de”dörtgöz” olmazdım..Bu durumda yapacak tek şey ufak ufak sıra atlayarak ön taraflara doğru yol almaktı..Böyle böyle en ön sıraya kadar gelmiştim..Ancak yine de tahtayı doğru dürüst göremiyordum..Ben de dersleri yanımdaki arkadaşın defterine bakarak takip etmeye başlamıştım..O aralar en korktuğum şey öğretmenin beni ayağa kaldırıp “oku bakalım oğlum tahtaya yazdıklarımı yüksek sesle” deme ihtimaliydi..Eee..Adı üstünde ihtimal..İşte o ihtimal gerçekleştiğinde sıradan çıkıp tahtaya iyice yaklaşıp okumaya başlardım..Öğretmenin “oğlum yerinden okusana,ne geldin buraya” laflarını da duymamazlığa gelerek tabii..Üniversite de dahil tüm öğrenimimi hiçbir mecburiyetim olmadığı halde “yarı kör” olarak geçirdim ki bana bile bu saçma inadım şimdi inanılmaz geliyor..Bu arada bir gözlük edinmiş ancak bunu deneme amaçlı olarak geceleri ya da beni kimsenin görmediğine emin olduğum yerlerde takıyordum..Bir de evde televizyon izlerken kullandığım bu gözlüğü sinemaya gittiğimde de gizlice cebimden çıkararak kullanırdım..Ve eşşek kadar olduğum halde hala gözlüğü tüm yaşantıma yayamıyordum..”Gözlük takma”nın bende böylesi etkili bir fobi oluşturmasının sebebi ne olabilirdi..Bu sorunu ancak otuzluyaşların sonuna geldiğimde ayrıntılı olarak düşünmeye başlamıştım..Dahası artık rahatca istediğim zaman gözlük detakabiliyordum..Bu aşamaya gelmemde yaşlanmanın getirdiği rahatlamanın önemli rolü vardı..Daha doğrusu gözlüğün bende oluşturacak artı “çirkinleştirici” işlevinin etkisizleşmesiydi söz konusu olan..Bir de “fobi”den kurtulmanın yollarından başta geleni olan “etkenin üzerine gitmek” teorisinin,yani burada gözlük takmayı kafaya takmamanın pratiği,önemliydi..Bu pratiğin artı bir değer olarak “yaşlı” kişide “karizma” yaratması da yadsınamazdı..Şimdi yukarıda dediğim gibi kendime de sorduğum ve üzerinde düşündüğüm bu “fobi” nin kökenlerine inersekşunları bulabiliyoruz:i. Her yaşta hareketi kısıtlayan gözlüğün,yerinde duramayan ve oyundan oyuna zıplayan bir çocuğa nasıl birengel oluşturacağını anlatmak gereksizdir bile..ii. Yine çocukluğumuzda tek tük olan gözlüklü arkadaşlarımızla hep bir ağızdan hem de nağmeli olarak “döörtgööz,döört gööz” lirikleriyle alay etmişliğimiz gerçeği var ki o aleti kendi burnumuz üzerine oturtmayıaklımızın ucundan bile geçirmemeyi kafamıza çakmıştır..iii. Bursa işi bir bıçak dahi,gözlüklü bir yiğidi kavga halindeyken söylenen “gözlüğüne bi sıçarım dünyayıbombok görürsün”lafı kadar yaralayabilir mi..iv. Özellikle yerli filmlerimizde görürüz ki en şahane kızlarımız,en yakışıklı jönlerimiz sadece bir gözlüktakarak çirkinleşir;çevresince küçük düşürülen,silik ve başarısız bir tip haline gelir..evet..evet..sadece bir gözlük takarak..hadi bakalım bu filmleri izlemiş bir çocuğa bu şeyi taktırın..v. Adı üstünde “gözlük” bir kusurun belgesidir..vi. Okulda bir aşağılanma nedenidir..Öğrenciyi “inek” olarak gösterir..Belki dahası vardır falan ama bu kadarı da bir çocuğun büyürken,beraberinde bir fobiyi de büyütmesine yeterde artar bile..

Pilli Uçak

menese | 20 July 2006 01:00

Japon mühendisler dünya havacılık tarihinde bir ilke imza attılar ve bir pilot tarafından yönetilen ilk pilli uçağı geliştirdiler..
Oxyride türü kalem pille çalışan prototip uçağın nasıl uçtuğunu japoncanız varsa buradan da okuyabilir ayrıca japonca bilmeniz gerekmeden uçuşu izleyebilirsiniz..
İzledikten sonra “Bu nasıl uçak?.Bu nasıl uçuş?.” diyebilirsiniz..Ancak kalem pille de bu kadar uçulur birader..Doğrusu ben uçaktan çok, pistte uçaktan hızlı koşan adamları izledim..Pek eğlendim..

“TEK YOL DEVRİM” DEN “BURNUNDA BİŞEY VAR” KEN “GECE İYİ UYUDUN MU CANIM?” A

menese | 18 July 2006 00:53

“BURNUNDA BİŞEY VAR”.. Şimdi okumakta olduğunuz yazımı dün Kadıköy’de bir ana caddeden geçerken sprey boyayla ve özensizce yazılmış bu “sözde” duvar yazısını görünce düşünmeye başladım..Üstelik bir de bu yazının karşısına bir yere düşen duvarda da belli ki aynı el tarafından püskürtülmüş “GECE İYİ UYUDUN MU CANIM?” gibi gayet nazik,kim bilir belki de pek anlamlı bir soru cümlesi vardı..

Düşündüm ki gençlerimiz ve onların duvar yazılarıyla birlikte hal i pür melalimiz neerdeeen nereye gelmişti..Elbette bir anda gelmedik özenli ve düzgün fırça darbeleriyle yazılmış ciddiyet timsali “TEK YOL DEVRİM” lerden,”BAĞIMSIZ TÜRKİYE” lerden bu kargacık burgacık -afedersiniz- siktiriboktan laflara..Bir devrin kapandığını duvarlardaki birbirinin üstüne yazılıp silinmekten yorulmuş yazıların, 12 eylül 1980 den itibaren bir daha yazılmamak üzere silinmesiyle anlamıştık..Yeni bir devrin açıldığını ise önce “graffitici” gençlerin rengarenk sprey boyalarla yaptıkları birbiri içine geçmiş süslü yazılardan,daha sonra da şu burun boku yazarlarına öncülük yapan nuri alço-sever “naro”lar ve “no hipop yes müslüm” cülerden anladık..

pilli ege’yi aştı

menese | 22 June 2006 12:20

ha gayret hüseyin ha gayret pilli
ha gayret hüseyin ha gayret pilli

Denizi ve macerayı seven adam Hüseyin Ürkmez dört buçuk metrelik sandalı Pilli ile iki buçuk ay kürek çekerek Ege Denizi’ni kıyı kıyı dolaşmış..Atlas Dergisi‘nin bu ayki sayısında ayrıntılı olarak işlenen bu enteresan yolculuk Bozcaada’dan başlayıp Atina’da bitmiş..
Ürkmez’in bu yolculuğa daha önce karar verdiğini ancak geçen yıl gerçekleştirebildiğini de söyleyelim..

Balo mu Kına Gecesi mi?..

menese | 21 June 2006 13:55

“Adapazarı Anadolu Kız Meslek ve Kız Teknik Lisesi öğrencilerinin mezuniyet balosuna, kız öğrencilerin erkek yakınları ve arkadaşları alınmadı.”
Baba,erkek kardeş gibi aile üyelerinin dahi alınmadığı bir “balo”da garsonlar herhalde gözden kaçmış..Ben olsam ortamda uçuşan sineklerin cinsiyet kontrolünü dahi yaptırırdım..Ne olur ne olmaz..
Ya arkadaşlar..Bakmayın benim gırgıra alma çabalarıma..Bu durumun şaka kaldırır yanı yok gibi..Hiç olmazsa babalarla kızlarının bu mutlu günlerinde bir araya gelip,belki de yapacakları kısacık bir dansla olayı neşeyle kutlamalarını yasaklayan bu zihniyet ne iğrenç bi zihniyettir..
Bırak o zaman kardeşim “gavur icadı” balo yapmayı..Bu manzara aynen o kafanıza konmuş kelebek misali çok komik
görünmekte..Düzenle adam gibi bir çeşit “kına gecesi”,kızlar beraberce eğlensinler,”yüksek yüksek tepelere…” türküsü çığırsınlar..Olsun bitsin vesselam..

BİRAZ DA SAĞLIK : Ayak Bileği Burkulması

menese | 20 June 2006 19:26

OLUŞUMU: Düz yolda koşarken ya da sakin sakin yürürken, basacağınız yere bakmadığınız bir anda önünüze çıkacak birkaç santim alçaklığındaki çukurumsu, bir anda içinize oturan bir acı ve kulağınızda çatlayan bir sesle dünyanızı karartabilir..Sakın şaşırmayın..Sonra ayağınızın ters dönerek, tabanınızla değil de üst kısmıyla bastığını zannedip, dehşetle bakışlarınızı zavallı ayağınıza çevirirsiniz.Ohh..Çok şükür ki kendisinin düzgün bir şekilde size baktığını görür, sevinirsiniz..Bilahare, -varsa- yanınızdaki sevdiceğinize o meşum sesi duyup duymadığını sorar ve bir süre olduğunuz yere oturup kalmak istersiniz..Hiç öyle bir ses duymamış sözde sevdiceğinizin, sizin “birazcık” oturma isteğinizi bile “amma abarttın yani” bakışlarıyla ya da daha kötüsü vıdı vıdıyla karşılaması üzerine, gideceğiniz yere doğru yola koyulursunuz.. Gayet de rahat yürüyebildiğinizi fark eder, içinizden “hakkaten abartmışım” dersiniz..Daha sonra gittiğiniz yerden eve dönerken, yürümenizin biraz zorlaştığını görür, işkillenirsiniz.. Evde de şiş bir ayakla karşılaşmanız size çareler düşündürtür.. Bu durumda her normal insan gibi eğer aklınıza doktora gitmek geldiyse, sizi kutlarım..TEDAVİ: Benim aklıma hemen -yalnız üç saat gecikmeli bir hemen- buz koymak, sıkıca sarmak ve ayağı yüksek bir yere koyup televizyonun karşısına geçmek geldi de, bir doktora gitmek gelmedi..Sağdan-soldan ve ille de internetten akıl almalarla geçen “bekle-gör” moduna girildi..Bu süreçte beni en çok üzen; bir süredir asla ihmal etmediğim uzun yürüyüşlere ne yazık ki çıkamaz olmam idi..Yaa..Böyle böyle bir ay geçti.. Ancak ayağımdaki şiş ve -şiddetli olmasa da- ağrı geçmedi..Benim için dahi artık doktora gitme zamanı gelmişti..Doktor, “O zaman gelseydin alçı neyin bir şeyler yapardık..Şimdi yapacak bir şey yok..Belki bir yıla kadar geçer ya da ameliyatlık durum oluşur..” falan deyince hafiften yıkıldım tabii..Sağolsun doktor “Gene de bir şeyler yazayım,gelmişsin o kadar buraya, boş gitme..” deyip, iki tip topikal antienflamatuar ve bileklik yazdı..Şu anda bunları püskürtüyor,sürüyor ve takıyorum umarsızca..KORUNMA: Yolda koşarken değil yürürken bile bastığınız yere iyi bakın ve sağlam basın..Ya da siz en iyisi hiç yürümeyin..Valla..

TÜRKÇEDE “ACI” SÖZCÜĞÜNÜN YETERSİZLİĞİNE DAİR VE YENİ SÖZCÜK ÖNERİLERİ

menese | 19 June 2006 00:55

logi
logi

“Acı” güzel türkçemizde temel olarak üç farklı algılamayı karşılamaya çalışan ve bunun için kuşkusuz elinden
gelen her şeyi yaptığı halde ne yazık ki yetersiz kalan minicik bir sözcüğümüzdür..Ona, çelimsiz omuzlarına
acımasızca yüklenmiş bu görevinde başarılar dilemek, yukarıda değinilen yetersizliğe çare olamamış ve hiçbir
zaman da olamayacaktır..Bu sözcüğün her kullanımında genellikle hemen düşüncemizde şekillenen anlamı; “biber acısı” olarak
tanımlayabileceğimiz kavramı bize işaret etmektedir.Ki sözcüğün salt bu anlamda kullanımı, bize göre görevinin
tek ve nihai yüklenimini pekiştirir özellik göstermektedir..İkinci olarak, karşılanan (algılanan) gerçekliklerden diğer “acılık” nitelemesinin, nicelik-nitelik özellikleriyle de göreli, salt “fiziksel dil” üzerine uygulanan “isot” acısından farkını, çayını incebelli bardakta beş küp şekerle içmeyi tercih eden bir kişinin -dalgınlıkla bile olsa- “hiç” şekerli olarak yudumlamasıyla oluşan “püskürtülesi” kötü tadla ortaya koyabiliriz..Algılanan bu “anlık” kötü tad ilk “acı”(biber)dan farklı olarak nispeten geçicilik de arz eder..Böylesi temelden farklılıkların doğrulanması sonucunda oluşan dilsel gereksinimi karşılamak üzere önereceğimiz sözcük “ığı” olup bu öneri, ancak nesnel-cisimsel olan şeyler üzerindeki önermelerin özneler-arası da olabileceği savı ile ilintilidir..”Acı” sözcüğünün son olarak yüklendiği anlam, yukarıda sözü edilenlerden daha kapsamlı ve daha “ağır” olarak
nitelendirilebilecek karakterde olup, “kalp acısı” örneğinde olduğu gibi hem fizyolojik hem de psikolojik
uyarılar olarak iki şekilde kendini ortaya koyar..Her iki durumun kökeninde yatan “ağrı” kavramından hareketle burada önerebileceğimiz sözcük “ağı”dır..
Sonuç olarak; bu ve daha önce önerilen sözcüklerin belirttikleri kavramların “ampirik” özellikleri nedeniyle yaşantıya elverişli, yaşanılan,denenilen göstergeler oluşturması, bilimsel açıdan ayrıca önemlidir..yararlanılan kaynaklarR.CARNAP: Logic and Language (1962)İ.TATLISES: Mantı ve Dil Üstünde İsotun Yeri ve Önemi Hakkında (sohbet-1992)

GÖKÇEK İKSİRİ

menese | 16 June 2006 23:45

Bir süre önce tuzu aklayan Frankfurt’ta mukim İ.Gökçek’in beklenen her derde deva ilacı -pardon- iksiri..Çünkü ilaç dediğin insanın içine attığı atom bombasıdır maazallah..
Laf aramızda muhterem Gökçek’in iksiri de kabus tadında..Alıp kullanacak cesur yürekleri izninizle buradan kutlamak istiyorum..Allah muhafaza bu nasıl iksirse onu yuttuğunuz andan itibaren tüm yaşantınız boyunca geçirdiğiniz hastalıklar yeniden tazeleniyor ve altı ay kadar sürecek bir korku tüneli misali hastalıklar girdabında canınızla uğraşıyorsunuz..Ama olsun, sayın Gökçek’in buyurduğu gibi korkmanıza hiç gerek yok..

Tuz aklandı..

menese | 07 June 2006 16:11

Üç büyükler olarak bildiğimiz üç büyük beyaz tehlikeden biri olan “tuz” aklanıp,”şeker” ve “beyaz un”u kaderine terkederek düşman safından hayırlısıyla çıkmış bulunmaktadır..
Soyadının Gökçek olduğunu tahmin ettiğim muhterem yazarın,bu önemli araştırmayı yaparken Peygamber Efendimiz’in bir hadisinden faydalandığı anlaşılmaktadır..
Ayrıca Efendimiz’in günümüzden 1400 yıl öncesinde, meşhur üç beyazdan “beyaz un”u kullanmadığını üstelik kullanımını yasakladığını öğrenmemin -takdir edersiniz ki- çok heyecan verici olduğunu söylemeliyim..Bunu,Kutsal Kitabımızı didikleyip, bir takım şifrelerle mucize arayanların suratına inen ilahi bir tokat diye görüyorum ben..