bildirgec.org

buddhala

11 yıl önce üye olmuş, 124 yazı yazmış. 787 yorum yazmış.

Teoman

buddhala | 23 September 2006 23:05

Bugün gelenler kutusuna okul zamanıma uygun iş ilanı göndermişler midir diye bir bakayım dedim. Adamın birisi Konu: Teoman diye bir mesaj göndermiş. İçinde bir uzantı vardı. Tıklayım da adamın derdine ortak olayım dedim. Evet klasik bir kurgu, benzer powerpoint sunusu, daktilo tipi yazı ve gereksiz gördüğüm ve hazırlayanın Teoman ile sorununun olup olmadığını merak ettiğim bir video izledim.
Manga ilk çıktığında aylarca Linkin Park özentisi polemiği döndü. Dorian içinde aynı dedikoduyu çıkarmaya çalıştılar ama sonuç? Sonuç adamların ikinci albümünde saklı tabiki.
Teoman, bir tren camından dünyayı görüp, hiç yorulmadan defalarca gazete kağıdı büküp “Gemiler” yapmış. Kimi zaman İstanbul un Sonbaharı na ağıtlar yakmış, akan rimelleri için şarkılar yazmış ve en son galiba dünya tuttu deyip Renkli Rüyalar Oteli nde istirahate çekilmiş Türkiye nin tartışmasız güzide, ama sigara içmesi ve bira içip sarhoş halde kameralara yakalanmasıyla tartışmalı, hatta konser sonrası veya barlarda sahne sonrası sulandığı çıtırların anlattıklarıyla yayılan diğer dedikodular yüzünden kimi kesmin garezini kazanmış bir rockçı.
Videodaki konu Teoman ın, tarzında öne çıkmış grup veya şarkıcılardan yaptığı araklama(!) Be hey bu fikri ortaya atan alim, Türkiye deki dizilerin, magazin foreverlerın çokluğundan şikayet edersiniz sonra bunlara prim verecek işlere imza atarsınız. İşte bu yüzden insanın bunlara müstahaksınız diyesi geliyor.
Teoman ın olumsuz özellikleri yok değil elbet, hatta bazısına göre zibil gibi. Ama kimi şarkılarında, hayatımdan kırıntılar bulduğum bu muhterem insanı bu şekilde karalamayı yakışıksız buldum.
Eğer Teoman ı bu şekilde itham edeceksek Türkiye de o kadar sanatçı var ki, sevdiği veya kendisine idol edindiği sanatçılardan toplumla paylaştığı eserlerine serpiştiren, burda önemli olanın serpiştirmekle içine katmak arasındaki ince çizgiyi korumak. Alın size benim tespitim: Şebnem Ferah-Bırak Kadının Olayım, Led Zeppelin-Babe, i’m gonna leave you. Bu iki şarkının bas gitarlarındaki yüksek benzerlik neci. Dikkat edilirse her iki şarkıda genelde söz ve bas gitar üzerine kurulu nakarat kısmında farklılık var sadece. Özellikle müzik eserlerinde kullanılan bazı melodiler kültleşmiş ezgiler olup, dünyanın farklı yörelerinde lokal sorunlara veya aşklara… göre söz dizimiyle biraz bestesi değiştirilip veya iyice özgünleştirilip dinleyenlere sunulur. Bu blues ta böyledir hatta çoğu müzik tarzında böyledir. Ama benim fikrim, şarkılar arasındaki ufak benzerlikten dolayı eser sahibi araklamacı sıfatıyla itham edilmemeli. Araklamak konusuna gelince. En güzel örneği, Hilal Cebeci nin adını hatırlamadığım klibi (Kylie Minogue dan araklanmıştır ama belki Kylie Minogue nın haberi vardır bilmiyorum) yine Doğuş un Uncle dan (Rabbit olabilir şarkının ismi) arakladığı klip. Tesadüftir ki, Doğuş ve Hilal Cebeci, atasözünü doğrular gibi birlikteler. Güncel örnek, Nükhet Duru nun son şarkısına çektiği klip. Jennifer Lopez in klibinin aynısı. Bu şarkıcıların özgün eserlerden yaralanırken haber verip mi, haber vermeden mi yararlandıkları hala muamma ama bizim toplum mis gibi kuzu zati, çek gitsin klibi.
Uzun sözün kısası, Teoman a hakkında çekilen bu videoyu beğenmedim.

Elektrominiş

buddhala | 21 September 2006 02:38

Bir sabah Kuzguncuk’ a çay içmeye indim. Hava güzel, Çengelköy Börekçisi’ nden taze Kürt böreğini de mideye indirdim. O sabah herkes televizyona odaklanmış, Türkiye-Arjantin basketbol maçını izliyordu. Hazırlanılmış bir hüsran maçı… kimse takıma ve federasyona çatmadı ve hatta haklı olarak milliler ülkelerine döndüklerinde alkışlandı. Maçı izlerken bir adam elindeki iki mıknatıslı siyah taşı havaya fırlatıp, birbirinden ayrılmadan geri yakalamaya çalışıyor ve yuvasına geri dönen uzay mekiği misalı, iki taşı da avuçlarında geri yakalayınca, etrafa izleniyor mu diye gizlice bakıp, sözüm ona sanatını, çıkardığı gıcık sesle, hüsran maçı izleyenler arasında, icra etmeye devam ediyordu. Çayımı bitirip Kadıköy’ e seyahat edeyim dedim. Ama o da ne? Cami avlularında, o sıcakta bulabildikleri gölgelerde satıcılar, farklı adlarla bu iki taşı havada şaklatarak yoldan geçenlere satmaya çalışıyorlardı. Bir zamanların; Pokemon karakterleri, sonra Sanal bebekleri, Vada anahtarlıkları, radyolu kalemleri ve son olarak da sabit bir isim bulamadıkları bu taşlar…
Genelde satıcılar Stres Taşı nı kullanıyorlardı. Bir tanesine “Abi ne işe yarıyor?” diye sordum. Adam “Bak böyle!” dedi. Taşlar gördüğüm işe yarıyordu (evet cümle bozuk kabul ediyorum ama bir de soruya verilen cevaba bakınız!) . Adama efektli bir”Vayyyy!” dedikten sonra gülerek yoluma devam ettim. Aklıma cin gibi bir fikir geldi. Başka bir kek satıcı buldum. Beni kovalarsa kaçabileceğim bir satıcı. “Abi bu nedir?” diye sorumu güncelledim. Adam “Stres Taşı” deyince, “Peki bu herşeyi altına çeviren taş mı yoksa?” deyince ordan kaçmamı gerektirmeyecek ama bir daha böyle bir işe kalkışmamı engeleyecek bakışları üzerimde buldum. Yolculuk devam ediyor, aynı taş farklı adlarla karşıma çıkıyordu. Zamazing, Manyetik Taş, Manyetik Manyak ve son olarak gördüğümde gülmekten yerlere yattığım Elektrominiş. Bunların isim babalarını hep merak edeceğim…

Sihirli Diziler

buddhala | 17 September 2006 21:19

Dizi endüstridinin her sene eylülde kanal tanıtımlarına koyduğu ambargolar ve kanalların dizi endüstrisine yatırdığı mangırlar… oturduğum semtte hep görmeye alıştığım dizi çekim ekipleri dışında dizi konusunda, özel olarak yaptığım bir araştırma olmamasına rağmen genel gidişattan bir şekilde haberdar olursunuz. Evet, bu seneki öğünümüzde büyülü, cadılı, pembeli, sarı saçlı, cıbıl cıbıl, bol efektli, güzel dizayn edilmiş kıyafetli oyuncularla senaryolar var arkadaşlar. Selena, Acemi Cadı (öyleydi sanırım)… Hayri Pıtır yazı stili ve puntosuyla aklımızda yer edinen, tekrar bölümünden müdavimlerini bıktıran Sihirli Annem in yanına gelen yeni kardeşlerimiz.
Bugün Pazar. Düşündüm de bir aile tvyi açıp oturacak saat 8 civarı ve karşısına “Acemi Cadı” gibi adından mı geldiğini anlamadığım acemi efektli ve oyunculuklu (oyunculuklu da yeni kullandığım ve kullanırken gıdıklandığım bir kelime mazur görün) bir dizi ya da az biraz kumandanın pilini harcarsan başka bir kanalda “Selena” adlı alanında son derece kült olacak(!) başka bir yapım. Arkadaşlar müziğinden tut, senaryo ve efektine bu kadar iç bayıltıcı şeylere yapım şirketleri nasıl para koyuyorlar merak ediyorum. Yazıktır yahu, filmi çekerken film ekibini taşıdığın arabanın benzinine yazık, filmi çektiğin kameranın hafızası mı kasedi mi hangisiyse onun israfına yazık, yazık ki ne yazık… Dersiniz ki, abicim izleme, tamam izlemem ama beni buraya bunları yazdıracak kadar öfkelendirdi yav bu sihirli midir, büyülü müdür börtü böceği…
Dozajı kaçırdıysam affola, valla şuanda burnumdan soluyorum.

Eylem

buddhala | 07 September 2006 20:02

Arkadaşlar bundan önce belki buna benzer başlık açıldı. Benim haberim olmadı. Ama başka bir haberde “bizlere burdan ahkam kesmek düşer!” lafı benim içime oturdu. Evet burdan böyle klavyenin başında olanları tartışmak veya memnuniyetimizi belirtmekle olmuyor. Niyetim kötü değil. Son derece demokratik yolla neler yapılabilineceğini tartışmak. Ve, evet birşeyler yapmak. Gündem kısmında içte, dışta atılan her adım, her haber politik ve sosyolojik olarak ne kadar kötü durumda olduğumuzu gösteriyor. Gerekli, makamlı insanlar 50 yıldır yapılması gerekeni yapamadı. Ben Türkiye’ nin ve dünyanın 20 senesinden haberdarım, aramızda benden daha yaşlılarda var elbet. Hep birlikte bir imza kampanyasımı düzenleriz artık ne olur, neler yapılabilir bilmiyorum. Bunu bir akıma dönüştürmek değil veya ilgi çekmek kesinlikle değil amacım. Sadece sorunlara çözüm. Başbakan, askerlik dediğin yan gelip yatmak değildir dediği gün, PKK karakolu basıyor, 1 erimiz şehit oluyor. Anneler artık vatan sağolmasın diyor. AB, KKTC ve Ermeni soykırımı nda düğmeye bastı. Kandil Dağı’ nda veya müttefik gördüğümüz çoğu ülkede PKK büro ve askeri antrenman yaparken, Marie Claire’ ın Franız baskısında, PKK lı kadın militanalar özgürlük savaçısı olarak tanıtılırken ve Türkiye gerekli askeri müdaheleyi yapmazken, biz Lübnan da, Asala nın miladı olan yere asker gönderiyoruz. Bunlara artık dur demeli. Etrafımdaki herkes durumdan haberdar. Onlarla olan bitenden konuşmaktan sıkıldım. Yapılan siyasi hatalı hamleleri söylerken, adamlar haberim var diyor.
Dediğim gibi, amacım karışıklık çıkarmak değil. Sadece en demokratik yolla, herkesin huzuruna saygılı bir şekilde, olan bitenler hakkında kendi bildiğini okuyan hatta kendi bildiğini bile okusa razıyım, AB ve ABD nin Türkiye’ yi Kullanma Kılavuzuna uygun davranan laf gücüne sahip birimlere sesimizi duyurmak. Hadi, buyrun ne yapabiliriz?

Bekri Mustafa

buddhala | 07 September 2006 19:33

Testinin dibinden evliyalığa… Bizim toplum hep bu fıkralarla güldü. Ama kendi haliydi anlatılan, acizlikten gelen bilgisizlik. TAY, Türkiyemizin sahip olduğu topraklar üzerinde yaptığı bilimsel çalışmalarla, en ufak kum tanesinin biyografisini ortaya çıkarmayı hedef edinmiş bir organizasyon. İçinde çalışan gönüllülerle, Türkiye nin dört bir tarafından elde edilen bulguları dökümanlaştırmakta ve geleceğe aktarmaktadır. Şu ana kadar yaptıklarını aynen aktarıyorum:

5 yılda
7 bölge
75 il
91.872 km yol
2.800’ün üzerinde yerleşme

Gezegen

buddhala | 31 August 2006 01:12

Gezegen
uzun cümlelerle kafa yapmıştım,
hepsinin girişi farklı, zaten çıkışı yok!
en sonunda ben de;
evde beslenen köpeklerden daha değersiz bir şekilde doğdum.
günahlarımı poşete koymayı sana bıraktım,
tabi yaşamayı öğrenecektim,
önce öğreteceklerdi sonra yaşayacaktım!
kuralları vardı herşeyin,
onları yaşatabileceğim şekilde belirlenmiş kuralları.
yavaş yavaş statüm olacaktı sahnede.
ne kadar gazete okursam o kadar göze girecektim.
ya da diğer bedenler gibi köşeye itilecektim,
yardım paketleri gelecekti,
bunun reklamını yapıp ön plana çıkacaklardı hepsi.
poşetteki bebeklerle veya
kürsüye çıkardıkları yüzlerle, dalgalarını geçeceklerdi!
tüm kültürel bayrakların ve yaratılanların adına biri,
başkasının buyruğuyla konuşacaktı.
denizlerdeki tüm balıkların soluduğu gazlar
ve bizlerin içtigi su,
fabrikalarla kaynağında kirletildikten sonra,
yavaşça tekrar fabrikaya girip,
önümüze kusursuzca çıkacaktı.
arada yaptıkları dönüşümün faturasını
doğmamış koyunlara keseceklerdi!
işi tekrar yeşillere döküp,
organları korumaya alacaklardı.
ve yine onlar kazanacaktı!
bölge bölge kışkırtacaklardı vücutları,
birbirine kıskandırıp,
tek kalıba sokacaklardı hepsini.
önce bizleri makineye bağlı yapacaklardı.
biraz da makineleştireceklerdi aslında!
ellerinde bulunan piyasanın ürünlerini
plazma bir karede bize satacaklardı!
ses çıkaracakları ya sindireceklerdi
ya susturacaklardı ya da suçlayacaklardı!
kendi besledikleri terörizmle kendilerini yıkayıp,
istediklerini kötüleyeceklerdi.
bunun adına paktlar kuracaklardı ve
istediklerini dışlayıp ambargo uygulayacaklardı.
uyanları da uyutup sömüreceklerdi.
markete gireceklerdi gün geçtikçe,
raflarda o pek muhterem fabrikalarından çıkma
kimyasal bitkileri yetiştireceklerdi.
kasada sıra bekleyip kampanyaların kuklası olacaktık.
haplarla uyuyup, kolalarla susuzluğumuzu giderecektik.
aklımız gibi herşey küçülecekti.
ev, işyerimiz, dolaplar, arabalar,
yediklerimiz, içtiklerimiz…….
herşey birkaç haneli sayılara sığacaktı.
o kadar basitleşecektik!
görüntümüzün mükemmelliğini unutup,
onu da tescilli markalarla bağımlı hale sokacaktık!
ilgi alanımız kayacaktı başka şeylere,
komşumuzun öldüğünü altyazılardan öğrenecektik.
sınır komşumuza uranyumlu zarflar atılırken,
biz evde reklam izleyecektik.
bir gün uyandığımızda
gökyüzünün mavisi de gitmiş olacaktı.
kim bilir belki onu da markette satacaklardı!
kendi dünyamızda astronot gibi dolaşacaktık birgün,
yeşiller kahverengi, mavilerde siyaha dönecekti.
suyu petrol gibi arayacaktık artık.
güneş, ay gibi doğacaktı sabahları,
cılız bir sıcaklık olacaktı.
ya da geceleri -30 derecede uyuyacaktık.
kabuğu kırılmış bir dünyada ölmek için can atarken;
yaşamak için başkalarını öldürebilecektik!
kuşlar turuncu bir semada uçacaktı belki
sonra yere doğru intihar uçağı gibi çakılacaktı.
bu felaketin sebebini araştırırken,
bu günleri anımsayacaktık ve pişman olacaktık.
O an ya Nuh gibi bir gemi yapıp kaçacaktık,
ya da uçan kuşlar gibi kalmışsa bir uçurumdan
atlayacaktık!

(fonda massive attack-butterfly caught bu şarkının hakkını yiyemem!)

İsim Babaları ve ismin en babaları

buddhala | 30 August 2006 18:14

Her sene müzik piyasasına özellikle alternatif ve rock alanında genç ama iddialı isimler giriyor. Bunların kiminin bir albümü tutulup sonra tarihe karışıyor kimi de bir yerlerde bir şekilde yer ediniyor. Özellikle İstanbul a yerleştikten sonra; haliyle amatör ve yer altı müziğin kalbine daha yakınsınız, o kadar grup ve müzisyen kattım ki lugatıma, dikkatimi çeken şey bu yeni bebeklerin isim babalarının son derece yetenekli olduğu. Bakın kulağa hoş gelen ve tebessüm ettiren bazı grup isimleri vereyim size:
Kill Nil
Düş Macunu
Nükleer Başlıklı Kız
Zardanadam
Cin Seddi
Gizli Özne
Yeni Rock-ı
Cin Düğünü
Akromegali
Pijama
Rocka
İntegral
Lepistes
Kafabindünya
Fe-mail
Ruj
Rakun (hayret Rock-un değil)
Kabasakal (mavi sakal kokuyor)
Cici bebe
DayıBand
Sharapnell
17 ohm
Şizofrengi
Endoplazmik Retikulum
Kürtaj
Deaf all (defol a dokunduruyor)
Repertuar Köpekleri (Rezervuar Köpekleri filmi?)
Kelle Paça… (kaynak: enjoyrock ve turkrock)diye uzayıp gidiyor. Artık grup kurarken ya da belli bir alanda bir eser verirken ad konusunda daha dikkatli davranılması, daha gıdıklayıcı kelimelere yer verilmesi göze hoş tabi ama içinin de dolu olması temennisiyle.
Bu arada aklıma gelen bir iki kitap ismi var beğendiğim onları da ekleyim 🙂
Metin Uca – Düş Hekimi
Cem Mumcu – Hassas Ruhlar Terazisi…

Bok Mühendisliği

buddhala | 27 August 2006 23:00

Ailemin yanından, sakin bir tatilden dönüyordum. Otobüs mola yerine yaklaşınca içindeki popstar ruhunu tatmin edercesine mikrofona abanan muavin gerekli anonsu yaptı ve doğruca Pavlov’ un köpekleriymiş gibi tualete yöneldik. (yaklaşık 55 kişi) Türkiye’ nin dört bir yanından gelen insanlar Doğu-Batı Senfoni Orkestrasını çatlatırcasına tualette birbiriyle ahenkli, zengin makattan sesler çıkarmaya başlayınca uykumdan biraz daha uzaklaştım, bu benim İstanbul’ a yaklaştığımın göstergesi değildi ama ailemden uzaklaştığımın alametiydi. Birden o uykusunu alamamış halimle yeryüzündeki tüm insanların aynı ortak kaderi paylaştığını keşfettim. Çocukken de bu konuda takıntılarım vardı ama babamla oturup konuşursam karşılaşacaklarım hakkında bilgisiz değildim.
Evet, hepimiz aynı biyolojik çıktıyı veriyorduk dünyaya. Değişik ziyafetlerden sonra aynı kaderi paylaşıyorduk. Yediklerimiz metabolik muamelelerden sonra farklı kıyafetler giyip, wc-matikten çıkacak sesi örtbas etmek için sonuna kadar açılmış musluğun sesi altında yeni bir tabiata yelken açıyordu. Bokumuz ne kadar masum acaba? Onların sahip olduğu kimlikler bize benzemiyor olabilir ama gün içindeki değişik anlarımızda “bok herif, bok gibi…” gibi kelimeleri sıkça kullanıyoruz. İnsanları kuyruğa dizip, zorla numune almadım ama tahmini biyolojik çıktı türleri şunlar olsa gerek, yalnız daha fazla çeşit ekleyecek arkadaşlara saygım sonsuz onu belirteyim…
sağlam bok: Bunlar adında da olduğu gibi sağlam bir ziyafetten sonra sahibini pek yormadan elde edilir. Genellikle yapışkan olmaz ama ağır olur ve ağırlığı da hacmine göre fazladır. Şekil itibariyle karizmatiktirler. Basında da en çok karikatürü çizilen bok şeklidir. Yandan bakıldığında konik yukardan bakıldığından bakana doğru spiralleşen eserlerimizdendir.
katil bok: Bunlar Doğu yörelerimizde yaygındır. Acılı yemeğe sevdalı yurdum insanımın tualette törenle çıkardığı bu bok, aynı şekilde makatta yanmaya sebep verdiğinden, sahipte bir hayıflanmaya; bu genelde bu yörede konuşulan dilde ya da lehçe de olur, sebep olur. Tualetten çıkan zatların terli terli su içmesi sonucu öksürük nöbetleri görülmüştür. Yalnız bookumuz adı gibi öldürücü bir kimliğe sahip değildir. Sadece en can yakan bokların başında gelir.
yalan boku: Kabız bokudur. Maçı ortasında bırakan ya da işten izin alan erkekler olduğu gibi, diziyi ya da komşularla fal bakmayı yarıda bırakan bayanlarda da görülür. Tualete alelacele koşan birey için, tualette geçirdiği dakikalar hayal yıkıcıdır. Eni 1, boyu 3 cm. yi geçmeyen ufak bir löpçükten başka birşey yoktur onca ıkınmaya rağmen. Hatta bu bok wc-matiği bile zorlamaz. Öyle üstünde kalır. Bireye üstüne su döküp ve gerekli temizliği etmekten başka birşey kalmaz ama çoğu insanımız büyük bir inatla ıkınmayı yeğleyip mağlubiyeti acı acı tatma gafletinde bulunmaktadır. Son zamanlardan tıp bunun üstesinden gelmeyi başarmıştır. ( meşhur sindirime yardımcı yoğurtlar)
tatlı bok: Bu bok diğerlerine nazaran tek celsede nihayetine ulaşır. Tek parçadır ve set bir görüntüsü vardır. Bazıları buna maço boku der. Ama lafta kalır o dediği. Çünkü bu maço değil inatçı bir boktur. Değdiği yerlerde bıraktığı iz zar zor gider. Bu onun inatçı kimliğini gösterir ama bokumuz kesinlikle Maço değildir. Sahip boşaltım işlemini tek celsede yapmanın mutluluğunu yapmanın mutluluğunu yaşar. O bok istediği kadar yapışkan olsun.
maço boku: gel gelelim Maço bokuna. Sifon 5-6 kez çekilmesine rağmen gitmeyen boktur. En son çevre illerden itfaiyeler gelir ve bok gerekli adrese gönderilir. Ama yapılan araştırmalar, hard-maço bokların da var olduğunu göstermiş ve bu bokların tek derdinin tualetten kaynaklandığı ispatlanmıştır. Sifon konusunda zorluk çıkaran maço bokların (hard-maço) vidanjörla çıkartıldıktan sonraki ikinci yerlerinde güle oynaya çözündükleri gözlemlenmiştir.
su boku: Bazı çevrelerde sudoku ya atıfta bulunup tebessüm yaratsa da, bu bok en tehlike boklardandır. Vücudunu iyi tanıyamayan bir insan için rezalet olabilir sonuç. Pıçırtmak durumuna uygun görüntülere müsebbip olan bu boklar, sahibin sessiz osurmak edasıyla yaptığı ufak bir ıkınmayla ortalığı vıcık vıcık edecek bir donanıma sahiptir. Sahip ilk saniyede duruma hakim olsa bile içindeki don değiştirme duygusunu bastıramaz ve genelde kızlarda var olan “klasik arkamı kontrol et hareketi” bu durumda tüm cinsler için geçerlidir. Aman deyim ben size arkadaşlarım çok rezil şeyler anlattılar bana. Su bokundan sakının…
pis bok: Bunlar kötü kokar ve yapışkandır. Civardaki sineklerle telepatik yolla diyaloğa geçer ve onları üstüne çekmeyi başarır. Mükemmel cazibesini tabiki kokusuna ve biraz lapa haline borçludur. Bu şehvetli duruşu sahibini cezbetmez ve bir sifon, iki tasla işi görülür.

Evet, peki sizin bokunuz hangisi?

Gazeteci-yazar Duygu Asena hayatını kaybetti.

buddhala | 30 July 2006 13:31

Gazeteci-yazar Duygu Asena sabaha karşı saat 04.00 sıralarında, solunum sıkıntısı ve yüksek ateş sebebiyle kaldırıldığı Amerikan Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Duygu Asena uzun süredir beynindeki tümor nedeniyle tedavi görüyordu…