bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Stardust (Yıldız Tozu)

queennothing | 10 May 2008 13:50

1960 doğumlu İngiliz bilim – kurgu yazarı Neil Richard Gaiman‘ın 23 kitabından biri olan “Stardust“, 1971 doğumlu İngiliz prodüktör Matthew Vaughn sayesinde “Stardust” ismiyle

sinemaya aktarıldı.
Filmde, The Godfather 2, Taxi Driver, Frankenstein, Jackie Brown, The Score gibi ünlü filmlerden tanıdığımız
Robert De Niro, Scarface‘deki unutulmaz rolüyle Michelle Pfeiffer, 2005 yapımı Casanova‘daki “Francesca Bruni” rolüyle Sienna Miller, Louisa May Alcott‘un ünlü romanından uyarlanan 1995 yapımı Little Women ve Terminator 3: Rise of the Machines‘deki başarılı rolüyle Claire Danes, Al Pacino‘nun başrolde olduğu The Merchant of Venice‘deki “Lorenzo” rolüyle tanıdığımız genç aktör Charlie Cox gibi ünlü isimler yer alıyor.

Juno

gtufekli | 09 May 2008 20:00

Yönetmenliğini Jason Reitman‘ın yaptığı En İyi Senaryo Oscar ödüllü, izlerken eğlenebileceğiniz ve bazı tabuların yıkabileceğini düşüneceğiniz bir film, Juno. Bu filmde 1987 doğumlu Ellen Page‘in gönüllerde taht kurabilecek kapasitede bir oyunculuk çıkarmış olduğunu da unutmayalım. Filmimizde ortaokul çağındaki başrol oyuncumuz Juno MacGuff, pısırık, çekingen ve aynı zamanda konuşmaktan aciz bir yaşıtıyla, Paulie Bleeker ile birlikte oluyor ve ne oluyorsa bundan sonra oluyor 🙂
Juno önce çocuğu aldırmayı düşünsede sonra yüreği el vermiyor ve çocuğu aşağıdaki resimde gördüğünüz Vanessa ve Mark Loring çiftine evlat olarak vermenin en iyi fikir olduğunu düşünüyor.

Şöhret / El Cantante (eleştiri)

menese | 09 May 2008 18:37

Yönetmenliğini Leon Ichaso’ nun yaptığı film, yetmişli yıllarda efsane düzeyine yükselmiş Porto Riko’ lu Salsa şarkıcısı Hector Lavoe‘ nin dramalaştırılmış biyografisinden oluşan, -haliyle müzikli- bir yaşam hikayesi sunuyor. Film boyunca gerçekliği bize pek yansıtılamasa da, bir yandan ‘acıların çocuğu’ vurgusu yapılan, öte yandan tamamen ‘şeyinin keyfinde’ bir adam olduğu da -ibretle- gösterilen şarkıcıyı ve sevgili karısı Puchi’ yi, müzik dünyasının meşhur karı-kocalarından Marc Anthony ve Jennifer Lopez canlandırıyorlar.Sıfırdan başlayıp büyük bir şöhreti yakalayan bir adamın, ‘köyden indim büyük şehre’ temalı, müzik, gurbet, başarı, para, hırs, av, avcı, aşk, şöhret, libido taşması, ihanet, alkol, uyuşturucu, AİDS ve çöküş minvalinde süre giden bu hikayesini bize, -film içinde film tekniği kullanılarak- bir röportaj çekimi sırasında karısı anlatıyor.Hatta bütün film boyunca -kocası ve onun çevresi dahil- herkese bağırıp çağırması yetmiyormuş gibi -kocayı gömmüş bir dul olarak- o söyleşide soru soranları dahi fırçalamayı, ihmal etmeden..

The Deaths of Ian Stone / Ölüm Bekçisi

Ahmetcandemir | 09 May 2008 16:45

Yönetmenliğini Dario Piana‘nın yaptığı Ölüm Bekçisi gerçekten çok güzel bir film. Dünya dışı yaratıklar olan Hasatçılar’ın Ian Stone isimli bir üniversite öğrencisinin peşinde olması ve bu öğrencinin de bunlardan kurtulmasını konu alan korku-gerilim hikayesi. Konusu size basit gelebilir, yine zombiler yine onlardan kurtulmaya çalışan insanlar diyebilirsiniz. Fakat kurgulanması ve efektleriyle harika şekilde sunulmuş bu filmi ön yargıyla izlememezlik etmemenizi öneririm.

Pleasantville

trouble | 09 May 2008 16:00

1998 yapımı Gary Ross filmi. Başrolde spiderman serisinden hatırlayacağımız Tobey Maguire ve Reese Witherspoon oynuyorlar.
Film iki kardeşin (David ve Jennifer) televizyon kumandası kapma savaşı sırasında birden kendilerini 1950 lerde geçmekte olan Pleasantville isimli dizide bulmalarıyla başlıyor. Pleasantville’de hayat tam bir dizi hayatı. Dizi hayatından kastım, yapılan eylemlerin devamının zorunluluğu yok. Örneğin Jennifer kızımız bir ateş ile mendili yakmak ister ama mendil ateş almaz. Ya da daha insani bir örnek vermek gerekirse nasıl ki normal insanlar yemek yediklerinde bunun tuvalette sonuçlanan bir sonu var, işte bu son Pleasantville’de yok!

Filmde David önceleri yerli halka uyum sağlamaya çalışıyor, bununla birlike Jennifer ise halkı kendine uydurmaya çalışıyor. Seyrederken biraz kişisel gelişim kitabı gibi gelebilir. Dizi siyah beyaz olduğu için herkes, herşey siyah beyaz. Lakin, her kim ki ruhunu özgür bırakmayı başarabiliyorsa renkleniyor. Filmin belki de en güzel tarafı bu görselliği.

Adrien Brody

queennothing | 09 May 2008 09:37

Adrien Brody, 1973 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin en kalabalık yeri olarak bilinen New York City’nin 5 ana hattı içerisinde yer alan Queens’de doğdu. Annesi, The Village Voice muhabiri ve fotoğrafçısı Sylvia Plachy; babası ise emekli tarih profesörü ve amatör ressam Elliot Brody’dir.
Küçük yaşta usta fotoğrafçı olan annesine poz veren Adrien’in yeteneği, babasının yüreklendirmesiyle açığa çıktı. Ünlü American Academy of Dramatic Arts’da drama eğitimi aldı. Bu ‘haftasonu okulu’ndan sonra New York’taki Fiorello H. LaGuardia High School of Music and Art & the Performing Arts adlı okula kaydını yaptırdı. Brody, oyuncu olmak istiyordu.

Arthur and the Minimoys

akinal | 08 May 2008 18:53

2006 yapımı daha çok animasyon içerikli bir film. Yönetmeni ve senaristi Luc Besson. Filmin özeti kısaca şöyle 10 yaşındaki sevimli arthur’un dedesi 4 sene önce kaybolmuştur. Anneannesiyle arthur birlikte yaşamaktadır. Annesi ve babası arthurla ilgilenmemektedir. Dedesinin hatıraları arasında afrikalı bir kabileden bahseden bir kitap vardır ve bu kitapta gizli bir hazineden bahsedilmektedir. Bir gece inanılmaz olaylar gerçekleşir ve arthur küçülerek yeraltına girer orada minimoylarla tanışır, dedesinin kötü bir böcek tarafından esir alındığını öğrenir. minimoyların prensesiyle arthur dedesini kurtarmaya gider ve başarılı olur. Eski hallerine geri dönmüş şekilde dedesiyle yeniden yeryüzüne çıkarlar. Bu arada hazinenin yerini de bulmuştur. Ve de prensese aşık olmuştur. Evlerini hacize gelen kişiye hazinenin bir kısmıyla ödeme yaparlar ve mutlu bir şekilde yaşarlar. film bence 5 üzerinden 5 mutlaka izleyin.

Conversations with Other Women (2005)- Eleştiri

pillidarko | 08 May 2008 16:12

Sinemada teknoloji gelişip, her türlü görselliğe hizmet eden imkanlar ortaya çıktıkça bir yandan da yaratıcılığı zorlamak için kendine güç kurallar koyan sinemacılar çıktı. Lars Von Trier‘nin Dogma‘sı bunlar arasında en bilineni. Trier biraz şaka biraz ciddi bir manifesto oluşturarak bundan sonra filmlerinde cinayet sahneleri gibi ‘gerçekten’ canlandırılamayak sahnelere, yapay ışığa yer vermeyeceğini, perdedeki her şeyin ‘gerçek’ olacağını (seks sahneleri dahil) ve bunun gibi daha pek çok zorlu kuralı içeren Dogma akımını başlattı. Daha sonra çekilen Dogma filmlerinde bu kurallar bir bir çiğnendi tabi ama sinema tarihine oldukça ilginç filmler de kazandırılmış oldu.

Konuya burdan girdim çünkü Conversation With The Other Woman‘da günümüz sinemasında kullanılan küçük kurallardan birini koymuş kendine. Ekranı ikiye bölmüş ve bütün film boyunca aradaki çizgiyi asla kaldırmamış (son sahnede kalkmış gibi ama emin olamıyoruz). Split screen denen bu tekniğin, dörde bölünmüş ve çok daha karmaşık versiyonunu Timecode filminde görmüş ve açıkçası zorlama bir yöntem olduğunu düşünmüştüm. Çünkü o filmde dört ayrı karakterin hayatını takip etmenin zorluğu dışında bir katkısı yoktu filme split screen’in. Ancak Conversation With The Other Woman konusu itibariyle de görsel seçimine hayli uygun.

Yasak Krallık / The Forbidden Kingdom (eleştiri)

menese | 08 May 2008 15:19

Çocukluğumun ve ilk gençliğimin Beyoğlu sinemaları, Bruce Lee‘ nin ve ‘Kolsuz Kahraman’ Wang Yu‘ nun sayısız maceralarını zevkle izlediğime şahittir..
‘Uzakdoğu savaş sanatları/sporları’ üzerine yapılanmış bu aksiyon filmleriyle aramdaki ‘düzeyli ilişki’ ilerleyen yıllarda giderek soğumaya başladı ve bir süre sonra da hitama erdi. Bunun nedenini tam olarak bilemiyorum, ama Tarkan’ ın Vang Yu’ yla olan mücadelesini anlatan, Tarkan Kolsuz Kahramana Karşı adlı filmden şüpheleniyorum.. (Varsa, günahı boynuma..)
Zira filmde, Vang Yu denen Kolsuz Kahraman’ ın iki kolunun da -maşallah- yerinde olduğunu ibretle görmem ve Tarkan’ ın, yediği dayaktan un-ufak olmuş kemiklerini tedavi etmek üzere yanardağın içinde fokurdayan magmaya -kaplıca misali- sokulup çıkarılmasına tanık olmam, bünyemde oldukça kötü izler bırakmış olmalı..
Konumuzla bağlantılı olarak, Kaplan ve Ejderha ile -bilhassa- Hero, çok eskiden bitmiş bu ilişkiyi -biraz da olsa- canlandırabilmiş olağanüstü filmler olarak, yakın zamanda gündemime gelmiş idi. Fakat yine de Jackie Chan’ in türlü şaklabanlıklarla süslü filmlerini -televizyonda da olsa- seyretmeye fazla dayanamıyordum.

Sarhoş Üstad’ ın Yumruğundan Altın Serçe’ nin Gonca Dudağına

Bu ruh ve şeraitte seyre koyulduğum Yasak Krallık, hemen üstte bahsettiğim kaliteli yapımlar kadar olmasa da oldukça keyif aldığım bir film oldu.
Rob Minkoff’ un yönettiği, Jet Li ve Jackie Chan (İlk kez aynı filmde buluşmuşlar..) gibi işin ustalarının oynadığı bu fantastik ama aksiyon bazlı, komedi ve romantik soslu film, bizi, Kung-fu manyağı bir Amerikalı çocukla birlikte önce Amerika’ dan Antik Çin’ e götürüyor, sonra da aynen geriye postalıyor..
Bütün bu -bir filmlik- süre zarfında Çin dövüş sanatları üzerine bilinen ne kadar oyun veya hareket varsa, hemen şöyle söyleyeyim: “Allahını görüyorsunuz..”
Başta, Jackie Chan ve Jet Li arasında olmak üzere erkek-erkeğe, kadın-kadına, kadın-erkeğe, teke-tek, bine-tek, karada-havada bilumum pozisyonlarda o kadar çok olağanüstü kavgalar seyrettim ki “beni bu bayağı uzun bir süre idare eder artık” deyu düşünüyorum..

10.000 B.C (M.Ö 10.000 / Kayıp Uygarlığa Doğru)

queennothing | 08 May 2008 13:56

Godzilla‘dan tanıdığımız Alman yönetmen Roland Emmerich‘in son filmi “10.000 B.C“, Mart ayında ülkemizde gösterime girdi.
86 doğumlu iki Amerikalı oyuncu Steven Strait ve Camilla Belle‘in başrolünü paylaştığı filmde Cliff Curtis, Affif Ben Badra, Mo Zinal, Mona Hammond, Marco Khan gibi isimler de göze çarparken, Mısırlı oyuncu Omar Sharif anlatıcı olarak sesiyle destek veriyor.
Yagahl kabilesi, kötü ruhlar sayesinde geleceği görebildiğine inanılan kabilenin en yaşlı insanı “İhtiyar Ana”dan ‘dört ayaklı iblislerin kabileyi yok edeceği’ haberini alır. İhtiyar Ana, genç avcı D’Leh‘in Evolet‘e olan aşkı sayesinde tüm kabileyi kurtaracağını, ancak ‘son avın beklenmesi gerektiğini’ söyler. Bahsi geçen ‘son av’ kabileyi ürkütürken D’Leh, saldırı yapan manakı öldürür ve beyaz mızrağı alarak kahraman olur. Yaşıtlarının dışladığı ve ‘hiç bir zaman büyük bir savaşçı olmayacağı’ söylenen D’Leh, kabile halkına kendini kanıtladıysa da gerçeği Evolet’e itiraf eder; dev manakı ağa dolayan D’Leh, hayvanın güçlü olduğunu anlayınca gitmesine izin verir. Ama kurtuluşu imkansızdır, ağa eli sıkışan D’Leh manakla birlikte sürüklenir. Ağdan kurtulan manaktan kaçmaya çalışan D’Leh’in oku, tesadüfen hayvanın boynuna saplanır ve hayvan ölür.