bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Televizyon Değil “Vizontele”

toz66 | 03 June 2008 14:27

vizontele
vizontele

Vizontele… Küçük bir şehirde televizyonsuz, mutlu, heycanlı bir o kadar da dramatik olaylar yaşanmaktadır… Şehrin belediye başkanı Nazmi yani Deli Emin’İn hocası, şehri imkanlar çerçevesinde yönetirken,Trt şehre verici getirir ve televizyonsuz hayatlar bir anda vizonteleli oluverir. Bu durum kimilerinin çoook hoşuna gider, kimilerini meraklandırır (bkz:”peki zeki mürende bizi görecek mi?”), kimileriniyse çok kızdırır…Vizontele acaba iyi habeler mi verecek?.Yoksa bu gavur(!) icadı hayatımızı değiştirecek sevenler birbirine kavuşamaz hale mi gelecek?

Vizontele…. Türk Sinemasında önemli yeri olan filmlerden bir tanesidir. Bu filmler Eşkiya,Babam ve Oğlum,Ağır Roman gibi… Yılmaz Erdoğan’ın muhteşem senaryosuyla Ömer Faruk Sorak’ın yönetmenliyi ile film çok güzel işlenmiş ve izleyenlere derin tadlar bırakmıştır…Yayınlandığı dönemde en fazla izlenen film olurken, en pahalı Türk Tilmi ünvanını da almıştır.

Böyle “Baba” Görülmedi – The Godfather 1

toz66 | 03 June 2008 11:06

The Godfather
The Godfather

Onlar, sinema tarihinin büyük babaları… En büyük baba ise Don Vito Corleone ( Marlon Brando)… New York‘un en güçlü ailesi ise İtalyan Corleone ailesidir. Aile göçten sonra sıkı bir şekilde birbirine bağlanmış, güçlenmiş, kendilerine göre iyi bir aile; başkalarına göre ise büyük bir mafya olmuştur. New York’taki güçlü çevreler Corleone ailesi ile birlikte uyuşturucu işine girmek istemişlerdir. Bu teklifi reddeden Don Vito Corleone, çevresine düşman toplamış ve bu düşmanlık kendisine suikast düzenlenecek kadar ciddileşmiştir. Yaşanan düşmanlıklar sonunda yıpranan Büyük Corleone, yerine veliaht olarak soğuk kanlı 2. Dünya Savaşı’nın Kahramanı, en küçük oğlu Michael ( Al Pacino) tayin eder. Mafyalık işleriyle alakası olmayan Michael bir anda kendisini çatışmaların ve intikamın içinde bulur…

Anadolu Filmi: İnat Hikayeleri

heavybear | 03 June 2008 10:22

İnat bazen insanların yaşamlarını değiştirir. Ancak bu değişim kimi zaman hüzünle biterken, kimi zaman da sadece küçük bir tebessüm bırakır suratlarda. “İnat Hikayeleri” de doğaçlama olarak bu sonuçları göstermekte bize.

Bu filmin ana hikayesi, kış aylarında köylüleri kasabaya taşımak için kızakçılık yapan Kızakçı Daşo ile kırmızı minibüsünü övgüyle anlatan minibüsçü arasında geçmektedir. Kızakçı, donan Çıldır gölü üzerinden kestirme gittiğinden minibüsün göle giremeyeceğini ve kendisinden hızlı olamayacağını iddia etmektedir. Minibüsçünün ise başka planları vardır. Aralarında bu inatlaşma süredursun yolcular arasında yol boyunca inat üzerine hikayeler anlatılır. “Lades”, “5 kırık çöp bir kırık kalp” ve “cambaz şaho” hikayeleri dinleyenleri hem eğlendirir hem de düşünmeye sevkeder.

Waltz with Bashir

dionysia | 02 June 2008 22:24

Nuri Bilge Ceylan‘ın kazandığı ödülle bir kez daha gurur kaynağımız olduğu 2008 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmlerden biri de, festivalde yarışan ilk belgesel animasyon olan İsrail/Fransa/Almanya ortak yapımı Waltz with Bashir.

1982’de Beyrut’taki Filistin mülteci kamplarına Hristiyan milis güçlerince düzenlenen baskında ileriki yıllarda hafızasının hatırlamayı tamamen reddedeceği kadar korkunç bir katliama tanıklık eden yönetmen Ari Folman, yıllar sonra askerlik arkadaşlarının anlattıkları sayesinde yıllardır hatırlayamadığı gerçeklikle yüzleşirken ortaya konusu itibariyle hayli gerçekçi ve iddiali bir savaş karşıtı animasyon çıkmış. Yaşadıklarını normal bir sinema filmi çekerek değil de, ancak animasyonunu yaparak seyirciyle paylaşabilen yönetmen Folman, filmin finalini ise baskında katledilen insanların animasyon görüntüleri yerine arşivlerden çıkardığı gerçek görüntülerle yapmış. Türkiye’de gösterime gireceği tarih henüz belli olmayan filmin bir özelliği de İsrail sinemasının ilk animasyon filmi olması.

Fight Club’ın yazarından; “Choke”

queennothing | 02 June 2008 19:45

21 Şubat 1962 tarihinde Amerika’da doğan Charles Michael Palahniuk, University of Oregon School’da ‘gazetecilik’ bölümünde okurken bir radyoda staj yapıyordu. “Fight Club”dan bildiğimiz “terapi toplantıları”, üniversiteden mezun olunca Chuck’ın hayatında derin bir iz bıraktı. Ölümcül hastaların katıldığı bir terapi toplantısına ‘gönüllü’ olarak katılan Chuck, bir katılımcının hayatını kaybetmesi sonucu toplantılara katılmayı bıraktı.

Helena Bonham Carter

queennothing | 02 June 2008 12:21

1908 yılında Henry Campbell-Bannerman’in İngiltere başbakanlığından istifa etmesiyle Herbert Henry Asquith yeni İngiltere başbakanı oldu. 1916 yılına kadar ülkeye başkanlık yapan H.H. Asquith, “1. Dünya Savaşı” ve “Parlamento Yasası” gibi İngiltere tarihine geçen olaylar esnasında da ülkenin başında bulunuyordu. 1916 yılının Aralık ayında istifa eden H.H. Asquith, Helena Bonham Carter’ın büyük-büyük babasıdır. (Helena’nın babası Raymond Bonham Carter’ın babasının babası).
1902 doğumlu ünlü yönetmen Anthony Asquith ise, H.H. Asquith’in oğludur. (Helena’nın büyükbabası). Anthony Asquith, 1927 yılında yönetmenliğini yaptığı “Shooting Stars”, 1928’de “Underground”, 1932’de “Dance Pretty Lady”, 1938’de “Pygmalion”, 1943’te “We Dive at Dawn”, 1951’de “The Browning Version”, 1963’te “The V.I.P.s”, 1964’te “The Yellow Rolls-Royce” gibi filmleriyle tanınırdı.
Antony Asquith’in kız kardeşi Violet Asquith, Maurice Bonham Carter ile evlendi ve bu evlilikten 4 çocuk dünyaya geldi; Cressida Bonham Carter (1917), Laura Miranda Bonham Carter (1918), Mark Raymond Bonham Carter (1922) ve Raymond Henry Bonham Carter (1929).
Bank Of England’da bankacı olan Raymond Henry Bonham Carter ile Elena Propper De Callejón hayatlarını birleştirmeye karar vererek İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Golders Green’e yerleşmeye karar verdiler.
1966 yılında çiftin ilk bebekleri dünyaya geldi; Helena. Helena’dan sonra Edward ve Thomas adlarında iki oğulları oldu.
26 Mayıs 1966 tarihinde doğan Helena, henüz 5 yaşındayken önemli aile sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Ciddi bir sinir krizi geçiren annesinin gerçek anlamda toparlanması 3 yıl sürdü ve bu süreçten sonra anne Elena, psikoloji ile ilgilenmeye başladı; başarılı bir psikiyatri uzamanı oldu.
Londra’nın Hampstead Kasabası’nda bulunan “South Hampstead Kızlar Okulu”nda okudu.

“Üstad” Necip Fazıl Kısakürek ve Sinema

toz66 | 02 June 2008 10:30

Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek; büyük üstad, fikir adamı ve aynı zamanda büyük bir senarist. Dava adamlığının yanı sıra yaptığı kültür sanat faatiyetleriyle de o büyük bir şahsiyet. Bir Adam Yaratmak, Reis Bey gibi senaryoları sinemaya uyarlanmış ve yayınlandığı dönemlerde büyük sükse yapmıştır. Bir Adam Yaratmak adlı eseri; büyük tiyatro ustası merhum Muhsin Ertuğrul tarafından defalarca kapalı gişe full salon oynanmış ve Muhsin Ertuğrul’un unutulmaz klasikleri arasına girmiştir. Reis Bey filmi ise yine önemli yönetmenlerimizden Mesut Uçakan tarafından sinemaya uyarlanarak beyaz perdeye taşımıştır. Mesut Uçakan Reis Bey filmi ile;T. C. Kültür Bakanlığı Başarı Ödülü ve Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Yönetmeni Ödülünü almıştır. Aynı zamanda da Necip Fazıl’ın bir çok eseri sinemaya uyarlanmıştır ve Türk Sinemasına fazlasıyla emeği geçmiş bir insandır…

Lies & Alibis (2006)

agurbuz | 01 June 2008 12:16

The Alibi (2006)
The Alibi (2006)

Lies & Alibis (2006)

Erkekler mi yoksa kadınlar mı daha çok aldatır?

-Erkekler doğaları gereği daha çok aldatır gibi görünse de durum sanılanın tam aksinedir aslında. Erkek aldatma olayını planlı ve profesyonelce yapamadığı, yalan söyleme kabiliyeti fazla gelişmediği ve çenesini tutamadığı için yaptıklarını deşifre eder.

-Kadın ise yalan konusunda uzmanlaşmış, çok iyi sır saklayabilen ve iz bırakmayan dahiyane bir zekaya sahiptir. Çok iyi plan yapar ve titizlikle uygular.

Peki bu planlamayı yapmaya vaktiniz yoksa, kendinize güvenmiyorsanız ve yakalanmaktan korkuyorsanız ne yaparsınız? Tabi ki işin uzmanına gidersiniz. Filmimizin konusuda burada başlıyor zaten.

Yetimhane (El Orfanato)

menese | 30 May 2008 18:02

“Korku Sineması’ nda yapılabilecek her türlü teknik ve ‘numara’ bugüne kadar yapılıp bitirilmiştir. Bundan sonra her yeni korku filmi kendisinden öncekileri bi şekilde tekrarlamak zorundadır.”

Bu tespitimi (Aslında genel bir tespit..) belirtmekle, yirminci yüzyıla henüz girerken: “Keşfedilebilecek her şey keşfedilmiştir.” dediği iddia edilen ‘zavallım’ Amerikan Patent Bürosu Başkanı’ nı –belki- akla getirmiş olabilirim. Ancak sanırım siz de hak vereceksinizdir ki bu hususta o kadar da yanlış düşünmüyorum.

Bu klişelere boğulmuş filmlere örnek olarak en son, Hollywood çıkışlı The Mist(Öldüren Sis)’ i görmüş idim ki özümü bu tür filmlere -neredeyse- tövbe ettirmişti.
İşte şimdi: “Ne varsa Uzak Doğu ya da Avrupa korku filmlerinde var” dedirten bir örnekle, yani ‘Yetimhane‘ ile yeniden umutlandım.

En Çok Korsan İzlenen 10 Film

toz66 | 30 May 2008 09:02

Türkiye’de 70 milyonu aşkın insan yaşıyor. Fakat bir film Türkiye’de en çok izlenen film olunca sadece 4 milyon seyirciye ulaşmış oluyor. 2007 yılında bir önceki yıla oranla izleyici sayısında bir artış olmuş fakat pek de yeterli değildi. Artışla beraber 34.8 milyon izleyici geçtiğimiz sene sinema salonlarının kapısını aşındırmış oldu. Yanlız bu tekil sayı değil; bazı sinemaseverlerin haftada mutlaka bir ya da iki filme gittiğini düşünürsek bu oran biraz daha düşer. Bu iki oranı karşılaştırdığımız zaman ortaya garip bir sonuç çıkıyor. Peki diğer Avrupa ülkelerine oranla bizim bu kadar az seyirci çekmemizin sebepleri nelerdir acaba? Bunlar arasında bence en başta torrent paylaşımları geliyor. TorrentFreak sitesinin her hafta düzenlediği en çok indirilen filmler listesinde bu hafta yeni isimler de mevcut. Oranları sizlerle paylaştığım zaman sanırım konuyu daha iyi kavrayacaksınız…