bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Kayıp Yüzük (Closing The Ring)

menese | 10 September 2008 15:20

Yıl 1991.. Michigan eyaletinin küçük bir kasaba kilisesinde, bir cenaze töreni düzenlenmektedir.. Merhum kişi, İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusunda görev almış bir emekli pilot olup, kiliseyi dolduran eski silah arkadaşları tarafından son yolculuğuna uğurlanmaktadır..
Merhumun kızı Marie (Neve Campbell)’nin hisli bir konuşma yaptığı törende; kilisenin içine dahi girme gereği duymayan, Ethel Ann (Shirley MacLaine) ise, kocasının ölümünden hiç de etkilenmişe benzememektedir..

Yıl 1941.. Tam elli yıl önce, aynı kasabada, gençliğinin baharındaki Teddy Gordon (Stephen Amell) ve en yakın iki arkadaşı Jack ve Chuck, yeni bir dünya savaşına hazırlanan Amerikan Ordusu’na asker yazılırlar..
Teddy bu arada, onyedisindeki biricik sevgilisi Ethel Ann (Mischa Barton) ile savaş sonrası kuracakları mutlu aileye yuva olacak evi, bizzat yapmaya çalışmaktadır..
Kızın ailesi bu birlikteliğe karşıdır; fakat iki sevgilinin gözleri, birbirlerinden başka kimseleri görmemektedir..
Diğer taraftan, Ethel Ann’e, sadece Teddy’nin aşık olmadığı da başka bir gerçektir..

The Gathering

queennothing | 09 September 2008 10:08

1995 yılında televizyon ekranlarında yayınlanan komedi filmi “The Last Englishman” dahil, bugüne kadar bir çok TV dizisi ve mini dizi senaryolarına imza atmış olan 1955 doğumlu senarist Anthony Horowitz’in yazdığı “The Gathering”, Brian Gilbert tarafından yönetildi.

Brian Gilbert
Brian Gilbert

İngiliz yönetmen Gilbert, 1997 yılında Oscar Wilde’ın hayatını anlatan film “Wilde”ın da yönetmenliğini yapmıştı fakat, 2002 yılında vizyona giren “The Gathering”, kariyerinin bir dönüm noktasıydı.

Başrolde yer alan Christina Ricci’nin performansı “Monster”ı, “Pumpkin”i, “Sleepy Hollow”u aratmayacak cinsten.

Geçirdiği trafik kazasından sonra hafızasını kaybeden bir genç kızı canlandıran Ricci, tam da ‘sorunlu, karışık ve çaresiz’ rollerin insanı.
Biyografisini okuyunca “Prozac Nation”daki ‘Elizabeth’ karakterine cuk oturacağından emin olan Erik Skjoldbjærg, sinemasevelerin güvenini boşa çıkarmamıştı.

İngiltere’nin kırsal bir kentinde geçen film, erkek arkadaşıyla tepeliğe çıkan genç bir kızın çukura düşmesiyle başlıyor. Gözlerini açtığında 1. yüzyıldan kalma yer altına gömülmüş bir kilisede olduğunu anlayacak; korkutucu heykeller ve bir ayin sonucu kurban edilmiş yaşlı adamın cedesiyle karşılaşacaktır.

Fazla büyük olmayan bu kasabada insanlar birbirini tanımaktadır. Şehrin dışında kalan büyük tarlaların ortasında bir villada yaşayan Marion ve Simon Kirkman, kasabanın geçmişinden bi’haber; kızları Emma ve annesinin ölümünden beri konuşmayan oğulları Michael’la huzurlu bir yaşam sürmektedir.

The Dark Knight Posterleri (Jokere Doyum Olmaz)

AntiHumanIST | 08 September 2008 12:56

Daha önce paylaştığım 3 bildiriden ikisinde Jokerve makyajındansöz etmiştim, 3.sü de Gotham şehrine yönelikti. beni buraya yine bir The Dark Knight(kara şovalye) haberi getirdi. kendi fanatiklerini yaratan heath ledger’in çılgın karakterinin yine çok güzel posterlerini buldum.buradakiadreste daha önce görmediklerim de dahil olmak üzere çok güzel posterler buldum.

ayrıca sitedeki diğer filmlerin sayfalarına bakarak photos bölümünden yüksek çözünürlüklü posterlerine ulaşmanız mümkün.

Geleceğin Sineması 5

queennothing | 08 September 2008 11:02

T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2003 yılından beri süregelen projesi “Geleceğin Sineması”, TÜRSAK (Türkiye Sinema ve Audiovisüel Kültür Vakfı) desteğiyle ve jüri üyeleriyle, üniversitelerin iletişim, sinema – televizyonculuk bölümünde öğrenim gören öğrencilerinin proje aşamasındaki kısa film senaryolarını hayata geçiriyor.

Öğrencilerin eğitimleri sırasında yazdıkları kısa filmlere henüz senaryo aşamasındayken destek veren bir proje olan “Geleceğin Sineması”, Türkiye’de bir ilk olma özelliğini taşıyor.

A Hard Day’s Night (1964)

absynthe | 05 September 2008 16:12

1964 yapımı A Hard Day’s Night (Zor Bir Günün Gecesi) efsanevi müzik grubu The Beatles’ın ilk filmi. Grup üyeleri Paul, John, George ve Ringo’nun tren yolculuğuyla başlayan günleri akşam verdikleri konserle son buluyor. Sürekli başına bela alan Paul’un sevimli dedesi filme renk katan karakterlerden. John’un yaramazlıkları, Ringo’nun dedenin ikna etmesiyle kitap okumayı bırakıp sokakta çılgınlıklar yapması, sonra yakalanması da filmin eğlenceli sahnelerinden birkaçı.

Do I look like 'him'? No, not at all.
Do I look like ‘him’? No, not at all.

Filmin türü ‘mockumentary’ olarak belirtilmiş. Bu isim İngilizce ‘mock’ (sahte) ve ‘documentary’ (belgesel) kelimeleri bir araya getirilerek oluşturulmuş. Yani filmdeki karakterler gerçek (bu filmde sadece Beatles üyeleri gerçek) ama olay bir kurgudan ibaret. Yine de bize grup üyelerinin geçirdiği bir gün hakkında ipucu verebilir çünkü üyeler kendi kişilik özelliklerini –senaryo bir kurgu da olsa- yaşamaya devam ediyor. The Beatles’ı dinleyen ve sevenlerin bu filmi beğeneceklerini, izlerken çok eğleneceklerini düşünüyorum.

“Crank 2: High Voltage” yolda

uzman1 | 05 September 2008 14:01

Jason Statham
Jason Statham

İlk filmde mafyanın intikam almak için, kullananı bir saat içinde öldüren bir ilaç enjekte ettiği kahramanımız Chev (Jason Statham), adrenalinin ilacın etkisini yavaşlattığını öğrenince, kötü adamlardan ilacın panzehirini alabilmek için gerekli zamanı kazanmakadına kendisine adrenalin salgılatacak her türlü aksiyona gözükara bi şekilde dalıyordu…

Çekilmekte olan ikinci filmde ise bu kez yaşlı Çin mafyası patronu kahramanımızın kalbini çalıyormuş. Ironman’ınki gibi bir düzenekle yaşamak durumunda kalan Jason film boyunca kalbinin peşinde koşuyormuş.

film müziksiz olmaz

denizdogan | 04 September 2008 10:17

trainspotting soundtrack
trainspotting soundtrack

Bizi etkileyen aklımızda kalan filmlerin mutlaka tema müziklerini hatırlarız. Film müziği (soundtrack) denizdeki iyot kokusu gibidir. Ciddi bağımlılık yapar. Fakat beyne ve kalbe hiç bir zarar vermez. Gözü kadar kulakları da sağlam izleyicilerin zamanla takip ettiği bir frekansa dönüşür.

pulp fiction soundtrack
pulp fiction soundtrack

Son yıllarda profesyonel isimler filmlere öyle olumlu katkılar yaptılar ki doğal olarak bu alan başlıbaşına bir branş oldu. Film türlerine göre film müziği tasarımcıları oluştu. Gerek müzik bilgileri gerekse filme getirdikleri taptaze soluklarıyla sinema sektörünün çözüm üreten insanları haline dönüştüler.

american beauty soundtrack
american beauty soundtrack

Özellikle yüksek bütçeli Amerikan film endüstrisi, gelişen görsel imkanların yanında insanların ruhuna hitap etmek ve duygularını canlandırmak adına film müziklerinin belki de filmin önünde kullanılmasını sağladılar. Bu tamamen popüler bir yaklaşımın sonucu tanınan müzisyenlerin duyulmuş parçalarıyla filmin tema müziğini oluşturdular. Bir bakıma toplama film müziği albümleri yöntemi kullanıldı.

Fakat bu durum fena da olmadı. Film müziklerinin bir albümü olma fikri ve ticari olarak buradan da ciddi ciddi para kazanılması sektörü hep canlı tuttu. Müzik marketlerde Soundtrack bölümleri genişlemeye başladı. Hollywood kadar alternatif film sektörü de kendisini fazlasıyla yeniledi. Müzik kalitesini daha da yukarıda tuttu. Gün yüzüne çıkamamış veya sanatsal altyapısı olan fakat tozlanmış müzisyenleri tanıma fırsatımız oldu.

The Girl in the Café

queennothing | 03 September 2008 09:57

The Girl in the Café”, oldukça yoğun çalışan; sosyal hayatı ‘yok’ denecek kadar az olan, orta yaşlı ve bol şekerli çay içen bir adamın, hayatının nasıl değiştiğini anlatan bir filmdir.

Bill Nighty
Bill Nighty

“Sabahın erken saatlerinde kahveyle uyanıp işe giden kravatlı adamın monoton yaşamı”.
Bu temayı işleyen onlarca film var. Misal; “Fight Club”. Bunu takiben yenilerden “Wanted”, Türk filmlerinden “Zeynep’in 8 günü” ve Sean Penn’in meşhur filmi “Into The Wild”.

Bill Nighty ve Richard Curtis
Bill Nighty ve Richard Curtis

Tyler Durden’la kendini bulan adamla “Into the Wild”ın Chris’i arasında elbette dağlar kadar fark var ama gelinen nokta belli; terapi niyetine izlenen filmler.

Açıkçası “The Girl in the Café”, bahsi geçen filmler kadar sürükleyici değil; ama gerçekçi.
Yoğun bir günün öğle saatlerinde 50’sini aşmış Lawrence’ın bir İtalyan kafesinde tanıştığı Gina ile girdiği diyaloglar, bizi İzlanda’ya kadar götürüyor. Maliye bakanının yanında önemli bir konuma sahip Lawrence, tüm dünyayı etkileyecek olan kararların alınacağı ‘G8 toplantısı’ için İzlanda; Reykjavik’e gidecektir. Yeni tanışmalarına rağmen Gina’yı da davet eder ve Gina kabul eder. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir adamla ‘Björkün doğum yeri’ olarak bildiği yabancı bir ülkeye gidecektir.

Ten Ten’i 2 usta Yönetiyor

kakariku | 02 September 2008 17:31

Çizgi romanların sinemaya uyarlanması sonucunda getirdiği büyük gelirler yapımcıları bu alana itmişti.Şuan da en çok beklenen uyarlamalardan birisi olan TEN TEN

dünyaca ünlü 2 usta tarafından sinemaya uyarlandı. Filmin ilk bölümünü Steven Spielberg yönetirken,2. bölümü Peter Jackson tarafından çekildi.Yine söylentilere göre eğer 3. film çekilirse iki usta bu filmi ortak yönetebilirmiş. Senaryosu Steven Moffat tarafından yazılan filmin çıkış tarihi ise henüz belli değil.

Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi (2008)

menese | 01 September 2008 18:37

Çin tarihinin en karanlık zamanları olarak bilinen ve ‘Han’ hanedanının çöküşü sonrasına tekabül eden, M.S. 190 – 280 yılları arasında ülke, sonu gelmeyen kanlı savaşlarla çalkalanmaktadır.Çin’in,’Romance of the Three Kingdom‘ adlı klasik romanından uyarlanarak yapılan film, iktidarı ele geçirmek için birbirlerine giren farklı hanedanların uzun yıllar süren savaşları temelinde, Shu hanedanında sıradan bir nefer olarak işe koyulan, daha sonra da azmi ve cesaretiyle parlayan Zhao Zilong (Andy Lau)‘un hikayesini anlatmaktadır..Asıl kahramanımızın hemen yanında da, kendisine hep ‘Biraderim’ dediği Luo Ping-An bulunmaktadır; ki kendisi aynı zamanda filmdeki anlatıcıdır..Mütevazılık, cesaret, azim, vefa gibi tüm ‘yüksek’ insani özellikleri bünyesinde taşıyan Zilong, üstün savaşçı yeteneklerini de günden güne geliştirir ve sonunda gelebileceği en yüksek rütbeye erişerek, hanedanının en büyük genarellerinden biri olur..Görkemli savaş sahneleri ve uzak doğuya has ‘sanatkarane’ dövüşler, eserin -haliyle- en çarpıcı kısmını oluşturuyor..Senaryoya da katkısı bulunan yönetmen Daniel Lee‘nin bu filminin, beni en çok etkileyen tarafı, o zamanın halk kültürünü yansıtan sahneler oldu.. Özellikle, bizim ‘Hacivat- Karagöz’ oyunumuza çok benzeyen, ancak, orada daha çok, zafer kazanmış savaşçıları yücelten bir işleve sahip olduğu anlaşılan ‘gölge oyunu’ çok hoştu..

Yine de, hep bildiğimiz klişelere yaslanan, klasik bir kahramanlık destanı anlatmaktan öteye gidemeyen, bu yüzden de tatmin edici olmaktan uzak, vasat bir film; Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi..