bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Motosikletli Filmler

turictanyel1 | 14 February 2009 12:38

The Dark Knight
The Dark Knight

Chris Corbouldtarafından tasarlanan bu muhteşem Batpod‘un her iki tekerleğide 508mm ve her ikisinin içinde de motor bulunmakta.
Ayrıca bu batpod’un tek sahibi gösteri showları için sürücülük yapan Jean-Pierre Goy‘dur. Maliyeti ise sır gibi saklanmaktadır.

Terminator 4
Terminator 4
Terminatör 4
terminatör 4 salvation

5 Haziran 2009 da gösterime girmesi beklenen Terminator Salvation filminde kullanılacak korkutucu robot motosiklet, tasarımcılara yeni farklı bir bakış açısı kazandırmış durumda. Yarı robot yarı motosiklet görünümde olan moto-terminatorün ilk bakışta çatık, kırmızı gözlü suratı dikkat çekiyor. Önceki 3 serisinden farklı olarak bu filmde robotlara daha çok rol verilmiş. John Connor rolü ise Batman’in son serisindede gördüğümüz Christian Bale‘e ait.

Harrison Ford’un son filmi: Crossing over

nazokiraze | 14 February 2009 10:16

2009 yılı vizyona girecek filmlerden biri de Crossing Over.

Başrollerinde Harrison Ford ve Ray Liotta’nın rol aldıgı film, göçmenlerin yasal statüye sahip olmalarıyla ilgili yapılan planlamaları anlatıyor. Film 140 dakika sürüyor, kültür çatışmalarıyla ilgili mesajlar da içeriyor. Sosyal içerikli filmlerden hoşlananlar için önemli bir film.

Filmin Amerika’da vizyona giriş tarihi 27 şubat 2009

Sevgililer günü vizyonu

inanco | 13 February 2009 16:44

Recep İvedik 2
Recep İvedik 2

Yapımcılar Recep İvedikten çekinmiş olacaklar ki bu hafta vizyonda sadece 3 film var!

Recep İvedik 2
Türü : Komedi
Ülke : Türkiye
Süresi ve Yapım Yılı : dakika – 2009
Yönetmeni : Togan Gökbakar
Oyuncular ;
Şahan Gökbakar
Gülsen Özbakan
Efe Babacan
Çağrı Büyüksayar
Senaryo : Şahan Gökbakar, Serkan Altuniğne, Togan Gökbakar
Müzik : Oğuz Kaplangı
Görüntü Yönetmeni : Ertunç Şenkay

İzlenme rekorları kıran Recep İvedik filminin devamı, kıllı kahramanımız bu sefer iş bulma peşinde.Tahminimce gişe rekorları kırmaya devam edecek bir yapım.

The Birds (1963)

pardus01 | 13 February 2009 14:06

Kuşlar
Kuşlar

1963 yapımı bir film olan Kuşlar ( The Birds ) Kuzey Kalifoniya’da tatil yaptığı sırada o bölgede kuşların insanlara saldırdığına dair bir gazete haberi okuması ve bu gazate haberini, daha önce de kitaplarından uyarlamalar yaptığı Evan Hunte Daphne du Maurier’in aynı adlı kısa hikâyesi ile birleştiren Alfred Hitchcock‘a aittir. Sinema tarihinin en ünlü yapıtlarından biri olan film kendisinden sonra gelecek doğanın insandan öç alması temalı filmleri büyük ölçüde etkileyen bir klasiktir. Başrollerde Tippi Hedren ve Rod Taylor’ın oynamıştır. Elbette özel eğitime tabi tutulan her cinsten kuş sürülerini de unutmamak gerekir.

Çektiği filmlerinde cameo yapmayı adet haline getiren yönetmen bu filminde de bunu, evcil hayvan dükkânında yapar ve kapıda Tippi Hedren’ın yanından köpekleriyle geçer.

Ana tema küçük ve yeni modernleşmeye başlayan kasabadaki kadınların özgürlük talepleri, yalnızlıktan korkan kadınların arayışları ve kırılgan bir aşk hikayesinin her cinsten kuş sürülerinin biranda siddete yönelmeleri ve önüne gelene saldırdıkları gibi sonrasında planlı denebilecek eylemlerde bulunmaları ile yoğrulması. Ünlü yönetmenin filmde yaptığı aslında insanoğlu ile doğanın vazgeçilmez parçaları olan gökyüzünün hakimi kuşlarla ironisi. Son sahnelere yakın, özellikle evlerine hapsolan yada kuşlar tarafından acımasızca öldürülen insanlar gerçek hayatta, süs eşyası olarak kullanılmak üzere kafeslere hapsedilen her çeşit kuş ve avlanmak adına acımasızca sülale boyu yokedilen kuşlarla ne kadar benzerlik gösteriyor. Tüm zamanların en iyi gerilim filmlerinden sayılan filmde insanoğlunun arayışları ve doğanın acımasızca katledilmesi çevresinde dönmektedir tüm olaylar.

Yılmaz Güney

pardus01 | 13 February 2009 09:47

Emir Kusturica‘nın;

” Çok önemli bir sinema adamıydı. Son 20 yılın Tarkovski ile beraber en önemli sinemacısı”

dediği Yılmaz Güney:

”Ben oyuncu olarak halkın giyiminden yaşamından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki. Ben zaten kendimi oynuyordum. Şöyle bir durum var: Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça vardır.”

diyerek sinemasını ve oyunculuğunu özetliyordu bu dört cümle ile.

Yönetmen, sinema oyuncusu, senarist ve öykü yazarı Yılmaz Güney 1 Nisan 1937 Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde yaşayan topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak Adana‘nın Yenice Köyünde doğmuştur. Doğumundan 6 yıl sonra Adana’da nüfusa kaydedilen Güney 9 Eylül 1984 yılında Paris’te ölmüştür. Önemli bir sinemacı olarak kabul edilmesini sağlayan Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmlere imza atmıştır. Gerçek adı Yılmaz Pütün olan Güney’in soyismi Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği analamına gelmektedir.

Yoksulluğun amansız pençesinden kurtulmak için daha 10 yaşındayken evden kaçarak Adana’daki akrabalarının yanına gelmiş ve yaşamına burada devam etmiştir. Hemen her türlü emek-yoğun işi yaparak geçinmeye ve okumaya çalışan Güney üniversite okumak üzere Ankara’ya gitmaden önce bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Ankara’da Atıf Yılmaz ile tanışan ve öğrenim görürken bir yandan da hikayeler yazan Güney, daha sonra Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinema çalışmalarına başladı.

Ödüllü Tahmin Yarışması

shane | 12 February 2009 15:14

Biliyorsunuz Oscar ödülleri yaklaşıyor. Sitemiz için oldukça önem arzeden bu olayı atlamak istemedik ve DVD ödüllü bir tahmin yarışması düzenledik. Ödülümüz, sinema severlerin koleksiyonlarına katmaktan zevk alacaklarını tahmin ettiğimiz DVD’lerden oluşuyor. İşte DVD’lerimiz:

İngiliz yapımı müthiş bir kara komedi: Death at a Funeral
Çift diskli koleksiyoncu versiyonu ile American Gangster
Sınırlı sayıda üretilmiş özel koleksiyoncu versiyonu ile metal kutulu The Ultimate Bourne Collection (Bourne üçlemesi: The Bourne Identity, The Bourne Supremacy ve The Bourne Ultimatum)

Yapmanız gereken tek şey, her kategoriyi kazanacağını düşündüğünüz isimleri bu yazıya yorum olarak eklemek. Tahmin sayısı en fazla olan kişi kazanıyor. Beraberlik durumu olması halinde de, yorumu önce giren kişi yarışmanın galibi oluyor ve ödülü kazanıyor. 22 Şubat’taki canlı ödül törenine kadar verilen cevaplar geçerli sayılacak.

The Boy in the Striped Pyjamas (2008)

turictanyel1 | 12 February 2009 15:13

Çizgili pijamalı çocuk. Filmin adının içinde bulunan “çocuk” kelimesi çok şey anlatıyor aslında. Savaş, 8 yaşındaki Bruno‘nun gözünden bakılarak anlatılıyor, tüm saflığıyla…

2. dünya savaşı sırasında, asker babası yüzünden taşınmak zorunda kalan Bruno yeni evlerine, ortamına alışmaya çalışır.Ancak burası onun için hapisane gibidir ve evinin dışına çıkması yeni insanlarla tanışması yasaktır. Bu durumdan çabuk sıkılır ve bahçelerindeki ağaca eski araba lastiğinden salıncak yaptırır. Ancak bu onun için yeterli olmaz. Yeni bir arkadaş edinmek ve onunla oyunlar oynamak ister. Dışarı çıkması yasakken ve kapıda askerler varken bu hayalinin imkansız olduğunu farkındadır.

Derken evin bodrumunda tırmanıp dışarı çıkabileceği bir pencere bulur. Artık özgürdür. Doğa onun için yeni bir mekandır ve bunu
kimseye söylemez.
Gizli gizli evden kaçarak dolaşmaya başlar ve şüphe uyandırmadan evine döner. Bir gün Yahudileri hapsettikleri kampta, kalabalıktan uzaklaşıp beton yığının arkasında saklanarak yaşayan Shmuel ile tanışır.Artık Bruno’nun yeni bir hayatı vardır, mutludur.
Bundan sonrasının kimseye anlattırmadan izleyin derim. Bruno ve Shmuel‘in oyunlarını, konuşmalarını filmin şok edici sonunu ve dahasını…

O Brother, Where Art Thou/Nerdesin Be Birader? (Kıymeti Bilinmeyenler-2)

safranist | 12 February 2009 11:24

O Brother, Where Art Thou?
O Brother, Where Art Thou?

Kıymeti bilinmeyenler serimizde ikinci durağımız Coen Biraderler’in O Brother, Where Art Thou? filmi.
Homeros‘un Odisseia‘sından esinlenerek (daha doğrusu Odisseus ‘un ithaka ya dönüş yolculuğunu hafif ve yumuşak bir anlatımla zamanımıza uyarlayarak ) üç kafadarın (atılgan Everett,zerafet yoksunu Pete ve saf Delmar) Hapishaneden kaçarak sular altında kalmadan önce saklı 1.2 milyon dolara ulaşmak için çıktıkları uzun, eğlenceli ve macera dolu dört günlük yolculuğu anlatıyor Ethan&Joel Coen Nerdesin Be Birader‘de.

Hikâye Büyük Buhran zamanında(tam olarak 1937) Mississipi’de geçiyor.
Filmde yaşananlar hem kaynağı dolayısıyla hem de diğer Coen Biraderler filmlerinde olduğu gibi, hayatta karşımıza çıkması pek de muhtemel olmayan sürreal olaylar. Daha yolculuklarının başında ray üzerinde küçük arabasıyla giden kör adama otostop çekiyorlar ve adam onlara kendine has konuşmasıyla kehanette bulunuyor (tıpkı Odisseia’daki kör kâhin gibi).hedeflerine doğru ilerlerken bir yol ayrımında ruhunu şeytana satmış siyahi bir gitaristle, sonraki bir zaman ise nehir kenarında akıllarını başlarından alacak alımlı ve güzel sesli üç deniz perisi (siren) ile karşılaşıyorlar. Buna benzer olağanın dışında ve küçük gönderme ve mesajlarla dolu olay ve durumlar devamlı karşımıza çıkıp izleyenleri hem eğlendirmeyi hem de etkilemeyi başarıyor.

filmden bir sahne
filmden bir sahne

Irreversible

emrextreme | 11 February 2009 17:33

Irreversible

Yönetmen: Gaspar Noé
Oyuncular: Monica Bellucci, Vincent Cassel, Albert Dupontel, Jo Prestia

Özet

Film, sevgilisine(Monica Bellucci) tecavüz edilip, komaya sokulan bir adamın intikam arayışını anlatıyor. Filmdeki klişe konuyu bozan şey yönetmenin filmi anlatım şekli. Film geriye doğru ilerliyor.

– Önce Marcus’un(Vincent Cassel) Rectum adındaki bir bardan kelepçelenip polisle çıktığını görüyoruz.

– Daha sonra bu bara Tenya denen adamı aramak için geldiğini görüyoruz. Tenya zannettiği adamla kavga etmeye başlayan Marcus yere düşünce, yanındaki arkadaşı yangın söndürücüyle Marcus’u kurtarıyor.

– Sonradan bu bara gelmesinin nedeninin bir travestinin, Tenya’yı Rectum’da bulabileceklerini söylemesi olduğunu anlıyoruz.

– Tenya’yı aramalarınının nedeninin, Marcus’un kız arkadaşına tecavüz edip komaya soktuğu daha sonra anlaşlıyor.

– Sonra Monica Bellucci’yi yoldan karşıya geçmeye çalışırken görüyoruz. Bir kadın ona altgeçidi kullanmasını söylüyor. Bu altgeçitte Monica Bellucci Tenya ile karşılaşıyor ve tecavüze uğruyor.

– Filmin sonlarına doğru Monica’nın hamile olduğunu öğreniyoruz. Film, Marcus ve Monica’yı bir parkta zaman geçirirken göstererek bitiyor. Büyük yazılarla “zaman herşeyi yokeder” yazısı çıkıyor.