Nefessiz kalıyorum. Fena halde politik, etrafında dönen fırıldamalara duyarlı, her olayın ince ayrıntılarının idrakinde ve tarihin sebep sonuç ilişkisinin açılmış aynı zamanda karışmış bağcıklarına basmadan yürümeyi becerebilen bir “adam” olmak istiyorum ama daha basit bir düşüncenin kurduğu ilk slaptik bağda tökezleyip düşüyorum. Sonra da nefessiz kalıyorum.
Aslında biliyorum ki bu yaptığım gayet gereksiz. Amaca ulaşmayı sağlayacak yegane yol olayların değil de olguların peşinden gitmek. Bu bilginin elimde olması bana daha geniş bir görüş kazandırıyor. Bunun da farkındayım ama görülmesi gereken alan öylesine geniş ki ne bizim vizörümüzün çapı ne de benim nefesimin genişliği gerçeği tüm çıplaklığıyla görmeye yetmez.
Ancak, bazı saptamalar burada yararlı olabilir. Her ne kadar ben, bir seksenler çocuğu olsam da (yani darbe sonrası doğmuş, darbe öncesini ancak okumuş, görmemiş, yaşamamış ve olağanca etkiyle uyuşturulmuş ve apolitize edilmiş) bizim şimdi yalnızca “karanlık güçler” diyebildiğimiz o devasa etkiyi daha küçükken yaptığım anlık incelemelerde hissettiğimi söylersem yalan olmaz. Örneğin “medyanın bu uyuşturulma oyununda önemli bir yeri var” düşüncesi. İnsanların, hipnotize edilmiş gibi televizyon seyrederken yada magazin dergisi okur edasıyla gazetelerini okurken, gerçek tehlikelerle, kurgu olanı bir şekilde beyinlerinin aynı yerinde algılanması sağlanıyor. Hatırlıyorum da tek kanal zamanında, birkaç kişinin öldüğü bir trafik kazasının anonsunda spikerin yüzü asılıyor, sesinde kesif bir keder beliriyordu. Bu olmasa da adam dümdüz okuyordu haberini ve etkilere açık bırakıyordu ucunu. Halk, devletin içinde bulunduğu durumu televizyondan tüm duygularıyla beraber, hissederek, içi acıyarak öğrenebiliyordu. Şimdi ise ana haber bültenlerindeki ankor adamlar ve kadınlar gözlerinde parıldayan reyting akkorlarıyla, eğlence hayatını, dizileri, dizilerdeki oyuncuları, onların hayatlarını, diğer magazinsel hafif haberleri velhasıl ülkede ışıldayan ve mutlu ne varsa, aynı ülkede olan bütün karanlıkların içine serpiştirerek, bir anlamsız bulamaç halinde veriyorlar izleyenlere. Bunun iki etkisi oluyor. Birincisi ciddiyet isteyen olaylar arada kaynıyor ikincisi insanlar ülkenin önemli meselelerine sinemada elinde patlamış mısırı perdeye anlamsız gözlerle bakan küçük bir çocuğun gözleriyle bakıyorlar. Anlasalar da tepki göstermek isteseler de bir sonraki hafif haberde tüm kızgınlıkları uçuveriyor. Ayrıca bu haber kargaşasında, ülkenin aleyhine olabilecek hususlarda yanlış yönlendirilebiliyorlar. Bir de politik yada sosyal konulardaki açık oturum türlü programlarda, herkesin bildiğiyle kalması haricinde, altyapısı olmayan insanların izlediği düşünülmeyip, onca katılımcının birbirleriyle kişisel fikir ayrılıklarının havalarda uçuştuğu bir durum yaratılıyor. Bu da bir sade fikre muhtaç yığınların kafalarını daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Zaten bu bilindiği için onun da magazin sıvalı versiyonlarını buldular ve izlettirdiler. Tabi duyguların sömürülmesi esasına dayanan onca sosyal yara plasterlerini de buraya yazmak gerekir. Yok o annesini yirmi yıl sonra bulmuş yok şu kayıpmış. Madem bu kayıplar ve sosyal destek meselsi bu kadar önemli , sırf bu işi üstlenen sosyal kurumların olması gerekir. Ki zaten bu yönde sivil toplum örgütleri de vardır. Sabah kahvaltısında masada , işe gittiğinde işte, yolda toplu taşıma araçlarında ezilmek suretiyle ve eve geldiğinde tv’nin kumandasını eline almasıyla sömürülen bu toplumdan siyasi bir irade kullanmasını ve ülkeyi (yani kendilerini) kalkındırmasını nasıl bekleyebiliriz. Toparlarsak: Medya Türkiye’de çok güçlü bir konumdadır ve bu gücü aslında ondan daha güçlü olmayan yanlış ve eksik seçilmiş iktidarlar(burada sözüm çok geniş anlamda alınmalı. Keza anlatmaya çalıştığım güç toplumdan daha büyük olmayan ancak ironik bir yönüyle de dünyayı yöneten güçtür.) kullanmaktadır. İnsanlara olanın yanında olması gerekeni de verebilen, onları harekete geçirebilen yegane güçtür.(günümüz koşullarında tabi : çünkü ortalıkta cephe ardında bekleyen fiziki bir düşman yoktur artık. Aslında karanlık taraftan gelen her haber bir düşmanın iş üstünde olduğunun habercisidir.)
İşte sabah gazetemi okurken ( milliyeti, tırajsız, ciddi, cumhuriyet’le gırgal diğer gazetelerin ortasında ve tutarlı bir gazete olarak görenlerdenim) içtiğim üçüncü sigaranın etkisiyle nefessiz bir halde öksürürken bunların kızgınlığını hissettim. Elimdeki sigara, verdiği dinginlik, ancak içindeki binlerce zehir, karşımda, sayfada ülkenin silahlı kuvvetlerine karşı yürütülen zedeleme kampanyaları, ancak kontrgerilla varlığı derin devlet ve darbeler; bir sonraki sayfada peçeli popçu bir kadın, ancak için için islami devlet kurma çabaları, türban, azınlık ve azgın imam hatip liseleri, çoğunluk ve mağdur meslek liselileri; bir diğer tarafta, ekonomik rahatlama, enflasyonun zayıflaması, borsanın yükselişi, ancak kaçak villacısı, kaçamak uykucusu, oradan vuranı buradan bakanı… bitmez bu. İşte bir nefessiz kalınca bunlar gelebiliyor insanın aklına. Bunu okuyan ve öncesinde bütün bu devran içinde nefesini bir kere bile tutmayı düşünmemiş kişilerin, bundan sonra arada bir nefeslerini tutup çevrelerine, olup “biten”lere bakabilmeleri dileğiyle.