Yaklaşık yarım saat kadar olmuştu elinden biten sigarasını atalı ama başında felaket bir ağrı vardı. Sanki pakette kalan son sigarası:
-” beni de çek içine, zehirle kendini, nasıl olsa üç günlük dünya içen de ölecek içmeyende” diyordu kendisine.
Bir süre başka şeyler düşünmeye çalıştı ama nafile illaki içecekti o son sigarayı. Elini cebine atıp içinde son bir sigara kalmış paketi çıkardı.
– İçmicem seni. Sana yenilmicem. diye geçirdi içinden.
Tabi kendisi de inanmıyordu bu söylediğine.
Elindeki sigaraya bir süre baktı sonra prçalayıp kültablasına bıraktı. İnanamıyordu bu yaptığına. Yılların tiryakisiydi ve ilk defa yapıyordu bunu.
Sonra ne mi oldu?
Sigarayı bıraktım diyen her tiryakiden beklenilen bir tavır sergiledi kahramanımız. Çok değil. Sigarayı parçalayıp kültablasına bıraktığı zamanla, en yakın sigara satıcısının kapısında girmesi arasındaki zaman farkı yanlızca on beş dakika oldu.
On beş dakika bile olsa zafer zaferdir.
zafer hakkında tüm yazılar
Efsunlu Gemi, Mahmudiye Kalyonu
kopanisti | 18 November 2006 14:57
1829 yılında İstanbul Tersanesi’nde, dönemin en büyük gemisi olarak inşa edilmiş.
Üç ambarlı, 201 m.. uzunluğunda, 56 m. genişliğinde. Tam 128 topu vardı.
Ama tek özelliği bu değildi. Ona insanüstü varlıkların yardım ettiğine inanılırdı. Rivayete göre, Kırım Harbi ilan edildiği gece, Haliç’te demirli bulunan kalyon aşka gelerek, kendi kendine demirlerini koparıp, köprülere doğru yol almıştır. Yine Sivastopol bombalanırken, Mahmudiye Kalyonu’nun, kendiliğinden bir iskele bir sancağa döndüğü ve her iki taraf topları ile kaleyi dövdüğü anlatılmıştır.Bir gece subaylar ve askerler uyurken, gaipten gelen bir emirle kimsenin haberi olmadan Mahmudiye savaş hattına varmış, limana girmiş, sabah uyandıklarında kendilerini savaşın ortasında bulan mürettebat ile Ruslar büyük şaşkınlık yaşamışlar, fırsattan istifade eden Türkler Sivastopol’u bu şekilde fethetmişlerdir.
Efsunlu olduğuna inanılan Mahmudiye Kalyonu, 2. Abdülhamit döneminde kaynak sıkıntısına düşen hükümet tarafından memur maaşlarını karşılamak için parçalanıp müteahhitlere satılmıştı
Çember daralıyor, tecrübe masumiyeti öldürüyor…!!!
wurgun5 | 01 June 2006 00:15
Çember daralıyor…tecrübe, masumiyeti öldürüyor…
tecrübe masumiyeti öldürüyor
Gündelik hayatımızda attığımız her adım, kurduğumuz her ilişki bize bir ders veriyor. Ve bu dersler birike birike hayat tecrübeleri haline geliyor. Yaşanmış her hikayenin sonunda elimizde kalanlara bakıp, buradan dersler çıkarıyoruz. Bunlar ise bildiğimiz ve anladığımız kadarıyla, bundan sonra hayata doğru atacağımız her adımın niteliğini belirliyor. Bu anlamıyla da en tecrübesiz halimiz en masum çağlarımıza denk düşüyor. Tecrübe; insana ve yaşama dair biriktirdiklerimiz, masumiyeti öldürüyor. Önyargısız ve savunma kalkanları olmadan hayat, bir ihanetler toplamı haline geliyor. İnsanın, yaşamın her alanında kendini korumaya çalışması, insana karşı mevziler kurması anlaşılır hale geliyor. Ama hayat burada da durmuyor ve akıyor. Çünkü öğreteceği çok şey var. Savunma hatları fırsatını bulduğu anda saldırı hatları haline geliyor. Bu yolculuk sürerken insan “meşruiyetini” hiç kaybetmiyor. Çünkü hayat bu; öğretiyor, onu aşamadığımız, ona öğretemediğimiz andan itibaren, önünde saygıya durmaktan başka seçeneğimiz kalmıyor. Bu yolculuğa direnenler, rotasını başka yöne çevirenler, hayatla inatlaşanlar, ona rağmen yaşamayı deneyenler, bir tür “kaybeden” muamelesi görüyor. Sanki tüm toplum “dersini almamışları” tuhaf bir kaygıyla izliyor. Çünkü onlar hayatın vicdanı ve aynası işlevini görüyor. Onları kategorize etmek mümkün olmadığı oranda yapay karşıtlıklar yaratılarak, vicdanlar soğutuluyor. Bu tip bir “düşmüşlük/düşmemişlik” durumu pek kabul görmüyor. Çünkü anlaşılır değil, hayat, kendimiz gibi olmayanları anlama yeteneğini de kazandırmadığı için, hayatı anlayamayan ve anlamlandırmayanın biz değil, karşımızdaki olduğuna duyduğumuz derin güvenle sürekli birilerinin düşmesini bekliyoruz. Çünkü o düştüğünde “kazananların” tarafında olduğumuz bir kez daha doğrulanacak. Leş yiyicilik de hayatın öğrettiği bir şey. Ama doğanın bir dengesi var, vahşilik bir taraftan pervasızca yükselirken, diğer taraftan tüm insanlık tarihinin yarattığı ve biriktirdiği değerler, hayatın omurgasında sağlam bir yer tutuyor. Ayakta durmayı ve sürekliliği sağlıyor. Hayatın kendi bütünlüğü ve iç dengesi sağlanıyor. Bugünün “kaybedenleri” biliyor ki, bu değerlerin tek başına yaratıcısı değil ama aktarıcıları, tarihin “kaybedenleridir” Yaratıcılık tüm insanlığın ortak değeridir, yaratılanlar tüm insanlığa aittir. Bu yüzden de herkesin yaşamında iyi kötü bir yerlere tekabül eder. Ama sistemin içinde etki ve hareket gücümüz arttıkça ya da hedefimiz bu olduğunda, duruş noktalarımız olan değerlerimizin de altı oyulmaya başlanıyor. Çünkü “gerçeklerin” dünyasında hem iş yapmıyor, hem de çocuksu kalıyorlar. Sistem bize göz kırptıkça, değersizleşmeyi normalleştiriyoruz. Çünkü gerçek kayıplar maddi olanlardır. Bu tecrübeler biriktikçe, çember daralır. Üretmek, biriktirmek, bugünkü hayatı sürdürmek için “ne gerekiyorsa” anlamına gelir. Her adımda kaybettiklerimiz, kazandıklarımızı aşar ama zaten artık kayıp ve kazanç kavramları da ters yüz edilmiştir…!!!
Atm ler de zamanla savaş
sbaskentli | 11 May 2006 22:22
Dün bir kez daha teknoloji cahili olduğumu anladım arkadaşlar. Eminim bir çoğunuz bahsedeceğim şeyi biliyorsunuzdur..
:))
Akşam vakti beklenen havaleler gelmemiş ve can sıkıntısı içinde Garanti bankasının atm sine gidiyorsunuz . Ve hesap da bulunun 100 ytl nin altında ki cüzzi miktarda ki parayı çekme işlemini gerçekleştiriyorsunuz. Tam paranın size Atm denen para manyağı tarafından uzatıldığı anda herhangi bir sebebden dolayı ( ki ben cep tlf numu yere düşürmek gafletinde bulundum.) 10 sn oyalanıyorsunuz. Ve son anda kafanızı kaldırıp parayı almak için hareketlendiğiniz sıra da ki son an olduğunu o an fark ediyorsunuz. Daha önce rahat ve relaks davranmaya devam etmekdesinizdir. Az önce Atm canavarı tarafından size uzatılan bir kaç banknotun büyük bir hızla içeri süzüldüğünü görüyorsunuz..Dinledik.En fazla bu kadar bedavanın yanında kaybedeceğim bir kaç kontürdü… Ama bitmek bilmiyor ve yetişmemiz gereken son bankamatik hengamesinden sonra unutulmuş dahi olsa bir yer var.