bildirgec.org

yann tiersen hakkında tüm yazılar

Güncel Haberler

queennothing | 18 June 2010 14:24

  • Bir süre önce, Martin Scorsese‘nin, aktör/ müzisyen Frank Sinatra‘nın hayatını sinema filmi haline getireceğini duyurmuştuk. Söylentilere göre filmde Robert De Niro ile Al Pacino yer alacak. Bu iki isim kesinlik kazanmış değil, bekleyip göreceğiz.
  • Film müziği denilince akla gelen ilk isim olan Fransız müzisyen Yann Tiersen, 11 Temmuz 2010 tarihinde İstanbul’a geliyor. Biletler, Biletix‘te.

Good Bye Lenin (2003) – Elveda Lenin

kadirgunay | 05 June 2009 13:29

Good Bye Lenin
Good Bye Lenin

Wolfgang Becker imzalı 2003 yapımı olan film annesi için hiç olmayan bir dünya yaratan Alex’ in çabalarını anlatmaktadır.

Anne rolünde Katrin Sass gibi büyük bir oyuncu bizi yine büyülemektedir. Alex rolünü ise Daniel Brühl oynamaktadır.
İnancına delice bağlı bir anne düşünün. Kocasını bile inancı uğruna kaybetmeyi göze alan ve bunu çocuklarından saklayan bir anne. Christiane Kerner (Kathrin Sass) iki çocuğunu da tek başına DDR hükümeti ve inancına göre yetiştirmiştir. Fakat dünya onun düşündüğü gibi kalmıyordur. Her geçen gün gelişen dünyada, akımlar herşeyin önüne geçmeye başlar. İşte bu durumda oğlunu, inandığı düşünce karşısında bir gösteri sırasında görünce tüm dünyası değişir. Kalp krizi geçirir ve tam 8 ay komada kalır.

Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain – Amelie (2001)

arapsaci | 07 May 2008 17:51

Sabah pillidarko’nun Dante 01 filmi ile ilgili yazısını okuyordum. Yazının hemen başında geçen Jean-Pierre Jeunet ismi birden yazıya olan ilgimi arttırdı. Yazıyı bir solukta okudum, ama benim aklımda kalan yazıdan çok Jean-Pierre Jeunet ve efsanevi Amelie filmiydi. Küçük bir aramadan sonra filmin Sinepil’de tanıtılmadığını görünce çok mutlu oldum bir anda, çünkü bu enfes filmi anlatmak bana nasip olacaktı 🙂

Amelie
Amelie

Aslında Amelie’ye film demekle biraz haksızlık etmiş oluyoruz. O bana göre tam bir sanat eseri, her sahnesi ünlü bir ressamın elinden çıkmış birer tablo sanki. Renk seçimlerinde yeşil ve kırmızı öne çıkıyor, hatta bu renkler filmin afişine de yansımış. Teknik olarak kamera açılarından anlamasam da bu işin nasıl mükemmel yapılabileceğinin örneği verilmiş filmde. Az miktarda kullanılan özel efektlerin de katılımıyla film masalsı bir havaya bürünmüş. Zaten birçok kişi filmi bir modern çağ masalına benzetiyor.
Film görüntü kalitesinin yanında müzikleri ile de insanı içine çekiyor. Film müziklerinde Yann Tiersen imzasını görüyoruz. Fransız müzisyen tek kelimeyle döktürmüş. Her bir sahnedeki duyguyu öyle güzel yansıtmış ki müziğe. Size tavsiyem filmi izledikten sonra bir şekilde film müziklerini bulmanız, defalarca dinlemeniz, her dinleyişinizde filmi tekrar yaşamanız 🙂 Burada küçük bir parantez açmak istiyorum. Film 2002 yılında 5 dalda Oscar’a aday gösterilmiştir ki bunların içinde en iyi yabancı film ve en iyi görüntü yönetmeni gibi oldukça prestijli adaylıklar da var. Filmin aldığı diğer ödüller için buradan.
Biraz da filmden bahsedersek, kahramanımız Amélie Poulain (Audrey Tautou) küçük yaşta annesini kaybetmiş, yalnız ve mutsuz bir çocukluk geçirmiştir. Hayatını bir cafede çalışarak kazanır, küçük bir evde tek başına yaşar. Çocukluğundaki gibi yalnız ve mutsuzdur. 20’li yaşlarındaki bu kızımızın hayatı bir gece tamamen değişecektir. Amelie bu geceden sonra çevresindeki iyi insanları mutlu etmeye, kötüleri de cezalandırmaya başlar. Ama kendisi hala mutsuzdur ve tam o sırada Nino(Mathieu Kassovitz) ile tanışır. Ve şimdi mutlu olma sırası Amelie’ye gelmiştir.

Egoyu tatmin etmek

blood sugar sex magik | 31 July 2007 16:22

ahh ne hıssediyorum bilmiyorum bile.. öz’ün zamanında yüklettiği şarkılar çaldıkça içimde buruk bir mutluluk konu bizimkiler filan değil konu ne onu da bilmiyorum. şu an garip bir duygu fırtınası yaşıyorum hemde koca bir hiç için… garip bir korku içimde, garip bi hal… her şey garip bugün… erol bey’ın dediği gibi garibiz be kardeşim… sürrealizm buymuş! tamam işte o benim! Öz’üm şiir yazıyormuş aklım ona da takıldı serbest şiirmiş… bu da düz yazı nesir miydi bunun adı? nesir ışte!…
bu da bir garip, bu yann tiersen şarkıları beni niçin böyle yapıyor vurgun yemiş gibi… nerede olduğumu unutuyorum akropolis’te buluyorum kendimi! bir anda o kadar çok amacım üşüşüyorki beynime, aklım zaten bir kaçışta hangisini yapacağımı şaşırıyorum, yapabilecek miyim onu da bilmiyorum… aklımdan geçenlerı boşaltıyorum ne gelırse aklıma sadece o kadar… serbest cağrışım bunun adı. aklına ne gelırse söylemek serbest çağrışımmış! ‘kişi susamayacağı yerde konuşmalı sadece ve sadece aştığı seyler hakkında konuşmalı’ diye okumuştum… öff daha okuyacağım çok sey var. ’20 yaş’ ne ki hayatın hangi noktası ki dante gibi ortasında bile değiliz! neredeyiz?.. akropolisteyiz! ne işim varsa orada!… hey ıstediğim yere giderim, şimdi de sicilyadayım biraz sonra da kalahari çölünde… insan olmanın en guzel yanı işte bu akıl! hani 2 lob filan var sağ, sol dıye. benim sağ lob çok gelişmiş, sanki hayal mahsülleri ofisinde çalışıyorum…müzikler dönüp dönüp duruyor bense serbest çağrışıma devam… gözlerimi kapatınca aklıma ilk gelen garip bi çocukluk anısı oldu, bugünkü konu belli zaten “her şey garip” çıkış noktası bu! benim çıkış noktam… kaçış noktam? “ben”! nasıl bir kavramdır böyle, kimiz ki biz? nereden gelip nereye gidiyoruz? sonra biraz düşündüm… iyi bir insansın be BSSM, herkes iyi olduğunu söylüyor dedim, sonra ne basit bir kavram şu iyilik dedim içimden. her şeyin cevabı iyi!! beni ben yapan cevap bu olmamalı!! iyinin nesi kötü ki? ama “ben kimim?” sorsunun cevabı iyi değildir.libidom mu beni hayata bağlayan tabikide o ! adı üstünde yaşama sevinci! iyi de ya bu gözlerim bazen niçin sebebsiz yere doluyor? her şeyimde sebebsiz yere oluyor sanki sebebini bilmiyor muşum gibi… işte kaçıs noktası bu! olanı görmemezlikten gelmek, hey sevdim ben bunu! insan nasıl yaşar yoksa dimi? derinlere dalmamam lazım. sığ sularda kalmalıyım. ya o derin sular beni içine çekerse ya geçeçeğini umduklarım geçmezse ya bir fırtına daha çıkarsa…”kurtaaarrr!! beni bu derin kör kuyudan! dibini bile göremediğim kahrolası boşluktan, tut elimi çek beni, koyma beni tek başıma!”…tek geldik be hayat, tek gideceğiz. uyudun uyanamadın olacak… gelirken bişi getirmedin ki giderken götüresin… hakkın yok!
-evet bir şeyim yoktu ama şimdi çok şeyim var. adları da kısaca “ŞEY” işte! ne garip şeyin çoğul hali EŞYA değil mi? arapça kökenli! nasıl bir ironi, yoo BSSM sen bu değilsin ki “görünüş sadece giysin”, “türk giysili Јαсqυelіne” hesabı! sahip olduğum tek şey eşyalar mı? ya ailem, dostlarım? insan onları neden sever, sevdiği için mi yoksa sevmeyi sevdiği için mi? biz nesneleri değil o nesneyi isteyen güdüyü doyurmayı seviyormuşuz. bilimin yüzümüze bir tokadı bu galiba, ne kadar acı! aslında her şey Öz’ün de dediğinden ibaretmiş ‘egoyu tatmin etmek’…
egoyu tatmin etmek ya da edememek meğer bütün mesele buymuş!…