bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Dene beni, dene! Denemiyorsun!

admin | 05 February 2010 12:28

Aşk denenecek birşey değildir. Denemekle olmaz. Zaten içtedir. Hatta engelleyemdiğindir. Kendine rağmen engel koyamadığındır.

– Gel muhteşem bir televizyon ve ses sistemi bakalım. İzmir’de 4+1 ev aldım. Onun içini döşüyorum bir yandan.

– Hayırlı olsun. Sinevizyon aleti varken bunlar ilgimi çekmiyor. İzmir’e mi taşınacaksın?

– Birlikte taşınsak. Ömrüm olsan… ömrüme kalsan… Biz çok mutlu olabiliriz. Yıllardır benim hislerimi biliyorsun, denemiyorsun.
– Cicim elektrik derler ya, yüz yirmi kiloluk bir adama duyuyorum onu ama sana değil. Aşk diyorlar buna. Bilmem bilir misin?
– Her şey aşk mı? Mantık/ akıl denen bir şey var. Hem aşk bitince ne yapacaksın? Sence aşk bitmiyor mu? Bitmeyen aşk biliyor musun?

bir yemek yazısı daha

admin | 05 February 2010 11:41

1917 Rusya Ekim Devrimi’nde Gürcistan’dan Kars’a göç eden bir aile ile birlikte Alman bir peynir ustası ve birer tonluk iki kazan getirilir.İsviçre’de öğrenilen gravyer peynir orda öğrenilip nesilden nesile Kars gravyeriolarak üretiliyor.Kars peyniri Mayıs ve Temmuz ayları arasında elde edilen tam yağlı sütlerden yapılır.Eskiden kalan bakır kazanlarda kaynatılan sütler şirden mayası ile mayalanır ve harbi denen alet ile kesilir, sonra da tokuz ile çırpılıp tahta kalıplara konur.Sütün Kars gravyerine dönüşürken ortalama 120 gün geçirmesi gerekiyor.90 Kiloluk peynire yaklaşık bir buçuk ton süt gidiyor.

SESLERİN ARASINDAN

admin | 05 February 2010 10:22

Bir Pazar sabahına uyanmak… Yaşam sokaklardan evlere taşınmış. Hafta boyu görülmeyen bir hareketlilik var pencerelerin gerisinde. O evleri yaşayan, nefes alan yerlere dönüştüren sesler, görüntüler var.

Çaydanlık fokurduyor. Bu sabah çok özel bir kahvaltı hazırlamalıyım. Kapısı kapalı odalarda ilk hayat belirtileri henüz belirmeye başlarken, sofra çoktan hazır olmalı onları karşılamaya. Gülümseyen bir sofra olmalı!.. Çay bardaklarından dumanlar tüten, sucuklu yumurtalarla dolu tabakların yanında çatalların özenle yerleştirildiği… Sanki tüm bu hazırlığın, sokakların bomboş olduğu bu Pazar sabahı, bütün bir ailenin şu masayı çevreleyip biraraya gelmesi için… ama dışarının çağrısını bir an olsun duymadan, sadece bu masayı ve çevresindekileri düşünerek, hepbirlikte, başbaşa, tatlı tatlı sohbet edebileceği bir kahvaltıyı gerçekleştirebilmesi için olduğunu anlatır bir biçimde gülümsemeli…

hız arttı, son devre

admin | 05 February 2010 09:02

dijitalsanat.com
dijitalsanat.com

-Bu yıl her şey hızlandı. Fark ettin mi? Hiç geçen yılla aynı değil.

-Fark etmedim. Sadece bir ay geçti bu yıldan.

-Olsun yine de belli değil mi? Bu yıl her şey hızlı. Her şey farklı artık. Hayatını şekillendir. Bak bu yıl İngiltere’ye gidiyorum. Dördüncü sınıfa geldiğimde de göreceksin, heykelleri satan bir heyketraş olacağım. Buraya girerken de biliyorsun kesin konuşmuştum, hayatımı değiştirecek riskler aldım. Şimdi buradayım. Gene devam ediyorum. Yine risk alıyorum. Kocaman riskler. Hayatımı şekillendiren benim. Hayatın içinde günün içinde yol alıyorum. Kendi kovuğuma çekildiğim bir hayat olmayacak bu. Hayatın içinde olduğum bir hayat olacak. Bu benim yazım. Ben şekillendireceğim.

Dününde Yitik Adam…

admin | 04 February 2010 10:59

Nasıl başlar insan dünden kalan özlemini anlatmaya? Dile gem vurmaz mı yüreğin bu sessiz çığlığı? İçten içe ağlamak değil mi bu? Çaresizlik değil mi? Geleceğe doymuş ama düne aç bir velet bedenimin taşıdığı. Düşüncelerimde var olan nefret kime bilmiyorum hiç. Geri gelmek istiyor ayaklarım. Sanki bu yol değil de zaman patikası üzerinde yürüdüğüm. Küçük bir veledim işte, geleceği tümden yaşamış da dünü unutamamış. Çaresizlik değil mi bu? İçten içe ağlamak değil mi?
Ölüm yok olmak değil her zaman. Ya da yok olmak ölmek… Mutluluğum budur benim. Dünün kulağıma bıraktığı o ince ses de yitebilmek. Gözyaşım aksın gitsin ne olur? O da dün olacak nasılsa. Özlemim o olacak. Vicdanıma döndüğümde yüzümü gün be gün, her ne ziyansa yüreğimde bileceğim ki tekrar özlemim olacak. Ölmek istemez ya insan, geleceğe özleminden hep. Bense geleceğe doymuşum madem, öyleyse ölüm yok olmak değil bedenimdeki bu koca velede. Geçmişte yok olmuş silik bir gözyaşıyım ne de olsa.

Bana her şey seni hatırltıyor

admin | 03 February 2010 10:56

seren serengil (sanatçı kere sanatçı)
seren serengil (sanatçı kere sanatçı)

Kendisini büyük AbacI’nın (bkz. diva) daha önce seslendirdiği yazının başlığı ve bir şekilde akp ile özdeşleşen bir sanat musikisi eseriyle tanıdım, ortaokul öğrencisiydim.Emrah dinlemiyordum ama serengil oynuyor diye o diziyi ben de seyrettim.(emrah, serseriler ve seren serengilli dizi) Neden gülben ergen erdoğan ile küstüğünü anlamadım ama bir magazin programında onun için “tüp patlasa da kurtulsak” mealinden bir şeyler söyleyince, işin ciddiyetini kavradım. “En olmayacak şey” adlı şarkısında biraz da kendini anlatan bu kadın; hakikaten “inceldiği yerden kopsun” demeye dünden hazır, özgüveni tam, anneciği ile pek de anlaşamayan, neredeyse hayırsız evlat sıfatına uygun, ünlü bir babanın assolist kızı.. Annesi ah annesi!Benim, sizin anneniz gibi, evladı için en iyisini isteyen fakat pek de benim, sizin anneniz gibi olmayan güzel annesi..Ne hayaller kurdu, neler gördü. Acılar pek de eşit ve adil dağıtılmadığından mıdır nedir ya da “Allah akıl dağıtırken sen nerderydin?” sorusunda bu akılsızların acı çekecekler olduğu da sezdirildiğinden midir nedir , akılsız kızdır seren serengil.. Çete lideriyle evlenir, aklına geleni söyler; sınıfla , statüyle pek de alakadar değildir. Susuz, elektriksiz köyde de yaşar ama köpeğini de götürür.
İnsanlar ona bakınca ne görüyor, taraf olduğum için anlayamıyorum. Gülben Ergen Erdoğan’ın porno kasedinin ortaya çıkışından sonra, beyaz gömleği ve Allah yazılı kolyesiyle katıldığı basın toplantısını izlerken neler hissetmiştir, ben anlayabiliyorum. Türk halkı o engin bağışlayıcılığı ve balık hafızasıyla bu olayı en kısa sürede geçiştirirken (nedense gamze özçelik için bu böyle olmamıştı)ben de bu ülkede yaşıyordum. Mahalle delikanlılarından “evlendi, namusunu temizledi” cümlelerini kulağımla duydum. Daha sonra anne de oldu ve büyük aklanma gerçekleşti. Anne olmak, kadında bir level yukarı çıkmak demekmiş. Ana, devlet ana, toprak ana, tabiat ana ama seren serengil olamadı… Bu acı kanırtılarak, abartılarak, umrunda bile olmayan insanların dilinde dolandırılarak bir süre gündemi meşgul etti. Acı meşguliyeti de başka şeye benzemez..
Gelelim şimdiye… Nerededir, ne yapmaktadır, zayıflamakta mıdır, annesi ile arası nasıldır, sevgilisi var mıdır bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum artık. İkiyüzlülükle gelinebilecek tepe noktalardan birindeyiz. Birinin evi, ikizleri merak konusuyken, diğeri arama motorlarında frikikleri ve doğum yaptı haberleriyle anılıyor. Belki bebek yaşasaydı lohusa şerbeti gönülleri serinletirdi; ama olmadı çok frikik verdi hayatta.. O mutlu olmadan, bize gün yüzü yok memlekette. Bana her şey onu hatırlatıyor….

Kendinize İftira Atmayın…!

admin | 03 February 2010 09:51

İFTİRA

Günümüz dünyasının kirlenmesi, dünyalarımızı kirletti. Nefret,yalan,gıybet ve iftira yaşamımızın ayrılmaz birer parçaları oldu. Kirlenenler önce bizi kirletti, sonra biz başkalarını kararttık. Değinmek istediğimiz husus ise yaralarımızın belki de en büyüklerinden olan ‘Dil Yaraları’: İftira dilinize yapışmış kirlerdir,önce dilinizi sonra kalbinizi karartırlar. Kararan kalp de önce bu dünyada sonra da ötelerde başa bela olur. Yalan gıybetin adı gıybetlikten çıkar,iftiraya dönüşür.
Attığınız her iftira ötelerde yüzünüze çarpılacak.İftira yalanın katmerli halidir. Yalan zincirin halkası; iftira halkanın kendisidir. Çünkü iftira bir çok yalana zemin hazırlar.Söylenen yalan birçok yeni yalana gebedir. Yalan yalanı doğurur.İftira atan, itibarını bile bile çöplüklere atıyor. İftira atmak kendi kişiliğini bilerek satmaktır. Söylediğiniz yalan da attığınız iftira da er geç gün yüzüne çıkacaktır. Ortaya çıkan her yalanınız isminizin üzerine çekilen çizgidir.Öfkeniz veya hırsınız gözünüzü boyayabilir; ayağınızı cehennemin en kör çukuruna sokabilir. Diliniz dininize zarar vermesin.
Dünya’nın en kötü çocuğu,kontrol edilmeyen öfkenin,hırsın veya kıskançlığın doğurduğu iftira ve yalanlardır.Dilinizdeki en tehlikeli yaralardan biri iftiralardır.Attığınız iftira cehenneme atılmanıza sebep olabilir. Şu hadise kulak verin: Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar. (Ebu Davud)
Cehennem ateşine Dünya’da atılmak istiyorsanız iftira atın. İftira atan bu dünyada onlarca belayla yüzleşmeyi göze alır.İftira attığını bilip de, nefsine söz geçiremeyip,kendine suçunu itiraf edemeyen insan şeytanın ve nefsinin köleliğini yapıyor…İftiradan kurtulmanın yolu kendinizi tarafsızca yargılamaktır. Gıybet belasına bulaşmış dil iftiraya daha yatkındır. Başkasının ardından patavatsızca yapılan konuşmalar yalanla dostluk kurduğunda iftira belası hortlar.

Gıybet etmek yalanı; yalan iftirayı tetikler. Yalanınız yüzünüze paçavra gibi vurulunca çekeceğiniz acının haddi hesabı yoktur.Küçük bir suç dahi olsa başkasını lekelemeniz iftira kategorisindedir. Şakadan karalamalar ileride karalanmanıza zemin hazırlar.
İftiradan daha saf bir ifadeyle yalandan yakanızı kurtarmanın yolu ince bir dikkat geliştirmenizdir. Ağzınızdan çıkan her söze dikkat etmeli; ufacık da olsa çamur atmamalısınız.
Başkalarıyla yarışmayı ve çatışmayı da kesmeli; dışa bağımlı kurallar yerine içsel disiplinler oluşturmalısınız. İftiranın temelinde çekememezlikler de yer alabilir. Bu nedenle çamursuz güreşmeyi ve karalama kampanyalarından uzak durmayı öğrenmelisiniz. Unutmayın iftira ve yalan sizi cehenneme bağlayan zincirlerdir. Kendinize sahip çıkın !

HUXLEY AİLESİ (dahiler)

admin | 02 February 2010 17:32

HUXLEY AİLESİ, yetiştirmiş olduğu yazarlar ve bilim adamlarıyla saygın bir İngiliz ailesidir.

THOMAS HENRY HUXLEY (1825-1895), Darwin Charles ‘in evrim kuramının en ateşli savunucularındandı. Biyoloji dalında yaptığı çalışmalarla bilimsel gelişmeye büyük katkısı olan Thomas Henry Huxley, denizdeki canlılar ve kuşlardan başka, jeolojik devirler boyunca dünyada yaşamış canlı varlıklar ve fosiller üzerinde de araştırmalar yaptı. Babası bir matematik öğretmeni olan Huxley Londra yakınlarındaki Ealing’ de doğdu. Londra Üniversitesi‘nde tıp öğrenimi gördükten sonra İngiliz donanmasında dört yıl cerrahlık yaptı. Donanmada çalışırken, Avustralya ile Yeni Gine arasındaki bölgeye gittiğinde, denizanası ve başka deniz canlılarını toplamaya ve incelemeye başladı. 31 yıl süreyle Kraliyet Madencilik Okulu’nda ders verdi ve bilimsel araştırmalarla uğraştı.

ANKARA KALESİ

admin | 02 February 2010 16:34

Kuru sert iklimi, öğrecisi, memuruyla farklı bir kent Ankara. Kimilerinin “ruhsuz” bulduğu bu şehir, bakmasını bilenler için pek çok zenginlik taşır derinlerinde. Siyasetin ve bürokrasinin kalbi olmasından mıdır bilinmez ama ayrı bir havası, ayrı bir yaşantısı vardır Ankara’nın. Pek de bilinmez Ankara’nın uzak tarihte çok önemli bir yeri olduğu. Türkiye’nin en ünlü kenti olan İstanbul’un, M.Ö. 667 yıllarında Megaralılar tarafından kurulmasına karşılık, Ankara’nın M.Ö. 14. yüzyılda bir Hitit kenti olarak varlık bulduğu hesaba katılırsa başkentimizin ne kadar eski bir geçmişe sahip olduğu hemen anlaşılır.

Hititler’e, Frigler’e, Galatlar’a dayanmaktadır Ankara’nın bilinen tarihi. Bilinen bir söylenceye göre ismi şöyle ortaya çıkmıştır: Firigya’nın ünlü kralı Midas’a bir gece rüyasında ilahi bir ses, bir gemi çapası aramasını ve bulduğunda da bir kent kurmasını söyler. Çapa, Ankara Kalesi’nin bulunduğu tepede bulunur. Midas buraya gemi çapası anlamına gelen “Anker” adını verir.