bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

SEMUM;ŞEYTAN’IN ZEHRİ,DABBE’NİN MÜHRÜ!

nostradamuska | 13 January 2008 08:19

Korku sinemasının tarihine baktığımızda,kendi açımdan söylüyorum,öyle tüylerimi diken diken eden veya günlerce etkisinden kurtulamadığım bir film yok!İnsan neden korkar,sorusunun yanıtını vermek o kadar kolay olmasa gerek.Zira korku temel olarak kültürel eksenli olarak gelişen bir olgudur.Karanlığın içine gizlenmiş dehşetli varlıkları düşünüp uykusuz kaldığım gecelerin ve beni sürekli arkamdan izleyen ve adını koyamadığım varlıkların hissiyatını yaşadığım anların,beynimde ve ruhumda oluşturduğu korku kaosu o kadar garip ki,acaba ürpermek ve yalnızlık acılarımızı unutmak için başvurduğumuz bir kaçış yolu mu,diye düşünmeden edemiyorum.Ve tabi ki,din.İnsan neye inanırsa ondan korkar demişti bir tanıdığım,evet bu sözün doğruluğunu kanıtlayan bir film vardı geçen sezon sinemalarımızda,D@bbe!Belki oyuncuları kötüydü,çekimleri zayıftı,müzikleri yetersizdi ama filmin İslam eksenli paradoksal kıyamet tezleri biraz düşünen ve inanan birisi için tüyler ürperticiydi.Kuran’da,neml suresinde(82) geçen bir ayet,kıyamete yakın yeryüzünü saran bir varlığın insanlığı tarumar edeceği ve kaçmak isteyenin ondan kaçmasına asla imkan bulamayacağı bir olgudan bahseder,yıllardır ne olduğu hakkında tüm İslam teologlarının adeta fikir savaşları yaşadığı bu kavram:Dabbe’tül arz olarak kuran’da anılıyordu.Debelenerek yeryüzünü saran bir ağa dolanmış canlı anlamına gelen ‘dabbe’ sözcüğü ve www(worldwideweb),yani internet,yani dünyayı saran ağ,arasında mükemmel ve bir o kadar da fantastik bir ilişki kuran senarist ve yönetmen Hasan Karacadağ,bu özgün fikrini korku sinemasının etkili ve akılda kalıcı yöntemlerini kullanarak sinemalaştırdı.Türk sinemasındaki İslam ve kuran korkusu düşünülecek olursa,Hasan Karacadağ’ın bu fikrinin aslında öyle küçümsenecek bir fikir olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.Sinemamızın hep aynı klişe konuları defalarca farklı tepsilere koyarak önümüze servis etmesine alışık olan izleyicimiz,Karacadağ’ın bu mütevazi imkanlarla sunulan şok edici yaklaşımını es geçmedi ve film gişelerde adeta bir fırtına estirdi.Dabbe hakkında yazılan yazılara baktığımda,yorumların genelde keskin bir şekilde ikiye ayrıldığını gördüm,ve bir şey çok dikkatimi çekti.Genelde dabbe filmine saldıranlar hep aynı kişilerdi ve ne acıdır ki bu kişiler genelde korku sineması yapmaya çalışan,veya korku kitapları,dergileri olan insanlardı.Sanki Karacadağ bu kişilerin ellerindeki vampirli,zombili oyuncaklarını almış,yerine İslam kültürünün cinlerini,ruhlarını,dabbetlerini,şeytanlarını koymuştu.Dabbe elbette dört dörtlük bir film değildi ama dediğim gibi çıkış noktası ve ilerleme biçimi Türk sineması açısından şok ediciydi,sırf bu özelliği ve karanlık bir odada Dolby sistemli evimde yalnız izlerken bana ışıkları açtırabilen tek film olması hasebiyle bu yazıyı kaleme aldım.Evet ilk defa hayatımda bir filmin ortasında tüylerim ürpermiş ve ışıkları açmak zorunda kalmıştım.Ve geçen gün bir gazetede sıradaki Hasan Karacadağ korku filminin ‘Semum’ adıyla 8 şubatta vizyona gireceğini duyunca sevindim.Acaba Hasan Karacadağ’ın Dabbe’si bir tesadüf mü yoksa dünya geneline yayılacak yeni bir korku sineması türünün ilk adımı mı?İşte Semum bu soruların ve tereddütlerin giderilmesine yardımcı olabilir diye ummaktayım,zira filmin fragmanını ve ne anlatmaya çalıştığını görünce kesinlikle umutlandım.Cehennem alevi ve şeytani varlıkların ana maddesi olan Semum,insanın ana maddesi olan çamura karşı perdede nasıl bir performans sergiler bilemem ama umut ettiğim önemli bir şey var ki,o da Hasan Karacadağ’ın birkaç film sonra dünya genelinde konuşulacak işlere imza atabilecek biri olabilmesi.Yıllardır ezik bir şekilde dünyaya sunulan İslam kültürünün,korku sineması vasıtasıyla varılamayacak noktalara bile varabilme olasılığını çok iyi yakalayan bu genç yönetmenin Semum filmini dört gözle bekliyorum ve izlediğim ilkgün yorumlarımı sizinle paylaşmayı diliyorum.Semum filminin web sitesinde şöyle bir slogan var:’yasak kapının ardında cehenneme ait bir sır var!’’ evet bakalım o sır bize küflerle örülmüş yasak kapı nakışlarını gösterebilecek mi, ve dahası kapının ardındaki yasak şeytanla buluşturabilecek mi,bekleyelim ve de görelim. www.semum.com adresinden fragmanı ve daha detaylı bilgileri bulabilirsiniz.

Kusura Bakma

estiyine | 12 January 2008 22:37

http://uydurukmu.blogspot.com/2007/12/kusura-bakma.html

banana evolation(muz anatomisi)

hozer33 | 12 January 2008 16:46

anotomi banana
anotomi banana

muz anatomisi, muz yetiştiricileri için bir kaynak resim, ziraat mühendisleri içinde bir ödev konusu olabilir işte size muzun evreleri.

Senden iğreniyorum

arseli33 | 12 January 2008 16:17

Dokunurken bile incitmeye kıyamaz tavırların vardı hep.Gözlerinden bile kıskanırdın bakışlarımı.Kimse görmesin, kimse ilgilenmesin diye binbir şekle sokardın beni.Saçlarımın rengine karışırdın, giydiğim kıyafeti eleştirirdin, makyajımı değiştirirdin.Telefonumda ne var ne yok benden daha iyi bilirdin.
Anneni babanı araya sokardın size gelmem için.Onları kıramayacağımı bilirdin çünkü.Günleri evde tüketirdim.Annenle çarşıya çıkıp bir iki insan görebilirsem yaşadığımın farkına varırdım.Sonrası aynı…Kahvaltı, televizyon, yemek,televizyon.
Ofise inerdim bazen, burnumdan geleceğini bile bile.Öylede olurdu.O baktı, şu konuştu, bu güldü diye başlar ardı arkası kesilmeyen bir sürü cümle kurardın.Okul saatlerimi bile hesaplardın.” Dersin şu saatte biter, hemen çıksan 10 dk ya burdasın” 10 dk dan bahsediyoruz,okuldan çıkıp durağa yürümem 10 dk yı geçer diye itiraz ettiğim zaman, kafanda oluşturduğun hikayeleri bir bir sıralardın.
Kıskançlığın dozunu abartırdın hep.Senin kurallarına göre oynamamı isterdin.Benim doğrularım yoktu sana göre, olamazdıda.Herşeyimi değiştirmeye çalışırdın.Tüm yasaklarına boyun eğmemi isterdin.Ve zamanla onuda başardın.Özgürlüğümden asla taviz vermeyen ben, özgürlüğün adını başkaların cümlelerinde duyar oldum.Senin istediğin gibi biri olmak için kaç kez kimlik değiştirdim hatırlamıyorum.
Askere gidince değişirsin sandım.Olmadı.Tüm ilgini üzerime yoğunlaştırdın.Sınavlarım varmış, son sınavlarmış, okulum uzarmış umursamadın.Telefondan duyacaktın nefes alıp vermemi.
Size gidip sizde bekleyecektim seni.Kafan rahat olacaktı aklın sıra.Bekar evi ya olurda arkadaşlarım gelir, olur da birşeyler içmek için dışarı çıkarız.İnsanlar beni görür, bana bakar.Askerliğide uyguladığın sıkı yönetimlerle bitirdik işte.
Peki ya sonrası..Hayatımın anlamı diye yerlere göklere sığdıramadığın beni, ucuz bir kızın kirlenmiş bedenine gömdüğün aşkın.Lekelediğin yaşanmışlıklar.Bir anlık zevkinin geri dönüşü olmayan bir yolla sonuçlanması.
Evimi açıp, soframı paylaştığım derdimi anlatıp omuzunda ağladığım, kardeşim diye tanıttığın o kızın koynuna da kardeşçe girdin değil mi?
Ya diğeri…Hani beni evde bırakıpta bir saat içinde geliyorum diye tembihleyip, 12 saat boyunca aramalarımıza cevap vermeden, arada bir msj atıp” geldik,geliyoruz” diye uyutmaya çalıştığın gece.Yanlışlıkla açılan telefonun ucundan duyduğum sesin sahibi olan o kız…
Ya senin pişkinliğin.Annenin isyanlarına verdiğin saçma sapan cevaplar.Hıçkırıklara boğularak ağladığım gecenin sabahında, ardı arkası kesilmeyen bir sürü kuyruklu yalan.O kapıyı çarpıp çıkarken annenin gözlerinde gördüğüm yaşlar.Başkasına dokunduğun o pis ellerinle, boğazıma sarılıp kendini savunmaya çalıştığın o an beynimde bitirdiğim seni ve telafisi mümkün olmayan hatalarını bıraktığım anılarla dolu o ev..
Hatalarını telafi etmek isterken bilmediğin birşey vardı oysa:İnsanın kendi sevgisi üzerinde aldatmacalar yapması çok büyük kayıplara yada telafisi mümkün olmayan hatalara yol açar..
Ve ben seni hatalarınla birlikte anımsadığım her an senden iğreniyorum.