bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

roksen lülü vesaire vesaire…

kahramancayirli | 13 April 2008 19:07

roksen lülü ve tunç başaran...
roksen lülü ve tunç başaran…

ben marmaris halıcı ahmet urkay anadolu lisesinde okudum ortaokulu. bizim iki sınıf üstümüzde roksen lülü adlı bir kız vardı. ismi, soyadı ilginç gelirdi bana, bir de oyuncu olmak istiyordu, bu iki sebepten aklımda kalmış. aradan sekiz sene geçti…
bu hafta tunç başaranın yeni filmi “vesaire vesaire” girdi vizyona. başrolünde kim var? roksen lülü. senaryosunu kim yazmış filmin? roksen lülü. geçenlerde hürriyet kelebekte, lülü ile yapılmış tam sayfa röportajı okudum. inanın öyle gurur duydum ki..
türk sinemasındaki yeni işlerinin takipçisi olacağım, genç oyuncunun. ve tabii ilk işim “vesaire vesaire”yi izlemek olacak. rutkay aziz, filmin diğer başrolü. bu arada tunç başaran’ı da mutlaka çok iyi hatırlıyorsunuz: zira “uçurtmayı vurmasınlar”ın yönetmeni kendisi..

türk sinemasında onyediağustos

kahramancayirli | 13 April 2008 11:44

yazı tura, iyi bir filmdi
yazı tura, iyi bir filmdi

türk toplumunun, türk tarihinin belli günleri var. oniki eylül mesela. yıl belirtmeye gerek kalmıyor. onyedi ağustos da böyle bence. bindokuzyüzdoksandokuz dememe gere kalıyor mu? kalmıyor. türk sinemasında onyedi ağustos üzerine yeterince eğilinmediğini düşünüyorum..hiç eğilmediler demiyorum. bakalım şimdi..o şimdi asker (yön: mustafa altıoklar), çorba gibi bir filmdi, mustafa altıoklar ne zaman senaryo yazsa böyle oluyor, konu zafiyeti geçiriyor insan filmlerini izlerken. mümkünse altıoklar, başkalarının senaryolarını filme çeksin, kendisi senaryo yazmasın. uğur yücel’in yazı tura’sı eli yüzü düzgün bir türk filmiydi, üstelik filmin ikinci yarısı onyedi ağustos odaklıydı. mahsun kırmızıgül’ün beyaz melek’inde de aynı “o şimdi asker”de olduğu gibi şöyle bir değinilip geçilmişti onyedi ağustosa. karakterlerin yolculuğu sırasında sanırım adapazarından geçiyorlardı, adamın geçmiş acıları canlandı vs..gelelim taylan biraderlerin küçük kıyamet‘ine. başak köklükaya’nın yıkılmış istanbula bakarkenki gözlerini bir türlü unutamıyorum. doğu yücel’in ellerine sağlık. ne kadar akıllı, ne kadar sağlam, nitelikli bir işti. üstelik de odağı istanbul depremiydi basbayağı. psikolojik gerilim türüne koyacağımız bu film bile neden tatmin etmiyor beni..hala daha iyi daha nitelikli bir türk filmi bekliyorum onyediağustos odaklı. küçük kıyameti geçebilecek bir yapım izleyebilecek miyiz bakalım. onu da hollywood’tan izlemeyelim de…

3 ve 33

| 13 April 2008 02:44

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=163631

”Haydi Teleskop Başına”

toz66 | 12 April 2008 21:13

Gezegen Bul
Gezegen Bul

Kafanızı havaya kaldırıp gökyüzüne baktığınızda, yıldızları saydığınızda hiç bunların isimlerini düşündünüz mü? Ya da kendiniz bunlara bir isim vermeyi aklınızdan geçirdiniz mi? Sevgilisine yıldız hediye edenlerimiz hariç nerdeyse hiçbirimiz bunu yapmamıştır. Gördüklerinize isim verseniz de bir anlamı olmayacaktır zaten, çünkü onlar bulunmuş bilinen yıldızlardır. Ya bulunmayanlar… Onları bulup isim vermeyi düşündünüz mü? Tübitak bu uyuşukluluğumuzun farkına varmış ve bu alanda bir yarışma düzenlemiş…
Tübitak’ın bir çalışması olan “Bilim ve Teknik” dergisi nisan ayındaki sayısında amatör uzay bilimcileri yarışmaya davet ediyor. Yarışmaya katılacakları Gezegen Avcıları diye nitelendirecek olursak, bu Gezegen avcıları daha önce keşfedilmiş 300’e yakın gezegenden başka gezegenleri keşfe çıkacaklar. Gezegeni bulan ekibe tam 100 000 YTL ödül vaad ediliyor.
Dergide yayınlanan haberde Tübitak ülkemizin adını göklere yazdırmak istediklerini belirterek katılımı artırmaya çalışmış. Bu slogandan çok sanırım ödül etkili olacaktır. Ayrıca haberde gelecek senenin Uluslararası Astronomi yılı olduğu belirtilmiş ve dünyanın her yerinde uzay bilimleriyle ilgili çalışmaların yapılacağını belirtilmiş.
Ayrıca çalışmanın başarılı olması dahilinde ödülün artırılabileceği, yarışmanın kapsamının genişletilip süpernova, nova, kuyruklu yıldız ya da küçük gezegen bulma dahil bir yarışma daha düzenlebileceği konuşuluyor.

Orkestra

tentena | 12 April 2008 20:57

Çalgı toplulukları en eski çağlardan beri vardı, fakat gerçek orkestralar ancak çoksesli müziğin gelişmesinden sonra ortaya çıktı. 1475’den sonra Pesaro, Mantova, Brescia’da önemli çalgıcı topluluklarından söz edilir. Ama Rönesans devrinde şarkıcıların çoğunun viyol veya kornet gibi çalgılar çalarak şarkı söylediğini unutmamak gerekir. 1600’e doğru çoksesli çalgı müziği ses müziğinden ayrıldı, fakat iki türün ortak çalışmalarıda kesilmedi. 1700’de yalnız orkestraya yer veren bir repertuvar oluşmaya başladı. O zamana kadar tesadüfe veya durumun gereğine bırakılmış olan çalgı seçimi, operalar sayesinde değişmez bir düzene sokuldu; Lully’den yüz yıl sonra Paris Opera orkestrasının üye sayısı altmışı aştı. 1725’te Philidor’un kurduğu ‘Concerts Spirituels’ orkestrasının üye sayısı ise hiç bir zaman opera orkestrasına erişemedi. 1713’te Paris Opera orkestrasında ‘küçük koro’ adı verilen on çalgılı bir topluluk yer aldı; şu çalgılardan oluşuyordu: