bildirgec.org

romance hakkında tüm yazılar

Ustalar Geçidi; Hicran Sokağı

nazokiraze | 08 January 2009 14:16

Bu hafta sonu bir film izledik ismi Hicran Sokağı afişinde Türkan Şoray, Cüneyt Arkın vardı. Son dönem filmlerinden ama hiç duymadım diye söylenerek izlemeye başladım filmi. Filmin gerek senaryosu gerek yonculuklar beni hiç tatmin etmedi sanki acele çekilmiş dizi tadındaydı, yalnız dikkatimi çeken şey başrolden en küçük role, seyyar satıcıdan, filmin kahramanına kadar hepsi Türk sinemasının emektarlarıydı. Selda Alkor’dan Yusuf Sezgin’e, Süleyman Turan’dan Ahu Türkpençe‘ye, Selma Güneri’ye, Ayla Algan‘dan Pelin Batu’ya Hülya Koçyiğit’e insanı şaşırtacak derecede ünlü oyuncu vardı.Rutkay Aziz, Ezel Akay bile vardı yalnız Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın hariç duyan gelmiş gibiydi. O kadar ustayı bir arada görünce vardır bir hikmet diye izledim filmi. Sonuna yakın süpriz olarak Türkan sultan ve Cüneyt Arkın’ıda görünce tadından yiyemedik bu kötü ama iyi filmi.

Film sonrası yaptıgım araştırmalarda dünyada senaryosu en çok film yapılan senarist olarak rekorlar kitabına geçen Sefa Önal‘ın jubile filmi olarak çekildiğini ögrendim. O yüzden di vasat konulu bir filmde bu kadar iyi ustaların oynaması.
Eski Yeşilçam günlerini hatırlatan fakir zengin aşkını, mahalle esnaflarını, yardımı, iyiliği, sevgiyi, ümidi anlatan bu film bir çok sanatçıyı bir arada görmek adına izlenebilir. Müzikler ise Gökhan Kırdar ve Cahit Berkay’ ait.

Vicky Cristina Barcelona (Barselona Barselona)

queennothing | 04 January 2009 14:48

2006 yılında “The Prestige” ve 2008’in en iyi drama / tarih / biyografi filmlerinden biri olan “The Other Boleyn Girl“de rol alan 1984, New York doğumlu Scarlett Johansson, ve yine “The Prestige“de rol alan 1982, Londra doğumlu Rebecca Hall ve de Madridli ünlü aktris Penélope Cruz‘un İspanyol aktör Javier Bardem ile başrollerini paylaştığı “Vicky Cristina Barcelona” (Barselona Barselona), 3 Oscar Ödülü sahibi yönetmen Woody Allen imzalı ‘ilişkiler ve ilişkilerin insan psikolojisindeki yeri ve önemi’ni anlatan, 2008 yapımı bir romantik – komedi filmi.

Garden State

schizophrenia13 | 03 January 2009 10:16

garden state
garden state

dizilerden aşina olduğumuz zach braff‘ın ilk defa yönetmen koltuğuna oturduğu filmi garden state‘in senaryosu da kendisine ait. braff ilk filmi olmasının da etkisiyle olsa gerek müzikleri de kendi oluşturduğu seçkiyle kotarmış.

garden state
garden state

restoranda çalışarak oyuncu olmaya çalışan ve metropolde steril bir hayat yaşayan andrew, annesinin cenazesi için kasabasına kısa bir süreliğine de olsa geri döner. aile ilişkilerinin zayıf olduğunu babasından gelen telefonla filmin başında kavradığımız andrew’ın hikayesini ise kasabada babasıyla olan münasebetlerinden kavrarız. evden niye koptuğunu ise bu zorunlu ve kısa ziyarette bize aktaran film, andrew’un şehre dönünceye kadar kasabadaki arkadaşları, katıldığı bir parti ve edindiği yeni arkadaşıyla atıldığı macerayı bize aktarıyor.

lost in translation

schizophrenia13 | 01 January 2009 14:17

lost in translation
lost in translation

sofia coppola‘nın yazıp yönettiği lost in translation, fotoğrafçı olan kocasının işi dolayısıyla japonya’ya gelen ve kocasının yine işleri nedeniyle yapayalnız kalan kalan charlotte‘un, reklam filmi çekmek üzere hiç istemediği halde para için japonya’ya gelen eski popülerliğini sinema endüstrisinde kaybetmiş ama japonlar tarafından biraz karıştırılsa da oldukça sevilen bob‘la aynı otelde kalmaları nedeniyle karşılaşmalarını oldukça sade bir dille aktarıyor.

lost in translation
lost in translation

hikayenin geri kalan kısmında da bu sadeliği koruyan coppola, eşleriyle olan ilişkilerinden bir şekilde mutlu olamasa da birlikteliklerini sürdürmeye çalışan bu iki insanın, milyonlarca insanla dolu bir şehirdeki yalnızlıklarını soğuk ama bir şekilde renkli olarak çekmiş.

Salma Hayek

queennothing | 21 October 2008 11:40

Gözünü Meksika’dan Hollywood’a diken, ailesi başta olmak üzere yoluna çıkan herkesi yanıltmayı başaran “femme fatale”; Salma Hayek Jimenez.
Lübnan asıllı zengin bir iş adamı olan Sami Hayek Dominguez ile Meksikalı opera sanatçısı Dani Hayek evliliğinin ilk çocuğu. 2 Eylül 1966 tarihinde Meksika’yı oluşturan 31 eylaletten birinde; merkezin doğusunda yer alan Veracruz‘da dünyaya geldi. (Coatzacoalcos)

Daha sonra, aileye ‘Sami‘ adında bir erkek çocuğu daha katıldı.
Meksika’da normal bir hayat sürdüren Hayek ailesi, Salma’nın henüz 5 yaşındayken sahnede izlediği “Willy Wonka and the Chocolate Factory” adlı fantastik / müzikal oyundan etkilenip de kurduğu oyunculuk hayallerine aldırış etmedi.
Salma 12 – 13 yaşlarına geldiğinde aktris olma isteğini bastıramıyordu, fakat her seferinde ailesinin onun için yaptığı planlar daha baskın geliyordu. Salma için karar verilmişti; iyi gelir getiren düzenli bir işte çalışacak ve geleceğini garanti edecekti. Uzun süre onların istediği gibi davransa da, ‘kendi kimliği’ni daha fazla bastıramadı ve ailesine karşı çıktı.
Meksika Ulusal Üniversitesi‘nde profesyonel oyunculuk eğitimi almaya başlayan Hayek, bir çok tiyatro ve reklam filmlerinde rol aldı.

İlk olarak 1988 yapımı “Un Nuevo amanecer” adlı TV dizisinde rol alan Hayek, bu romantizm temalı pembe dizide ‘Fabiola‘ karakterini canlandırdı.
1989 – 1991 yılları arasında ise, daha sonra adından sıkça söz edilecek ve “Salma Hayek’i Meksikalılar’a tanıtan dizi” şeklinde anılacak olan “Teresa” adlı pembe dizide de rol aldı. Dizide, Kaliforniyalı müzisyen Roberto Enrique ve “Babel“den tanıdığımız aktör Gael García Bernal da rol almıştı.

Meksika sokaklarında parmakla gösterilecek kadar ün sahibi olan Hayek, Hollywood’da kararlıydı. Çünkü, Meksika’da ne kadar başarılı ve ünlü olursa olsun, asla tatmin olmayacağını ve çok fazla kazanamayacağını biliyordu.
Meksika başarısının ardından arkadaşları ve ailesi de Hayek’e destek oluyordu. Nişanlısı Richard Anthony Crenna JR.’dan da (Richard Crenna‘nın oğlu) ayrılarak Hollywood’a gitti.

Hollywood; kurtlar sofrası. Meksika aksanıyla Hollywood’da şansı düşüktü. “Bir Meksikalı’nın Hollywood’da işi yok” denildiyse de, 1941 yapımı “Shadow of the Thin Man” adlı filmle tanınan aktris Stella Adler, Hayek’e oyunculuk ve diksiyon dersi vermeye başladı. Adler, 1992 yılının Aralık ayında yaşamını yitirdi.

Hollywood yıldızlarından Liv Tyler’da da bulunan “Dyslexia” hastalığı, Hayek’de doğuştan vardı. (Harfleri veya rakamları karıştırma. Kişi, düşündüğü şeyi değil ağzından çıkan şeyi söyler. Mesela, kişiye yaşı sorulduğunda, 35 ise 10 diyebilir. Bu hastalık, beynin sol tarafındaki işlev bozukluğundan kaynaklanıyor. Tedavi edilmesi için, kişiye özgü öğrenme teknikleri geliştirmek gerekiyor.)

Chocolat (2000)

absynthe | 06 October 2008 10:17

Johnny Depp ve Juliette Binoche
Johnny Depp ve Juliette Binoche

Çikolata, 2000 yapımı, hikayesi 1959 kışında Fransa’nın küçük bir kasabasında geçen sıcak bir film. Küçük kızı Anouk ile Avrupa’da kasabadan kasabaya dolaşan Vianne, hayatını çikolata yapıp satarak geçirmektedir. Fakat alışılmadık hayat tarzı, onun geleneksel ve tutucu bir yaşam süren kasaba halkıyla tatsızlıklar yaşamasına sebep olacak, sonunda hem bu küçük kasaba Vianne’e, hem de Vianne kasabaya çok şeyler öğretecektir.

Wall-E film incelemesi

screamofthebutterfly | 19 September 2008 15:02

Wall-E
Wall-E

Galiba gelmiş geçmiş en güzel animasyon filmi Wall-E. Pixar Animasyon diye bir şirket olmasaydı acaba sinema sektörü özellikle çocuklara yönelik filmler nasıl olurdu,kestirmek zor; fakat piksar(pixar) animasyoneline atttığı her işte yaratıcı Dramanın ve bilgisayar teknolojilerin optimum kullanımıyla çok naif ve güçlü eserler meydana getiriyor.
Wall-E bence bir manifesto niteliği taşıyor. Global ısınma, çevre duyarsızlığı ve insanların yaşantı biçimlerine adeta meydan okuyor. Kahraman bir robot (wall-e) yardımcı rollerde ise bir hamamböceği ve diğer robot arkadaşları var. İnsan figürü bir kişi hariç sadece sürü ve hizmet edilen bireyler olarak görülüyor.

Wall-E
Wall-E

Film derin mizanseller içeriyor, Türkçe fragmanlarında da gördüğümüz bir sahne “Wall-E’nin elmas kutusuna elmastan daha çok değer vermesi” dünyanın şu andaki değer kavramını bir robotun gözünden yok ediyor. Şuanki Popüler kültüre ait hiçbir nesne ve müzik kullanılmamış, Edit Piaf‘ın sesinden dinlemeye alıştığımız “La Vie En Rose” şarkısı Luis Armstrong‘un sesinden terk edilmiş dünyada mükemmel bir yankı buluyor. Film 80 kuşağında çocuk olan insanların oyuncaklarını,oyunlarını öne çıkarıyor, heralde 90’lı yıllardan sonra yaşanan gelişmelerin melankoliden yoksun olduğunu göstermeye çalışıyor. Çünkü dikkat ettim günümüze ait hiçbir nesne yok.

Wall-E
Wall-E

Filmde kullanılan kamera açıları ayrıca dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak düşünülebilir, güvenlik kameraları ve harekete duyarlı kameralda var olan görüntü açıları kullanılmış bu klasik şablonlar kullanan animasyon filmlerinde farklı bir tarz vermiş Wall-E’ye aynı zamanda bilim kurgusal anlatımıda desteklemiş bir yapıda.
Wall-E temelinde bir çocuk animasyon filmi,harika bir karakter her davranışı sempatik,mükemmel bir biçimlendirme ve aksiyon becerisi var. Filmdeki tek eksik yan bence “Eve (eva)” karakterinin,kişisel görüşüm, ifadelerinin yeterli oranda wall-e’yi desteklememesi.Yanılmıyorsam “Steampunk” esinlenmeleri taşıyan wall-e çok kısa bir sürede bir ikon ve pazarlama aracınada dönüşecek. Filmin en çarpıcı yanı ise bilimkurgu özelliği, kesinlikle çok gerçekçi tezler ileri süren hatta tartışılması gereken konuları da içinde barındırıyor. Eğer sinemada izlerseniz filmi ve o sinema filmin sonunundaki jenerik animasyonlarını size izletmezse biletinizi geri alın çünkü filmin ana fikri jeneriklerinde saklı.

The Girl in the Café

queennothing | 03 September 2008 09:57

The Girl in the Café”, oldukça yoğun çalışan; sosyal hayatı ‘yok’ denecek kadar az olan, orta yaşlı ve bol şekerli çay içen bir adamın, hayatının nasıl değiştiğini anlatan bir filmdir.

Bill Nighty
Bill Nighty

“Sabahın erken saatlerinde kahveyle uyanıp işe giden kravatlı adamın monoton yaşamı”.
Bu temayı işleyen onlarca film var. Misal; “Fight Club”. Bunu takiben yenilerden “Wanted”, Türk filmlerinden “Zeynep’in 8 günü” ve Sean Penn’in meşhur filmi “Into The Wild”.

Bill Nighty ve Richard Curtis
Bill Nighty ve Richard Curtis

Tyler Durden’la kendini bulan adamla “Into the Wild”ın Chris’i arasında elbette dağlar kadar fark var ama gelinen nokta belli; terapi niyetine izlenen filmler.

Açıkçası “The Girl in the Café”, bahsi geçen filmler kadar sürükleyici değil; ama gerçekçi.
Yoğun bir günün öğle saatlerinde 50’sini aşmış Lawrence’ın bir İtalyan kafesinde tanıştığı Gina ile girdiği diyaloglar, bizi İzlanda’ya kadar götürüyor. Maliye bakanının yanında önemli bir konuma sahip Lawrence, tüm dünyayı etkileyecek olan kararların alınacağı ‘G8 toplantısı’ için İzlanda; Reykjavik’e gidecektir. Yeni tanışmalarına rağmen Gina’yı da davet eder ve Gina kabul eder. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir adamla ‘Björkün doğum yeri’ olarak bildiği yabancı bir ülkeye gidecektir.