BoNkas;
ince bir çığlık gibi geçiyordu arkamızdan güneş,
arabada akşam üstü bir yaz günü çalıyordu ve kemanın sesi sarıyordu bütün bedenini…
kendi şarkını dinler gibiydin.
sen, ben, güneş, zaman ve bakımsız bir coğrafya…
herkes suspus olmuş nağmelerin usulca geçişini izliyordu….
ellerınle eteğinin ucunu kaldırmış
dans etmeye hazır bir çingene gibi bakıyordun.
her yanınını sarıya bulamıştı sonbahar ve bacaklarına tutunmuştu zaman,
donmuştunuz bir karede
sen, güneş, sarıya bulanmış bir coğrafya ve zaman
sessizce size bakıyordum….
Ambjörnsen;
Mutsuzmu yoksa mutlumu olduğuna
karar veremediğin huzurunun anahtar deliği gibiydi onlar,
ve herşey o delikten bakınca anlam buluyordu sanki…
Gökyüzüne başımı eğip hissedebildiğimde tüm göremediklerimi,
her defasında farklı ve eşsiz bir tabloyla ödüllendiriliyordum…
sen, güneş, sarıya bulanmış bir coğrafya ve zaman,,,
yapmak isteyipte yapmadıklarım, …
gerçekleştirmek isteyip vazgeçtiklerim,
kovalayıp da yarı yolda bıraktıklarım bu tabloda hayat buluyordu,
o karede donmuş bir halde ‘yaşıyorduk’.
gülerek, ağlayarak, umutlanarak, üzülerek, susarak, konuşarak,
izleyerek, izlenerek, hayal ederek, vazgeçerek, yürüyerek, koşarak,
yokuş inip çıkarak'(!) havalandırıyorduk tüketilen tüm anılarımızın sarı tozbulutunu
o anda çalan şarkı (Nací en Alamo) ince bir çığlık gibi geçiyordu arkamızdaki güneşle,
(-gece, yolculuk, yol, yolcu,,.)
bacaklarıma tutunmuş zamanı harekete geçirmek için dans ediyordum, zamanın ruhu oluyorduk…