bildirgec.org

kız kulesi hakkında tüm yazılar

Kız Kulesi

gkhaslan | 14 March 2011 11:24

Kız kulesinin inşaası M.Ö. 20 yıllarına kadar uzanır. Kule İstanbul Boğazı’nın Üsküdar açıklarında yer alır. Yapının arka kısmında geniş bir alanı ve bir de sarnıcı bulunmaktadır. Bu tarihi yapı hakkında yıllardan beri dile gelen birçok söylenti vardır. Yapı ilk olarak Yunan tarihi ile karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde bu küçük ada bir mezarlık olmuştur. Daha sonra Bizans zamanında ek bina yapılarak gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı tarihinde kule birçok farklı amaç için kullanılmıştır. Fener özelliğinin yanında kule Osmanlı döneminde sürgün odası, karantina, savunma amaçlı olarak da kullanılmıştır. Boğazdan geçen gemilerden geçiş için vergi alınması amacı ile kullanılıyordu. Kuleden Avrupa tarafına büyük bir zincir çekilerek gemilerin geçişi engelleniyordu. Zamanla kule zinciri taşıyamamış ve Avrupa tarafına doğru bir kısmı yıkılmıştır. Kız kulesinin görünen kadarı ile bir çok kısmı Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıştır. Kulenin üstündeki levha Sultan II. Mahmut zamanından kalmıştır. 1509’da olan depremde kule büyük zarar görmüştür ve daha sonra restore edilmişir. Günümüze doğru gelindiğinde 1920 yılında fener olarak işlev gören kuleye otomatik ışık yapma özelliği verilen fener yapılır. 1959 yılında bu kule askeriyeye devredilmiştir. Bu tarihten sonra radar istasyonu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Günümüze yaklaştıkça 1982 yılında TDİ’ye devredilmiş ve bu dönemde bir ara siyanür deposu olarak da kullanılmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi restoran işletmeciliği ile hizmet vermektedir. Kuleye ulaşım Üsküdar, Ortaköy ve Beşiktaş üzerinden sandallarla yapılabilmektedir.

KÜPEŞTE

pelitas | 12 April 2008 18:10

‘Bitik hayatlar tiyatrosu’ afişlerinde
Ağlayan gülümseyen mimikler
Yüzüm düşer yorgunluktan
Kırık ezgiler
Anlayışlarıma ters gelen festival soytarıları
Zorba düşlerin kahır kokan sonları
Yazım hataları var kurgusuz senaryolar
Gözyaşı buhar madem
Masal dağı duman tüterken
Ateş böceklerinde ışık saçma telaşı
Katran karası gece tutsaklığı
Feri gitmiş gözler gardiyan ararken
İşaret parmağını dikmişken sırça köşke
Bahçesinde yeşil görmemişken
Güller diken, papatyalar fal açmamışken
Pas tutmuş kapı kolu
Ziller hep canhıraş
Tuğla örümü kırmızı duvar
Şamdanda bir mum karanlığa
İçeri girmişliğin var sessizce
Kekremsi şarap tadında bitmişliğin
Başlamamışken daha
Güneşe el sallayamamışken
Başında ısınmaya çalıştığım bir soba
Su faturası bir sonraki maaşa
Naftalinsiz elbisem küf kokar
Cebi delik üstelik
Ütüsüz buruş buruş
Tüm duygularımda kaoslar
Hür düşüncemde pranga
Bir bildik vardı artık
Hem de çok tanıdık
Küpeşteden ibaret bir gemi…

ağlamasın yapraklar

| 13 October 2005 00:51

ve kentte rüzgâr eser. sultanahmet’te kandil mumundan damıtılan saf mürekkeple hât icrâ eder ulema. kentin yarısı açtır, diğer yarısı belki dalga geçer açlarla. güneş, kız kulesi’nin üstüne dokunduğunda rüya görürüm belki: ilk defa kız kulesi’ni geziyorumdur rüyamda. rüya bu ya; belki deniz yarılır ve düşümden düşerim serin maviye. benim rüyam bu; çırpınmak beyhude. derin bir nefes alırım boğazın serininde; üsküdar’dan vururum sahile. fırıncı kamyonları göremez beni sabah koşuşturmalarının telaşında-n. asya’dan avrupa’ya eser bu sabah rüzgar. uyanırım rüyamdan ve sarı nevresimlerimin neden yataktan çıkıp vücuduma dolandığına kafa yorarım ilk. belim terlemiştir ve doktorun dediği üzere, yavaşça sağ tarafım üzerinden doğrulurum üç minik bel fıtığımın cilvesi üzerine. terlik aramaz artık ayaklarım, ilk defa yerler kaplıdır beton olmayan bir şeyle. ayak parmaklarım, tahta parkeyi hissetmek için uzaklaşır birbirinden; tıpkı kırmızı hırkamda parlatıp yemeden seyrettiğim kırmızı elmayı “hissetmek” için aralanan “5-yaş-el-parmaklarım” gibi… tahtayı severim; dokunmayı, pürüzlerini, kıymıklarını, parmaklarını üzerinde kaydırdığında çıkardığı sesi-verdiği hissi… tahtayı severim; babam yaşarken bir süre marangoz olduğundan… tahtayı severim; doğup büyüdüğüm (büyümeye çalıştığım) ev ahşap olduğundan. ve tahta “mertek”lerle örtülü toprak “dam”ımızda hep mutlu olduğumdan. tahta balkonumuzda, babamın bana yaptığı tahta sedirimin üzerinde ilk aidiyet duygusunu hatırlatır tahta bana. babamı hatırlatır; ve kavakları.

Kız Kulesi’yle Galata Kulesi’nin aşkı

rehin | 23 March 2002 14:39

Anlatacaklarım bir aşk öyküsü. Bir arkadaşımdan dinlemiştim. O da bir başkasından… Öyle uzun bir öykü değil. Ama anlayabilen için, uzun bir ömüre sığdırılabilecek türden. İstanbul?da bir öykü. Yalnız, başka bir İstanbul konunun geçtiği mekan.

Anlatacaklarım bir aşk öyküsü. Bir arkadaşımdan dinlemiştim. O da bir başkasından… Öyle uzun bir öykü değil. Ama anlayabilen için, uzun bir ömüre sığdırılabilecek türden. İstanbul?da bir öykü. Yalnız, başka bir İstanbul konunun geçtiği mekan.

Hani İstanbul aşıkları vardır, İstanbul sarhoşları… En beğendikleri, en çok sevdikleri, hayranlık duydukları bir yerinden tutarlar kenti, o tuttukları yer İstanbul?dur. Hani bardağın dolu kısmını görerek değerlendirmek vardır ya, işte öyle. Bardakta bir damla su da olsa, o bardak doludur. Milyonlarca insanın, kentin her kesitine farklı anlamlar yüklediği, düşlerinin toplamı bir İstanbul. Bütün damlaların bardağı ağzına kadar doldurduğu İstanbul.

Vapurdayız. Ahmet omuzumu dürterek,

– Altan, Kız Kulesi?ni görüyormusun?

– Evet… Çok güzel. Aslında İstanbul çok güzel bir şehir.

– İstanbul?dan etkilendiğine göre, anlatacağım öyküden de çok etkileneceksin. Dinle bak şimdi, dedi ve öyküyü anlatmaya başladı.

-İstanbul?da gökyüzü daha masmaviyken, Halicinde yakamoz eksik olmuyorken, boğazın soluğu insanı sarhoş ediyorken daha; yani aşk varken henüz, topraktan fışkıran, gökyüzünden akan, denizden çıkan hep sevdaymış.

-Ya şimdi, şimdi böylemi peki?

-Dur acele etme de dinle… Her şey çok güzelmiş, ama bir gün mavisi terk etmiş gökyüzünü, Haliç?te yakmozlar öldürmüş kendini, motor dumanı boğazı boğmuş, aşk da Gülhane?de meşeden bir sandığa kitlemiş kendini, küskün.

-Yani şimdilerde adına aşk denilen şey, ?aşk? değil, öyle mi?

-Evet, öyle ne yazık ki. Ama yine de birbirlerine bağlı bir çift kalmış İstanbul?da.

-Kimlermiş onlar?

-Galata Kulesi ile Kız Kulesi. Seviyorlarmış birbirlerini hâlâ. Her şey yarım kalsa da, aşk meşe sandığa kitlese de kendini. İstanbul?un derin uykuda olduğu gecelerde fısıldaşır dururlarmış birbirlerine. Fısıltılar öyle sessiz, öyle derindenmiş ki, dalgaların sesi örtermiş seslerini. Çünkü martıların, konuştuklarını duymalarını istemezlermiş. Galata Kulesi boyuna şiirler dizer, yürek çalkalayan şarkılar söylermiş Kız Kulesi?ne. Kız Kulesi yunuslarla gönderirmiş selamını. Galata Kulesi sormuş:

– Ey Kız Kulesi, neden bu kadar güzelsin?

Kız Kulesi yanıt vermiş:

– Senin beni sevmen için.

Galata Kulesi sormuş:

– Ey Kız Kulesi, peki sen beni seviyormusun?

Kız Kulesi?nden ses yok. Bir kez daha sormuş kederli bir sesle:

– Ey Kız Kulesi beni seviyormusun?

Kız Kulesi üzgün:

– Evet… Evet, çok ama…

– Ama?..

– Aşk meşe sandıkta, bıraktı giti bizi. Deniz kirlendi. Gökyüzü karardı. O olmadan nasıl?.. demiş.

Galata Kulesi çok kederlenmiş bu işe. Artık şiirlerinden, şarkılarından keder akıyormuş. Kız Kulesi ağlıyor, yüreğini dalgalara dövdürüyormuş. Yunusları bile görmez olmuş gözü.

– Bir başkası mı varmış yoksa?

– Hayır, bu keder ikisinde de varmış. Çünkü aşkın meşe sandığa kendisini hapsetmesiyle, birbirlerine karşı duydukları sonsuz sevginin anlamını yitireceğinden korkuyorlarmış. İkisi de üzgün, ama umutlu, anlaşmışlar birlikte. Sevgimiz temiz kalmalı, denizin pisliği, gökyüzünün dumanı kirletmemeli sevdamızı, diye. İşte o gün bu gündür bekler durur Galata Kulesi ile Kız Kulesi. Heyecanla bekler ikisi de aşkın meşe sandıktan çıkarak doğayı yeniden kucaklamasını.