Nasıl desem,
Sabundan sevdalarımı suyla terbiye edercesine,
Ateşten umutlarımı beyaz kağıtlara serercesine,
Seni 5 e katlayıp kendimi 55 e bölercesine,
Ya da ne bileyim;
Külotlu çorabımın üstüne yırtık pantolonumu geçirircesine,
Tabanları yıpranmış beyaz çoraplarımla,ökçeleri kahverengi siyah ayakkabılarımı buluştururcasına…
Bembeyaz bir dudak kaleminin çevrelediği dudağımı,siyaha boyarcasına…
Sanırım bu tür saçmalıklarla sevdalandım sana.
Ne yazdığımı bilmezcesine…
Çok susayınca bir kutu çikolata götürürcesine ya da okumak isteyince sayfalarca yazarcasına;
Yaşama sevinci kulağımı sağır ederken, bir idama hazırlanırcasına,
Avuçlarımı açıp ibadet ederken şeytanla dost olurcasına,
Yol almak isterken ,aldığım yolları da iade edercesine,
Tüm kapılarımı ardına dek açıp da ,her geleni geri çevirircesine,
Başım ağırmışken müziğin sesini açarcasına,
Bir fotoğraf çekilmek isterken, hep yere bakarcasına,
Bilinçli olmak isterken,bir damla senle sarhoş olurcasına,
Dengeyi felsefe edinmişken,bir bacağımı feda edercesine,
Zamanı unutmak isterken adını zaman koyarcasına,
Ve her hatırlamak istediğimde ölümü zamana yoldaş edercesine,
Mavi bir denize kucak açarken ,dirseklerimle onu, itercesine,
Farkında olmak istiyorken bir yandan,salağı oynarcasına,
Ve çok seviyorken aslında, nefrete bürünürcesine,
İşte böyle anlamsız hallerle, vuruldum sana. Demiş ya hani şair,
Ateşten bir nehri, mumdan bir kayıkla geçercesine…
Ben de öyle sevdim seni…
Çok haykırmak isteyip de hep lal e düşercesine…