bildirgec.org

karşıyaka hakkında tüm yazılar

Adnan Menderes Karşıyakasporda Santrafor

ciftnoloji | 02 September 2010 15:35

Karşıyakaspor’u herkes bilir herhalde. İzmir ilimizin güzide bir futbol kulübüdür. KSK (Karşıyaka Spor Kulübü) olarak da bilinir. Peki Bunların hepsini biliyorsunuz da, acaba şunu biliyor musunuz? Şöyle ki ; Karşıyakaspor da merhum Başbakanımız Adnan Menderes de oynamıştır. Hatta kurucularındandır.Tarih 1912’yi göstermekteydi.Adnan Menderes(tabi o zaman soyadı kanunu çıkmamış çünkü henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş çünkü henüz 1.dünya savaşı bile olmamış.İşte bu yüzden o zaman ki adı Ali Adnan) futbola meraklı bir gençtir. İzmir’ de birçok azınlık vardır ve bu azınlıklar futbol oynamaktadırlar. Paninonios ve Apollo gibi takımları vardır. Türk gençliği ise onlardan geri kalmamak için Karşıyakasporu kurarlar.Renkleri kırmızı-yeşil. Kırmızı Türklüğü, yeşil ise Müslümanlığı Sembolize etmektedir. Hatta şuan kullanılan “kaf kaf kaf,sin sin sin,kaf sin kaf sin kaf” sloganı da o zaman söylenmekteydi. Ali Adnan ise takımın santraforuydu. Ve bu takımla bir çok maç yaptılar. İşte böyle. Tarih şaşırtıcıdır.
Kaynak : ŞEN,Erdal,”Bir Yiğit Vardı”,Yitik Hazine Yayınları,2010.

izmir-istanbul VII

kahramancayirli | 14 August 2009 12:31

Çanakkale’de uyandığım zaman iki sözcük vardı aklımda: Troia ve Assos. İkisinin hayaliyle apar topar çıktık Çanakkale’den.
Eski taşlar, yerleşkeler, kalıntılar ilgi alanınız dahilindeyse, Troia’da çok mutlu olursunuz, öneririm. Kocaman at, fotoğraflar çektiriyor insanlar,…

troiavakfi.com adresinden alınmıştır.
troiavakfi.com adresinden alınmıştır.

Troia’da fazla kalmadık, bünye deniz istiyordu çünkü, Assos için acele ettik. Ezine’yi geçtik bol peynirli, Ayvacık’ta durduk biraz. Parkta oynadık, çocuklu bir teyze garip garip baktı, hatta kocası geldi sonra. Kaydırağın plastik girişine sığmadım, salıncağa sığdım neyse ki. Ayvacık’ı tuhaf bir biçimde Muğla’nın Kavaklıdere ilçesine benzettim sanırım (6-9 yaş arası burada yaşadım), Ayvacık’ı kendime müthiş yakın hissettim, Ayvacık’tan gitmek istemedim. Kan çekti sanki.

Herşeyinle bugün seni yaşadım ey İzmir!

| 24 October 2007 01:08

siz şu an hangi günü yaşıyorsunuz bilmem ama ben geçtiğimiz salı izmir’i yaşadım.
daha doğrusu izmir’de yaşadığımı anladım.
sabah 7 de kahvaltımı dayımlarda yaptım. izmirin en güzel(!) mahallesinde; Gediz mahallesinde. çocukluğumun ve yetişkinliğimin geçtiği aziz mahalle. tabi bana göre. ben şimdi izmirden uzakta izmiri tanıyan kimi görsem, ben gediz mahallesinde yatiştim dediğim de hep aynı şeyi söylüyorlar;
“keko mahallesinde mi?”
ben o “keko(!)” mahallesini çok severim.
7:20 de “73” sefer sayı numaralı otobüse bindim. 2 durak sonra hınca hınç doldu otobüs.
8:40 da “gümrük” e vardım.
8:50 de “pasaport iskelesinden” karşıyaka vapuruna bindim.
allah’ım ne güzel bir duyguydu yaşadığım.
yumuşacıktı hava. ışıl ışıl dı deniz. yük gemileri sahibini yatağında gözleyen kedi gibi uysaldı.
hele bir de; o güzel “izmir’e has” güneşin hilton yamaçlarından doğuşu yok muydu…
sabah güneşi ne harika…
9:15 karşıyakadaydım. hemen sahilden bir simit ve “açık peynir” aldım. bir çay ocağında da çiğ bir çay. ne güzel gidiyordu allahım…
12:30 da, bir iki, karşıyaka çarşısı içinden dükkanı gezdim.
13:00 yine çarşı içinde bir camide öğlen namazını kıldım. yağmur yağıyordu. su havaya inat sıcaktı. cami de yağmur yüklü bulutlar gibi dopdolu. içimde barındırdığım onca kirli duygu ve muharriklerin verdiği burkuntuyla kıldım namazı. yoksa namaz mı beni kıldı anlamadım.

yaklaşan yerel seçimler öncesi AKP kapı kapı dolaşıyor!

| 18 October 2007 15:23

ak parti izmir karşıyaka ilçe teşkilatı ramazan ayı içersinde 300 evi dolaşarak vatandaşların sorunlarını dinledi. karşıyaka’nın değişik semtlerini gezerek yapacakları icraatları anlatan ilçe başkanı, karşıyaka’da girilmedik ev, dinlenmedik insan bırakmayacaklarını ifade etti.

deniz baykal hala akp’nin oylarını 10 milyondan, 16 milyona nasıl yükselttiğini düşüne dursun. küçük dağları ben yarattım havasını bırakmayıp, yoksul kesimin sorunlarıyla gerçekten ilgilenmedikçe izmir’i de kaybedecek.

İZMİR’DEN BENDE KALAN SESLERE ÖZLEMDİR

| 04 September 2007 10:26

Yorucu bir otobüs yolculuğu nihayet bitiyor 9 saat sonra…
İzmir’deyiz. Sabahın çok erken saatleri… Birkaç gevrekçi, mesaiye yetişmeye çalışan birkaç telaşlı Karşıyakalı, vapurdakilerin onlarla seve seve paylaşacakları gevrekleri bekleyen martılar ve biz.
O kadar yorgunuz ki, bir an önce “hocam”ın evine varıp kendimizi birer fincan kahveyle şımartmak istiyoruz. “Hocam”…Eski ev arkadaşım, eskimeyen dostum…Karşılıyor bizi evine yakın bir köşede ve hızlı adımlarla dalıyoruz daracık sokağa.
Kutu gibi denilen cinsten sevimli evine geliyoruz nefes nefese. Bavullar ne kadar ağırmış…Ve hava ne kadar sıcak…
Hemen yapıyorum kahvemi. Çöküyorum koltuklardan birine. Özlediğim sohbete dalıyoruz hocam, ben ve sevdiğim adam…İşte o sohbet için değer saatlerce çekmeye sevimsiz yolları.
Akşam oluyor. Birkaç dostla buluşup sahile atıyoruz kendimizi. İçiyoruz, sohbet ediyoruz oradan buradan. Kah gülüyoruz, kah dertleşiyoruz, kah tartışıyoruz. Çok keyifliyiz. Sıcakta ilaç gibi gelen soğuk biralar kanımızda dolanıyor, zaman akıp gidiyor, gece yarısını buluyoruz. İlk günün yorgunluğu var üzerimizde. Eve dönüyor ve hemen uyuyoruz.
Ertesi gün önce Kızlarağası’na gidiyoruz. İzmir’e kadar gelip de burada Türk kahvesi içmeden dönülmez diyerek…Hala çok sıcak, nefes alınmıyor…Ama olsun, İzmir’deyiz ya…
Akşam üstü Kordon’a doğru yürüyoruz. Sevdiğimiz iki dost daha…Güneşi batırırken güzel Kordon’da Ata’mızı da anıyoruz yeri gelmişken…”Şurada güneşin batışına karşı rakı içmediyse ne demeye işgal etmiş Yunan komutanı bu şehri?” diye sorduğunu hatırlayıp gülüyoruz.
Saatler süren sohbet bir anda yanımızda bitiveren “müzisyen ekip”le son buluyor. Eski ama eskimeyen dostlarım gelmişler…Çok cazip bir teklifle üstelik. Kordon’da çimenlere yayılıp müzik sefası yapacakmışız. Biralarımızı alıp yerleşiyoruz yeşil alana…Etrafımızda bir sürü genç insan. Kimi sevgilisiyle romantizmin doruklarında denizi ve mehtabı seyrediyor. Kimisi bizim gibi almış gitarını gelmiş, şarkılar söylüyor, eğleniyor.
Önce, aslında neyzen olan ama o akşam gitarına sarılmış olan bu genç adamın, Volkan‘ın, güzel sesine bırakıveriyoruz kendimizi…Hayranlıkla dinlediğimiz bu genç adamın sesi ve yeteneğinin etkisinden çıkmamıza fırsat kalmadan asıl vurgunu yiyoruz…Klasik kemençe…Burada gitarıyla dinlediğiniz Mahmut Sözer’in, büyük bir özenle ve tutkuyla çaldığı klasik kemençesini dinliyoruz…Allah’ım o nasıl bir tını…O nasıl bir ses…Gözlerimi kapatıyorum…Çok uzaklardan geliyor sanki ama aynı zamanda çok da yakından. İçime doluyor, anlatılır, tarif edilir bir duygu değil. Sessiz, sözsüz kalıyorum bir anda. Ruhumu teslim ediyorum kemençenin sesine…Derken bir vurgun daha. Yeteneği ve başarısı herkes tarafından kabul görmüş bir diğer genç arkadaşımızın flütünden dökülen nağmeler eşlik ediyor klasik kemeçeye…Dağılıyoruz…Ruhlarımız ne kadar da açmış…Beslendikçe büyüyoruz gecede…
Sevgilime dönüp: “İzmir’i dinle bak…” diyorum. “Aklımızda bu sesler kalsın buralardan…şu geçen boyozcunun sesi, meltemin uğultusu, kemençenin, flütün, gitarın sesi…olur mu?”
Çimenler uzanıp dinlemeye devam ediyorum bu harikulade sesleri. Yıldızlı ve dupduru bir gecede şımartıyorum kendimi…”Ellerinize, yüreğinize sağlık” diyorum sürekli içimden…
Şimdi İstanbul’da, küçük odamda o sesleri hatırlayarak bir şarkı mırıldanıyorum ben de:
“İzmir özledim seniGözümde tütüyorsun…”