bildirgec.org

kapıcı hakkında tüm yazılar

Almanya’da Taşınmak ve Amelelik (Medeniyet bu olsa gerek!)

| 13 August 2007 12:34

Amele kelimesinden hiç hoşlanmazdım. O kelimeyi kullanmayı da sevmezdim. “Iyyy amele gibi giyinmişsin” ,”Amele yanığı gibi olmuş”, “Amele gibi yürümesene oğlum” cümlelerinden dolayı amele kelimesine sıcak bakmam çünkü sanki amele aslında işçi demek değil. Aşağılamak için uydurulmuş birşey gibi… O yüzden sevmezdim. Biri öteki için “Amele gibi olmuşsun” dediğinde kızardım, üzülürdüm:( Sanki herkes annesinden ballı mı doğuyor?

Almanya’da yaşamak bir nevi kendi kendinin amelesi olmak demek. Giysi dolabı aldık geldik diyelim. Parça parçadır her bir yanı. Karton içinde alırsın. İçinde bir tarifi vardır. Ona göre inşa edersin kendi dolabını. Yapboz gibi işte:) İlk geldiğimde ders çalışma masası aldığımızda çok iyi hatırlıyorum bütün parçaları odaya döküp babamla iki gün boyunca onu yapmaya uğraşmıştık. Sonra mutfakta ayrı bir problemdir Almanya’da. Taşınılan evlerin mutfakları yoktur. Gider bir mutfak beğenir, ısmarlarsın. 1 ay sonra da hazır olur.O bir ay içinde de aç mı kalırsın susuz mu kalırsın senin bileceğin iş. Eeee medeniyet(!) başka tabii, kimse kimseyi tınlamıyor. Ya para verirsin gelip takarlar ya da kendin günlerce uğraşıp yine oyuncak parçaları gibi hepsini birleştirirsin. Yanlış olduğunda bozar tekrar yaparsın. Mutfağa en ucuzundan 2000 euro ödedin mi, bir de üzerine mükemmel bir amelelik yaparsın.

Kitabımın Devamı…(bölüm1,2 ve 3)

natalie anne makker | 26 February 2006 00:34

(Şimdilik bölümler kısa kısa ama uzayacaklar…)

Bölüm 1

Saat kullanmadan istediği zamanda uyanan insanlardan değilim.Hiç bir zaman da olmadım ama o sabah sanki yetişmem gereken bi işim,eşim tarafından hazırlanmış bir kahvaltı masam ya da okuluna yetiştirmem gereken bir çocuğum varmış gibi aceleyle uyandım.Saat sabahın sekizi idi ve ne bir işim,ne bir eşim,dolayısıyla ne de bir çocuğum vardı.Dedim ki uğraşma Şahin arama,burda kalman için de bir sebebin yok,ikile.

Yataktan kalkmanın bile kuralları vardır bilir misiniz?Ne kadar aceleniz olursa olsun.Önce sırtüstü boylu boyunca uzanıp,tüm vücudu düzleştirmelisiniz.Hangi yönden kalkıyosanız (bu önemlidir aslında sağı tercih etmeli insan) o yöne dönüp ellerimizden yardım alarak doğrulmalı ve ayaklarımızı yataktan sarkıtmalı,sonra da yavaşça kalkmalıyız.Askerseniz diş fırçalamanın bile kuralları olduğunu bilirsiniz ve “Kurallı olan herşey angaryadır” mantığıyla diş fırçalamaktan nefret edersiniz.Evet yataktan kalkmanın belli kuralları vardı ama bu günlük ihmal edilebilirdi.

Hayat Absürttür

plumprune | 27 February 2003 20:55

Hayat gerçekten çok absürd, bu yüzden de bununla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.

Her şeyden önce absürt’ün tanımıyla sanırım konuya girmeliyim: 20. yüzyılda ortaya çıkan, mantık zinciri doğrultusunda ilerlemeyen, tuhaflıklar tiyatrosudur

absürt. Basit bir örnekleme yapacak olursak eğer: sınıfta iki öğrenci arasında ağız dalaşı çıkması absürt değildir, ama bir öğrencinin birden takla atarak kapıya doğru ilerlemesi absürttür. Traji-komiktir absürt. Saçmalıklar arasında sıkışmış derin anlamlar içerir, ama ilk izlenim insana anlamsızlıklar dizisi gibi görünür. Her an her şey olabilir. Gariplikler birbirini takip ederken, her şey olabildiğine sıradan görünür. Bir odada geçer, sokakta geçer ama dekor genelde abartılı değildir. Her şey sadeleştirilmiştir, diyaloglar, karakterler… Ağdalı konuşmalara pek yer verilmez. Tekrarlar üzerine kurulu olduğu da söylenebilir. Sessizlik, duraklama belli başlı özellikleridir. Genelde karakterler arasında iletişim kopukluğu söz konusudur. Karakterlerden birisi diğerine göre daha seri düşünür ve konuşur, bu yüzden hep bir adım önde ilerler. Biraz daha yavaş işleyen beyniyle diğer karakter, sürekli aynı soruları yineler. Kafası hep bir yerlere takılı kalır. Kimi karakterler hayatlarının tüm sıkıntılarını ayakkabılarının ayağını sıkmasıyla açıklamaya çalışır. Ayakkabısı rahat olsa, aslında hayat da düzelecektir. Hızlı düşünme yetisine sahip olan karakter ise genelde sistemi sorgular. Ama bu hiçbir zaman, detaylı anlatımlarla olmaz. Çok basit gibi görünen sorular derin anlamlar içerir. Oyunun kaderi baştan çizilmiştir, pek çok şey darmadağın olacaktır. Ölüm, hayal kırıklığı, yabancılaşma hatta delirme gibi sonlar olağandır. Kimlik karmaşası içindeki karakterler, kim olduklarını, ne yaptıklarını ve ne için yaptıklarını sorgular durur. Samuel Beckett, Arthur Adamov,

Eugene Ionesco,

Jean Genet,

Harold Pinter, Edward Albee, bu türde eser veren belli başlı yazarlardandır. Martin Eslin bu tarza tanımlama koyan ilk eleştirmendir. Absürt kategorisine girebilecek özellikleri sıralamış, ancak başlarda pek çok çevrede tepkiler almıştır. Yayınlanan eserlerin içeriği ve onlara gösterilen ilgi sayesinde zamanla absürt, edebiyattaki yerini almış, kendini bir tür olarak kabul ettirmiştir. Ve şimdi de ben, hakkında bilgi sahibi olduğum bir iki yazardan bahsetmek istiyorum izninizle (izin vermeyenler artık okumayabilir):