bildirgec.org

kalabalık hakkında tüm yazılar

İstanbul’u Özlemek

| 02 July 2007 10:47

Ne konuşuyor bu insanlar
Ne kadar uzak kelimeler anlamdan
Aynama bir yabancı sızmış
Bakıyor bana uzaktan

Kahverengi babet ayakkabılarının içinde ayaklarının yorgunlukluktan şişmiş ve ayak kemiklerinin ayakkabısının içinde sıkışmış olmasına rağmen hala İstanbul’ u doyana kadar gezmeyi düşünen güzel,hayatının baharındaki kız bu gece kendini yorgun hissediyordu.Dur bakalım…Ne kadar olmuştu sabah çıkıp akşam dönmelerin başlamasından bu yana.Tam 10 gün olmuş.Tatil denemezdi kızın yaptına. Eğleniyordu sadece. Çok yoruluyordu bunun yanı sıra. Başka yerlere de gidebilirdi, bir tatil köyünde bir süre dinlenebilirdi. Ama doğduğu büyüdüğü yerlere duyduğu özlem herşeyin önündeydi.Böyle tatilin tek bir sebebi olabilir. ÖZLEM! Şehrin kalabalığı,sürekli otobüstekilerin kavga edişleri,gürültü patırdı yormuştu genç kızı. 10. günün sonunda artık iflah olmaz bir bitkinlik hissediyordu. İnatçıydı.16 gün daha gezip tozacaktı, birgün herhangi bir yerde düşüp bayılsa bile(!) Sevdiklerini doya doya görecek, gitmediği yerleri gezecek, keşfetmediği mekanları keşfedecekti.
Alışık değildi İstanbul’ un bu gürültüsüne,patırtısına.Burda büyümüştü ancak uzaklamıştı sonra.Sessizliği yaşıyordu birkaç senedir.Tatil amaçlı gelince şehir onu boğdu bir anda.Hoşuna gitse de kalabalığa karışıp, bunaltıcı sıcağı içine sindirmek, yorucu gelmişti. İlk uzaklaştığı zamanlarda deliler gibi özlediği İstanbul’ u artık o kadar da sevmediğini farketti.S.’ye bir gün bir araya geleceklerse eger Ege’ ye bir yerlere gitmelerinin süper olacağını söyledi, sahil kenarında küçücük bir evin ömür boyu mutluluk iksiri gibi birşey olacağını anlatıyordu arabayla trafiği yara yara giderlerken.Kızın söyledikleri sinek vızırtısı gibi gelmiş olacak ki, güldü, ” Nesi var İstanbul’un? Ben buradan başka bir yerde yaşayamam. ” dedi.
Havaalanından eve gelene kadar taksiciyi analiz etmişti kız.Uzun süre uzak kalmanın böyle garip analizlere yol açacağını hiç düşünmemişti.O da neydi? Eve gelene kadar tek bir sinyal bile vermemişti taksici abi şerit değiştirirken. Resmen yara yara gidiyorlardı trafiği.İstem dışı olarak insanları analiz etmeye başlamıştı ondan sonraki günlerde de. Otobüsler dikkatini çekti ilk başta. Onca gencin hiç bir yaşlıya yer vermemeleri. ” Gençler gittikçe vicdansızlaşıyor. ” diye düşündü kız.Diğer yanı gençlerin açısından bakıyordu duruma.Onların işi de zordu. ÖSS denen sınavdan iyi puan elde edeceklerini umut ederek o dershaneden bu dershaneye koşup duruyorlardı. Hayat zor ve bunaltıcıydı İstanbul da. İnsanlar daha fazla sinirli daha nemrut.
Bugün bir saatlik yorucu otobüs yolculuğunda oturduğu yerden gözüne ilişen yaşlı amca dikkatini çekmişti ülkesinin insanlarına özlem dolu kızın.Amca oturduğu yere uzaktaydı,yer veren kimse de yoktu. Hafifçe aralamıştı ayaklarını dengesini koruyabilmek için.Titreyen burşuk elleri sıkıca tutunmuştu herhangi bir koltuğun kenarına.Sesi duyulur mu diye teredütte kaldı genç kız.Birden ” Amca gel sen otur buraya. ” dedi tatlı bir sesle. Sesin geldiği yere baktı amca, şaşkın bir o kadar da asil bir tavırla.
-Olmaz evladım, sakın kalkma otur sen.
-Yok amca olur mu hiç?
Kalkmaya yeltendi.Kalkacak ancak otobüsün içine iğne atsan düşmez. Birazcık yer açılması lazım. Bir yerlerden bir homurtu ” Ne vardı yer verecek? Hepimiz kıpırdamak zorunda kaldık. ” diyordu sanki.Sonunda amcayı oturttu yerine. Amcanın teşekkür manasındaki tatlı mı tatlı gülümseyişi o sıcakta ayakta durmayı umursanmayacak bir hale getirmişti birden. Kız da en tatlı gülümseyişiyle karşılık verdi.Gideceği yer için iki vasıta degiştirmesi gerekiyordu. Otobüsten inince dolmuş yerine metroyu tercih etti.İki durak sonra indiğinde gideceği yönü hesaplarken pamuk bir teyzeyi, elinde üç valiz sürüklene sürüklene diğer yöne gitmeye çaliışırken gördü. Çıkış tabelası, pamuk teyzenin gittiği yönün tam tersini gösterirken umursamadan yoluna devam edemezdi. Bir koşu soluğu teyzenin yanında aldı.
-Teyze diğer taraftan çıkalım, burdan çıkılmıyor.Ver iki valizini. Ben sana yardım edeyim.
Teyze gelen yardıma mutlu olmuş;
-Yok evladım, bunlar çok ağır. Sen sadece birini al yeter bana.
-Gideceğin yer yakın mı bari teyze?
-Cevizlibağ’ a gideceğim güzel kızım.
-Teyze keşke biri seni almaya gelseymiş. Nasıl gideceksin bu üç valizle.
-Kimsem yok ki evladım. Azerbeycan’dan geldim. Bir yeğenim var, onun yanına gidiyorum. ” Gel al beni ” demeye çekindim.
Metronun yukarısına çıktıklarında kız nerden bineceğini soruyor. Ama biraz yürümesi lazım teyzenin otobüse binebilmesi için. Kıyamıyor yalnız başına elinde üç valizle oraya kadar sürüklenmesine.
-Teyze ben seni otobüse bindireyim o zaman. Yoksa içim rahat etmeyecek.
Teyze minnettar bir ifadeyle yapılacak en güzel şeyi yapıyor. Dualar ediyor kıza.
-Allah seni hiç darda komasın emi güzel yavrum. Allah tuttuğunu altın etsin. Allah sevdiklerine kavuştursun. Allah uzun ömürler versin sana.
-Amin teyzeciğim.

şenlik sonrası melankoli

kizil otesi | 30 May 2007 10:45

Evet son 2 günü burada da bahar şenliğinin,bugünde hava kapalı hafifte yağmur atıştırdı eminim herkes kaçışmıştır.Şenlik,şenlik havasında geçmemiştir mevsimlerde değişti onunda ayrı azizliğini yaşıyoruz ;bir yanıyoruz sıcaktan bir yağmur yağıyor ıslanıp kaçışıyoruz. Ne iş anlamadım;Hey Allahım işler bozuk heralde sona yaklaşıyoruz diye düşündürüyor beni topluca dünya olarak :/ Neyse ya, bir dinginlik sardı bak beni şimdi,aslında bu yağmurda ıslanmakta ayrı bir güzellik tabi ıslandıktan sonra direk eve gitmek şartı ile,o halde kimseye görünmek istemem lakin üstüm başım ıslak;saçlar keza öle ve makyajım akmışken hiçte güzel bir görüntü sergilemem insanlara karşı.=)Zaten yağmurdan sonra eve gidip bir güzel neskafeyi yudumlaması lazım malum kişinin,yağmurun üstüne bırakmış olduğu hoş duygudan bir an önce kurtulmamak mümkünse o hissi uzatabilmek için inceden sakin bir müzik eşliğinde elinde kahvenle manzaraya karşı oturup yudumlayacaksın hayatı,gözünün önünden hayatın beklentilerin,umutsuzlukların,mutsuzlukların gelip geçecek sonra insan oğlunun ne kadar doyumsuz olduğunu ve nankör olduğunu anlayıp kendine söyleneceksin sonra neden böle yaratıldığını düşüneceksin ama işte böle gelmiş böle gider deyip “Büyük sona” daha ne kadar kaldı acaba diye hesaplamaya başlayacaksın,gelip geçmiş olan tam 22 yıl var kocaman bir 22 yıl hiç kolay değil ama gelmiş ve geçmiş…Oysa nasılda teker teker ve yavaş yavaş ilerliyor geriye baktığında da ne kadar uzak görünüyor diye hayatı da suçlarsın sana kötü bi plan hazırladığını düşünerek,yolculuk nereye? daha ne kadar ilerleyeceğim diye ilerlerken tabi daha ne kadar acı çekeceğini de düşünürsün sonra nasıl bir ölümün seni beklediğini,hani sende bilirsin internette nasıl öleceğimizi bize bir nevi söylemeye çalışan testler var ya aynı onlar gibi,acaba kalp krizinden mi dersin sonra geçmişteki ölümlerini hatırlayıp,yok yok benimde sonum kanser dersin nede olsa genetik bir sorun bu,babadan oğula geçer yada babadan kıza da geçer mi? diyede düşünürsün,bu cinsiyet farkı etkiler mi acaba diye saçma sapanda düşündürür bu illet,boğazında bişeyler takılır tükürüğünü bile yutkunamazsın.İnsanın birden içini bir sıkıntı basar nefes alırsın ama aldığını farketmessin giden herkesin ardından nasıl hayat devam ettiyse,sende ölsen aynı şekilde öyle devam edileceği bilinci uyanır,peki bu bilinç bencilce değil midir?Peki neden ölüyoruz diye düşünmeye başlarız,ölmesek,hiç bir insan ölemese diye düşünmeye başlarıs sonra İstanbul’un o en kabalalık caddesi beynimize şimşek gibi çakar,karınca gibi insanlar bir yerlere yetişmeye çalışarak hızlıca farklı yönlere ilerlediklerini izlerken buluruz kendimizi,,,bu kadar insan nereye gidiyor niye gidiyor?Hepsinin bir ailesi olduğunu düşünürsek ne kadar da fazla insan var diyerek birden bu insan yoğunluğunu tabiki dünyanın kaldıramayacağını anlayarak dünyanın işleyişine hak veririz,evet elbette bir dönüşüm olmalıydı birileri gidip birileri gelmeliydi bu döngü böle ilerlerdi ama daha az acı veren yada hiç vermeyen bir yöntem yok muydu bu döngünün devamını kılacak böyle mi olmak zorunda?Hiç gelme eğer gideceksen demiş şarkı sözünde solistin biri,ürkek buz tanesi zamanın gelince eriyeceksen gelme demiş…Haklı mı peki evet eğer yok olucaksak zamanı gelince, demek ki aslında acı veren hayat değil,zaman!Geçmesin zaman,eskitmesin bizi diye içimizden geçiririz bu sefer zamana söveriz,peki bu sefer zaman geçmese ne olur?İyi kötü yaşadıklarımız tekrar aklımıza gelir,kötü şeyleri yaşamak istemeğimiz için yaşadığımız iyi şeylerden de olacağımız durumunu idrak edince onları feda edip etmeme kişinin kendi bünyesiyle alıp vereceği bir durumdur eğer şahsi konuşucaksak kötü şeyler olsa da güzel şeylere ulaşmak için kötülere katlanmak gerektiğini düşünür,yüzümde “benim hala umudum var” ifadesi yaratmaya çalışırım,bir yandan da Emmiliana Torrini’nin What’s the problem? I don’t know deyip dead things,sad things have to happen sometimes şarkısını dinleyerek kendimi buna inandırmaya çalışırım,adeta şarkı beni motive edilmek için yazılmış olduğunu düşünüp yüzümde oluşan “ne hissedeceğini bilemeyen” bi ifadeyle pencereyi açarım ve gözlerimi kapatıp yüzüme yağmur sonrası serin havanın yüzüme çarpmasını beklerim bir yandan da toprak kokusunu içime çekerim,o esnada insan ne düşünür?Huzur…huzurun tanımı yapılamaz o böyle bir histir,dolayısıyla onu anlatmaya başlamadan sevdiğim bir şarkıyı mırıldanıcam ve omzumda bir el hissedince aniden gözlerimi açıcam ve gerçek dünyaya hoşgeldin diyen bakışlarıyla arkadaşım elinde başka bir bardak neskafeyle beni karşılayacak,yada bana öyle geliyor…

düş öncesi, gün içtepisi

astral | 20 January 2007 00:14

Bir cafede oturmuşum, sohbet ediyorum adamın biriyle. Anlatıyor, anlatıyorum. Kalabalık. Ortalıkta koşturan garson kitlesi. Çaba. Karmaşa. Günün yoğunluğu devam ediyor. Henüz gecenin dinginliğini hissedemediğimiz saatler…

Gün boyu koşturmam sanki bu cafede de devam ediyor. Oysa kalbimdeki ağrı geçsin diye kendime ayırdığım saatler. Karşımdaki adam habire anlatmaya çalışıyor bana kendini. Koşturan kalabalıktan alamıyorum gözlerimi.

Gelip geçenler, garsonlar, aşçıya ek malzeme getirenler. Cam kapıdan otobüse yetişmeye çalışan kalabalık, kalabalık.

bugün

arthur_dent | 26 June 2005 23:26

3 kişiyle tanıştım..biri uve danimarkalı(galiba) bascı, biri merve cemin kız arkadaşı, biride fatih sadonun arkadaşı…demekkii her gün 3 kişiyle tanışsaaam ayda 90 kişi eder yılda ıııı(başlat>programlar>donatılar>hesap makinesi>90*12) 1080 kişi eder!şimdi 22 yaşındayım…hadi bi 30 sene daha yaşasam..30*1080=32400! oha..epey oldu..arada toplantı vs olsa parti falan olsa onlardanda 30 sene için bi 30000 daha ekle düz hesap 65000 kişi tanıdım 30 senede…önceden de bi 1000 kişi tanıosam..66000 kastım etti 70bin..vay anasını..dünya çok kalabalık ——————————————- ben, kendim22

© Copyright pillinetwork 2006 - 2012. All Rights Reserved.