bildirgec.org

habil hakkında tüm yazılar

KEÇİ ( CAPRA HİRCUS )

akoni | 13 April 2009 09:58

Koyun ve Keçi ürünleri (et, süt, yün, kıl ve deri) dünyadaki et yaklaşık %10 ve süt %5 tekstil ürünleri %15 küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ama koyun ve keçi bu rakamların ötesinde bir anlam taşır ve çiftçi Habil ile çoban Kabil’den beri bu iki hayvan Yakındoğu uygarlıklarından doğan bütün halk topluluklarının dini inanç ve törelerinde sık sık karşımıza çıkar.

Yün, kıl ve derilerinden yararlanılması; çayır bitkileriyle beslenmesi, korunmaya muhtaç ufak yapısı; uyum ve dayanıklılığı erken çağlardan beri (yaklaşık 7 000 yıl) evcilleştirilmesini sağlamıştır. Bu hayvanların yün, süt ve etlerinden başka, muhtemelen daha evcilleştirilmediği çağdan beri giyecek yapımında kullanılan, daha sonra müzik aletleri ve parşömen kâğıdı yapımında işe yarayan derilerden faydalanıldı. Gübre olarak değerlendirilen dışkıları, bazı bölgelerde yakacak olarak kullanılmaktadır (tezek); bağırsaklarından keman yayları yapılmakta, kemiklerinden çeşitli aletler, makine yağı, mum imal edilmektedir. Kuzu ve keçi derileri, incelikleri, dayanıklılıkları ve esneklikleri nedeniyle lüks giysi ve ayakkabı yüzleri imalinde aranan derilerdir.

Salkımlama Tartışma…

SuBirikintisi | 23 January 2009 13:56

İnsanın olduğu yerde tartışma ve zıtlaşma neredeyse kaçınılmaz bir olaydır. Gazeteleri okumamızdaki amaç da budur belki de. “Kim kime ne demiş?”, “kim kiminle tartışmış?”.. Hele işin içine ülkeler karışırsa tartışma hepten büyür, evrensel boyutlara ulaşır.

İlk tartışma Habil ile Kabil arasında yaşandı ve insanın yeryüzüne yayılmasıyla, günümüzde belki de doruk noktasına ulaştı. (tartışma programları, tartışma meydanları) Eskiden güçlü devletler yumruğunu azıcık gösterdi mi tartışmalar, haklar unutuluyordu. (Klasik bir örnek; Fransa’da dansın yaygınlaşmaya başlaması üzerine Kanuni Sultan Süleyman bir mektup yazarak dansın yasaklanmasını sağlamıştı, yani kimse bir hak iddia edememişti)

Ancak zamanla (belki de insan hakları beyannamesiyle ya da imparatorlukların tarih olmasıyla) halk devlet sistemine iyiden iyiye kafa tutmaya başladı. (Bunda cumhuriyet sistemine geçilmenin etkisi de yadırganamaz tabii ki.) İnsan haklarının korunmaya alınmasıyla her alanda fikrini özgürce ifade edebilme imkânı doğdu (tabi yine de her alanda değil ama). Tartışmalar, mitingler aldı başını gidiyor… Eskiden umursanmayan en basit haklar bile şu anda günümüzde şiddetle tartışılmakta. En basitinden eskiden hayvan haklarını savunan birisi olsa acaba ona nasıl tepki verilirdi.

kan dökmek

asymptot | 08 March 2007 00:02

doom
doom

habil ve kabil hepimizin bildiği meşhur öykünün iki kahramanı kardeştirler: adem ve havva’nın iki oğludur habil ve kabil, biri toprağı eker biçer, diğeri hayvanları güder, kurban zamanı ikisi de kurbanlarını verir, birinin kurbanı kabul edilmez, o da bunun üzerine diğerini öldürür. yeryüzündeki ilk cinayet gerçekleşir böylece. bu hem incil’de hem de kuran’da ortak bulunan öykülerden biridir. bu öyküden yola çıkarak kutsal kitaplar insanın kan dökücü olduğunu söylerler ki bu su götürmez bir gerçektir. yeryüzü tarihi barışı arayarak geçmiştir. şu anda dünyanın yarısında iç savaş, savaş, terör var. bunlar olmayan yarısında ise cinayetler, intiharlar, tecavüzler var. ilk cinayet öyküsünün, insanlığın ortaya çıkış öyküsü içinde yer alması insanın yeryüzüne cinayet ve yokedicilikle indiğinin de işaretidir.

insan öldürmek her ne kadar ontolojik kökenimizde olsa da o kadar kolay değildir. bunu dave grossman araştırmış: öldürme söz konusu olunca insanlar henüz seks yapmamış ergenler gibi sürekli konuşurlar. olan biten herşeyi öğrenirler, bütün mekanizmayı anlarlar ama kimseyi öldürmemişlerdir. cephede çevrenizde kurşunlar uçuşurken duygularınız altüst olur. filmlerdeki gibi değildir. filmler de herşey siyah beyazdır savaş siyah beyaz değildir bir çok gri ton vardır. bunu anlamak için tarihe bakmak yeterlidir, II. dünya savaşında askerlerin yalnızca yüzde 15-20si düşmana ateş etti, I. dünya savaşı ve içsavaşta da durum benzerdi çok farklı değildi. II. dünya savaşı sırasında pilotlar da durum çok benzer, bir çok pilot bir tane bile düşman uçağına ateş etmedi havadayken. kore’de düşmana ateş etme oranı yüzde 55e çıktı. vietnam’da bu oran yüzde 95. oranların artışı yanıltıcı olmasın çünkü bu ateşlerin çoğu düşmanı öldürmek üzere yapılmadı. savaşlardaki ölümlerin çoğu bomba ve benzeri silahlarla gelen toplu ölümler. kurşunla ölüm oranı vietnamda çok çarpıcı: 52 bin kurşuna karşılık 1 ölü!

Bandajlanmış Hediye Paketleri

Ringa | 17 September 2003 00:13

Her zaman kanla başlar. Kaostan düzen yaratma düşüncesiyle üretilen bütün yaradılış efsanelerinin karanlığa ait ve kaotik başlangıçları her zaman bir şekilde gotic bir festival, bir vampir mabeti, bir pagan ayini, daha da önemlisi erotikleştirilmiş dini bir şov olarak sunulur. Marduk, ejderha Tiamat’ı avlar ve cenneti yeryüzünden ayırır. Zeus, öz babası Kronos’u katleder ve Titanlar’ı sürgüne yollar. Eğer bazen çok vahşice gözükse bile, evet, ne bekliyorsunuz ki? Bazı değerli şeyler de azıcık acıyla kazanılabilir. Çünkü gördüğünüz gibi, kimse sonsuza kadar tepe aşağı tavana asılı kalamaz; ışık bile. Işığın bir çok tonu olduğu gibi, gölgeninde bir çok derecesi vardır.
Ve Kabil kırılmış bir çocuktur, yüzünde ışığın izini bile taşımaz; buna rağmen Yukardakinin alnına açtığı yara izini taşır. Karanlığın izidir onunkisi; cinayettir. Onun gücü avlanmak değildir, kardeşinin yaptığı gibi. Ama öldürmektir, kutsal Kitaptaki Tanrı gibi. Kan emici vampirlerin hikayelerinde alkışlanan gotik-punk super-star’ın ilk modelidir kendisi; karanlığın parıldayan, şok eden sembolüdür ki içindeki acıyı vücuduna zarar vererek çıkartan ergenlik çağında ki gençlerle bir bağlantısı da kurulabilir. Acıyı çıkartmak yerine şeytan çıkartmak terimini de kullanabiliriz. Çünkü televizyon ve sinemada içine şeytan girenler genelde ergenliğe yeni ayak basmış çocuklardır. Bence Kabil’in vampir modasına uygun görünüşü ve bir depresyon idolü oluşu aslında onun anlamsızlığıdır; onun kırılgan ruhu ve yaralanmış kendini beğenmişliği, narsistik davranışlarıdır. “Neden benim sunumu kabul etmiyorsun” diye bağırır yukardakine, “Neden Habil’inkini kabul ediyorsun.” Aslında nasıl da büyük bir narsisttir. O, bir parça Edgar Allen Poe’dan şiirler okuyan Marianne Faithful’un sigaradan zarar görmüş sesi, bir parça Anna Kavan’ın eroinle buğulanmış bakışlarıyla Kafka’dan etkilenmiş sofistike yazı tarzı, En Güzel Pazar Günü Elbisesi içinde Courtney Love’ın çılgına dönmüş aklı, CK reklamlarında Kate Moss’un lanetlenmiş anoreksik güzelliği, ve son olarak bir parça da bir daha duymak bile istenmeyecek kadar korkunç olan biyografisinin karanlığı altında Tori Amos’ın dayanılmaz, tutunulmaz, dokunulmaz durgunluğudur. Eğer sonsuza kadar sürebilecek bir ünü ve başarıyı koruyabilen bu kadınların Kabil’le hiç bir ortak noktası olmadığını düşünseniz bile, o zaman kendine zarar vermenin çekiciliği, ergenliğe yeni girmiş modern bir çocuğun yaşadıklarıyla açıklanabilir. Birini öldürmenin verdiği dehşet yarı insan yarı canavar olmanın zorunlu bir kalıtımı, ahlak kurallarının “olmak ya da olmamak” üzerinden karar verildiği hiç bir geçerliliği olmayan bir dünyada kapalı kalmaktır. Sanırım bu konu, neden bazı gençler nedensiz yere intihara kalkışır, vücutlarını keser, kendilerini dövmeleriyle ya da piercingleriyle tanımlar, yeme bozuklukları çeker, siyahtan başka renkte kıyafet giymeyi reddeder ve hep aynı lanetlenmiş görüntülerini korumaya çalışırlar gibi soruları cevaplayarak uzayıp gider. Yüzeyde bir ergenin dünyası bir maskeli balo, kostüm partisi gibi görünür. Seyircisi olmayan hayaletlerin bastığı bir sahne şovudur. Ve daha güçlü, tehlikeli ve erotik bir seremoni halinde büyür, yükselir, tanrısallaşır. Gerçek denilebilecek bir şeye dokunmak için doğru zamandır, çünkü büyüdükçe, olgunlaştıkça insan küçülür, kendini bir hiç olarak hisseder. Bir ergenin dünyasındaysa hiçlik, tanrısallıkla aynı anlamda kullanılır. Kabil’in ilk yarası deşilir ve ölüm görselleştirilir, çevrelerinde ve içlerinde büyüyen hislere tapınılır.