7-Aralık-1999
Bugün biraz daha kaçınılmaz sona doğru yaklaştığımı hissettim. Ellerimdeki ve ayaklarımdaki şişlikler bu sabah biraz daha artmış. Vizitten çıkarken genç doktorların yaşlı profun ardında anne ördeği takip eden yavru ördekler gibi nizamlı ve tabii yürüyüşlerine endişeli de olsa gülümsemiştim. Odanın dışından içeriye yansıyan tiz sesin yankısı kulağımda patlayıncaya dek:
Bu kadar üreyle yaşaması mucize!
Ne mucizesi be yaşıyoruz işte!
Tetkiklerimin daha iyi yapılması için daha büyük bir hastaneye sevk edileceğimi öğrendim az önce. Kaç etti bu? üç galiba?
Rengimin limoni sarıya ve göz alltlarımın morumsu haresine rağmen bizimkiler ağız birliği etmişcesine iyi görünüyorsun diyorlar. Ben gidiciyim artık belki eve bile dönemeden ölürüm bu hastane köşesinde diyorum.Ağzından yel alsın o nasıl söz diyorlar.
Kâbeyi ziyarete gelir gibi köyden, başka şehirlerden akın akın geliyor akrabalar, arkadaşlar. Herkeste ölmeden son kez görelim gayreti. Ha bir de helalleşme kaygısı.Bilmezler mi ki bu, bir hastanın damarına şu serumdan daha çok ölüm endişesi zerk eder.