bildirgec.org

cami hakkında tüm yazılar

Bir kaç güzel yer

nazokiraze | 30 October 2010 12:19

Nesim Levi Bayrakoğlu tarafından 1907 yılında İzmir’de Mithatpaşa’dan Halilrıfat Paşa Caddesi’ne gitmek için 150 den fazla merdiven çıkmak zorunda kalan insanlara kolaylık sağlamak için yaptırılan Tarihi Asansörönceleri su ile çalışırdı, günümüzde ise elektirikle çalışmakta.

Ünlü oyuncu ve müzisyen Dario Moreno’nun doğduğu evin bulunduğu Dario Moreno Sokağı asansörün girişinin bulunduğu yerdir. Genellikle bi dönem Musevi vatandaşların oturduğu Sakız evler ve bu asansör sokağa olan ilgiyi arttırmaktadır. Asansörün mimari anlamda benzeri Lizbon’dadır.

Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Sultan I. Ahmed’e hediye edilen Alman Çeşmesi Sultanahmet Meydanı`nda yer alır. (Çeşmenin üzerinde Almanya yazan yazı:”Alman Kaiser’i Wilhelm II 1898 yılı sonbaharında Osmanlıların hükümdarı haşmetlü Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı”)

karanlıktan, aydınlığa (2)

zarifce | 24 September 2010 16:17

Maalesef sorulan sorulara doğru cevap verememiştim. Dünyada iken üzerinde yürüdüğüm, çocukken koşup oynadığım toprak ana, beni sıkmaya başladı, kemiklerim un ufak oldu. Bu ne şiddetli bir azap. Neden? Diye sordum. Toprak ana “Allah böyle emrettiği için” dedi.
Dostlarım, ölüm bir kere oluyor. Canlı bir kere ölüyor. Şayet amelin azabı gerektiriyorsa ölüp ölüp diriliyorsun. Evet, başıma gelenleri size anlatayım. İkinci kez uyandığımda kabirdeymişim. Yanıma gelen Münker ve Nekir isimli sorgu melekleri imiş. Bana sordukları sorulara doğru cevap verebilirsem kabrim genişleyecek ve açılan kapıdan cenneti seyredecektim. Doğru cevap veremezsem kabir beni sıkacak, sabah akşam cehennemdeki yerim gösterilecek. Yani amele göre mükafatınız yada cezanız kabirde verilmeye başlıyor. Ameli iyi olan kıyametin kopmasını ve gösterilen cennete biran önce gitmeyi arzuluyor, kötü amel sahipleri ise kıyamet kopmasın bu azaba razıyız diye yalvarıyorlar. Cehennem azabı daha çetin. Burada temizlenebilen mahşerde rahat ediyor. Birde ameli iyi olanlar kendi amellerine denk olan amel sahibi insanlarla görüşebiliyor. Ben görüşemiyorum. Ruhum ızdırap içinde. Eşim ve çocuklarım ziyaretime geliyorlar, bu beni çok sevindiriyor, yaptıkları dualar rahatlatıyor. Keşke dinimin gereğini yapsaydım. Keşke amelim iyi olsaydı. Ama burada keşkelerin bir önemi yok. Burada günler böyle geçiyor.
Cehennemdeki yerim gösteriliyordu, kabrimde yankılanan bir ses “Allah’ ın izni ve rahmeti ile azabın sona erdirildi” dedi sonra kabrim birden genişledi, üzerimdeki acı ve korku yerini heyecan ve sevince bıraktı, daha sonra yeni bir kapı açıldı ve cennetteki yerim olduğu söylendi. Aman Allah’ ım bu ne muhteşem bir yer, dünyada böyle bir yeri ne gözler görmüş ne de kulaklar duymuştur. Müjdeyi getiren melek benimle konuşmaya başladı;*Allah’ın izni ile azabın sona erdi.
-Artık hiç azap görmeyecekmiyim?*Allah seni bağışladı.
-Ne yaptım ki Rabbim beni bağışladı?*Kabrini ziyarete gelen kulu hatırına bağışladı.
-Kimmiş bu muhterem insan ki Rabbimin rahmeti üzerime yağdı?*Bir öğretmen.
-Benim öğretmen bir akrabam yok ki?*O sana akrabandan daha yakın.
-Allah ondan razı olsun. Ben ona ne yapmışım ki kabrimi ziyarete gelmiş?*Onlara sıkıntılı günlerinde yardım etmişsin. O da öldüğünü duyarak ziyaretine gelmiş. Dedi.
Bir gün hastanemdeki makam odasında dinleniyordum. Halkla ilişkiler müdürüm yanında bir gençle içeri girdi.
–Efendim, arkadaş öğretmen olduğunu ve sizinle görüşmek istediğini söyledi.
-Tamam. Buyrun oturun.**Teşekkür ederim, ismim Murat. Öğretmenim.
-Hikmet. Hastanenin sahibiyim. Size nasıl yardımcı olabilirim?**Hikmet bey, bizler gönüllü insanlar olarak ihtiyacı olan yerlere öğretim yuvaları açıyoruz. Sizin gibi hatırı sayılır iş adamlarımızdan yardım talep ediyoruz. Tabi gönlünüzden ne geçerse.
-Ne okulu bu, nereye açacaksınız?**Efendim, açmayı düşündüğümüz okul ilk ve orta öğretim düzeyinde olacak, yer de Avustralya.
-Ülkemizde yer kalmadı mı? Neden yurt dışına açıyorsunuz?**Ülkemizde birçok okulumuz var. Yurt dışındaki insanlarında bu okullara ihtiyacı var.Genç öğretmen ile bir müddet daha sohbet ettikten sonra kendilerine, şuan az olduğunu düşündüğüm bir miktar maddi destekte bulunmuştum. Daha sonra Murat öğretmen birkaç kez ziyaretime gelmişti. Bilseydim onu hiç bırakmazdım. İşte o muhterem insanın benim için yapmış olduğu dua ve ufakta olsa yaptığım yardımdan Rabbim razı olmuş. Keşke dünyaya dönsem de tüm malımı sarfetsem.

karanlıktan, aydınlığa (1)

zarifce | 24 September 2010 14:33

Uyandığımda her taraf karanlıktı. Muhtemelen elektrikler kesildi. Geceliğim bedenimi sıkıyor, belki de kafama çektiğim yorgandan etraf karanlıktı. Sağ kolumun üstüne yatmışım, sırtüstü dönmek istedim ne bedenim ne de kafamı kımıldatmam mümkün olmadı, bu arada korkuya kapılarak eşime seslendim duymadı, çocukları çağırdım onlardan da ses gelmedi. Bir müddet bekledim, hani bazen rüyalarda bağırırsınız kimse duymaz, korktuğunuz bir şeyden kaçmak istersiniz kaçamazsınız ya, işte böyle bir rüyada olduğumu düşündüm.
Teselli ararken tekrar uykuya daldım. Bu sefer uyandığımda oturur vaziyette idim, etraf yine karanlıktı ve üzerimde ne yorgan ne de beni sıkan geceliğim vardı. Bir takım sesler duymaya başladım. Sesler gittikçe çoğalarak, korkunç bir hale geldi. Siyah ve mavi renklere bürünmüş iki kişi yanımda belirdi. Daha sonra etraf aydınlandı. Kare biçiminde ama her tarafı kapalı bir yerdeydim. Toprak üzerinde oturuyordum. Duvarlara baktığımda her tarafın toprak olduğunu anladım. Yanımda duranların kim olduğunu anlamaya çalışırken, bana sorular sormaya başladılar. “Rabbin kim? Dinin ne? Muhammed (S.A.V.) isimli zat hakkında ne söylersin? Amelin nedir?” Afalladım kaldım. Bana bu soruları soran kim? Burası neresi? Az önce yatağımda değil miydim? Eşim nerede? Çocuklarım neredeler?
Sahibi olduğum hastane aklıma geldi. Meslektaşlarım bana bakar. Mutlaka ateşli bir hastalığa düştüm. Onlar çaresini bulur. Ancak kimseye sesimi duyuramıyorum. Tekrar aynı ses bu sefer sinirli tonda aynı soruları soruyor, ben cevap yerine neler olduğunu anlamaya çalışıyorum.
-Siz de kimsiniz? Bana ne oldu? Neredeyim?*Sana vaat edilen gün geldi.
-Ne vaadi? Ne günü?*Allah, senin için biçtiği günü tamamladı. Fanilik bitti. Sıra sonsuzlukta.
-Ben öldüm mü?*Her canlı ölümü tadacaktır.Demek doğruymuş. Rüya da değil miydim? Korktuğumdan kaçamamıştım. Demek ki kabir ve öbür dünya varmış. Ölüm.
-Ne olur bana zaman tanıyın. Benim daha yapmam gereken birçok iş var. Hem bu arada biraz iyilikte yaparım. Belki bana yardımı dokunur.*Allah senin için biçtiği günü tamamladı. Fanilik bitti. Sıra sonsuzlukta. Ne getirdiysen onunla yetinirsin ancak Allah’ın rahmeti boldur. O ne dilerse kul o şekilde haşrolur.
-Ama benim hastanem var ayrıca çok zenginim, zaman tanırsanız fakirlere yardım da ederim.*Mülkün sahibi ancak Allah’tır. Sen kullanmakla mükellefsin.
-Şimdi bana ne olacak? (devamı gelecek)

Gelin hep beraber rahat edelim.

zarifce | 15 September 2010 15:54

“Bir canlı izin varsa şu toprakta, silinmez;
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı.
Ey gölgeden ümmid-i vefa eyleyen insan;
Kaç gün seni hatırlayacaktır şu karaltı.”

Evet Mehmet Akif’in dediği gibi insanoğlu dünyada öyle bir iz bırakmalı ki hem sahte hem gerçek dünyasında işine yarar bir ameli olsun. Peki, insan sonsuzluğa kadar hatırlanmak için nasıl bir iz bırakmalı? Şimdi biraz elimizdeki imkanları kullanarak ilmihal kitapları veya var ise en kolay olanı internet üzerinden bir araştırma yapalım. İnsanın hayırla anılması için arkasında hayırlı bir iş yani canlı bir iz bırakması gerekir. Nasıl olacak? İnançlı insan öldükten sonra hayırla anılmak için arkasında;
1- Sadaka-i cariye (devamlı kazandıran bir eser, köprü, cami okul gibi hayır) bırakanın,

2- Hayırlı bir evlat(ruhu için dua edip hayır hasenat yapan bir evlat) bırakanın ve

Google Doodle: Mimar Sinan’ın Doğum Günü

JaAaa | 17 April 2009 14:56

Google Türkiye anasayfası 15 Nisan için yani Mimar Sinan’ın Doğum Günü için yeni bir logo tasarlamış.Logoyu yukarıdan görebilirsiniz.

Mimar Sinan veya Koca Mîmâr Sinân Ağa ( Sinaneddin YusufAbdulmennan oğlu Sinan [1]) (Osmanlı Türkçesi: قوجه معمار سنان آغا) (d. 15 Nisan 1489 Ağırnas Kayseri – ö. 9 Nisan 1588, İstanbul)[2], Osmanlı mimarıdır.Mimar Sinan’ın biyografisinin devamına şuradan ulaşabilirsiniz.

Kaybolan Değerlerimiz, Birer Birer İniyor Sahneden…

| 05 January 2009 10:20

Tüketim toplumu olduk. Tarihte işlenmiş eski değerlerimizin yerine, yeni teknoloji yöntemlerini tercih eder olduk. Öyle bir zaman dilimini yaşıyoruz ki, teknoloji başımızı döndürüyor. Geleneksel yöntemlerle yapılan sanat ve zanaatlara taleplerimiz giderek azalıyor. Bir zamanlar, göz nuru ve alın teri ile harmanlanmış mesleklerimiz ve dünden gelebilmiş zanaatçılarımız vardı; cam, çini, taş, ahşap oymacılığı, telkârî işçiliği, kutnu bezi dokumacılığı ve diğer dokumalar gibi zanaatları yaşatan ustalar ise bugün giderek çekiliyor sahneden…

TAŞA HAYAT VERENLER(Taş İşçiliği): Bir zamanlar, taşa ruh kazandıran, taşı bir dantel gibi işleyen ustalarımız vardı. Zanaatçılar, blok şeklindeki taşları, özel yontma işlemleriyle el emeği, göz nuru ile bezer ve bir eser ortaya çıkarırdı; çeşmeler, şömineler, aynalar, masalar, dış cephe kaplamaları(oymalı sütunlar, nişler, kapı ve pencere söveleri, tavan süslemeleri vs…) ve diğer ürünler…
Günümüzde, tarihin derinliklerinde kaybolan taş ustalarının, ellerinin kıvrımlarını ve alın terlerini, Mimar Sinan imzalı bir caminin duvarlarında ya da başka tarihi yapının içinde hissederiz. Türkiye’nin belli bölgelerinde, özellikle İç Anadolu ve Ege Bölgelerinde az sayıda bu zanaata ve zanaatçılara rastlamak mümkündür.

ÇİNİCİLİK: Çinicilik dendiğinde İznik Çiniciliği akla gelir. İznik çiniciliği, 16.yy’ da en parlak ve en görkemli dönemini yaşamıştır. Bugün ise İznik’te bu geleneğe gönül vermiş az sayıdaki ustalarla, çinicilik devam ettirilmeye çalışılıyor. Atölyelerinde, geleneksel tekniklerle ve butik çalışan çini ustaları, kullandıkları turkuvaz, firuze, yeşil, sarı ve kahve renkleri içeren sırlarla imzalı işler çıkarıyorlar.

Nerde O Eski Bayramlar ?

Ertugrul1986 | 29 September 2008 13:07

Bu sözü söyleyebilecek yaşta değilim ama yine de yaşadığım bayramlar günden güne eriyor.Peki neydi arada ki fark ? Bayram Namazı,Akraba Ziyaretleri,Gelen Misafirlere şeker dağıtma,Hep beraber yapılan kahvaltılar,Şeker ve Bayram Harçlığı için kapınıza gelen çocuklar,Elinizi öptüğünde bayram harçlığı verdiğiniz çocuklar…Ben bunları hala görüyorum diyebilirsiniz.Yalnız şöyle bir 3-5 sene öncesi ile karşılaştığınızda bunların yarı yarıya indiğini göreceksiniz.Şöyle bir aklımızda canlandıralım.Ben Bayram Namazlarına gittiğimde bırakın içeride yer bulamamayı dışarıda kılmak için altımıza serecek sedir bulamazdım.Yağmurlu olduğu halde o soğukta montumu çıkartıp seccade niyetine kullanırdım.Çoğu kişi yapardı bunu.Şimdi göreniniz var mı ? Camilerde çok rahat yer bulmak mümkün. Yine 3-5 sene önce ziyarete giderdik büyüklerimizin yanına herşey o kadar değişti ki önce büyüklerimiz büyük olduğunu unuttu bizde ziyaret edecek büyümüğüz yok dedik oturtuk.Az çok vardır yine gittiğimiz yerler ama eskiye göre oranla bunu görebileniniz var mı ? Gelen Misafirlerimize şeker ikram edip kolonya dökerdik ellerine şimdi ise bi sehpanın üzerinde duruyor istersen al teklif var ısrar yok usulü…Hep beraber kahvaltılar yapardık toplanıp bu adetimiz diğerlerine göre durumu daha iyi..1 yada 2 kişi eksik olur ama yinede tehlikede…Ya kapınıza gelen çocuklar onlar eskisi kadar sık geliyor mu ? Niye gelsin ki önceden en azından 2 şeker verilirdi şimdi ise kapılar hiç açılmıyor…Elinizi öpen çocuklara hala harçlık veriyormusunuz.Kısmen evet.Bu adetimizde diğerlerine göre iyi…Ama yinede tehlikede.Gördüğünüz gibi bunları kafamızda canlandırdığımızda soruyormuyuz adetlerimiz mi değişti yoks biz mi ? Bir Reklam filminde ” Nerde o eski bayramlar şimdikiler çok daha iyi ” denilmesi gibi.Kimi kandırıyoruz ? Sadece kendimizi……

mer meram

aylakadamveben | 17 August 2008 17:42

o ne ya.tam şurda başlıyo.bi nevi doğa mucizesi diyebilir miyiz.şu anda yeni bi tabir daha ekliyorum yağmur alfabesine:yağmura girmek.en uzun yürüyüşün o muydu yağmurda.ilklerdendir de.sırtımda fakir bi hırka.o kışı ve bir aşkı o hırkayla geçirmiş olmam.ensemden kıçıma bir nehir.kötü giyinerek bedeni aşağılamaya çalışma;bunun ruha iyi geldiği inancı..diyelim böyle bişi var.kötü giyinmek,aşağılanmanı sağlar mı..hızlanıyo.ağacın altına girmiş.ondan olmaz sana şemsiye.ağaçcık.ben de bi yere sığınsam.şeker olmadığına dair gençlik böbürlenmesi.birbirlerini gaza getirirler.bak şurası iyi.anlam olarak da gerçekleştireceğim durağan olaya uygun.ağacın altında ne işin var di mi,piknik mi yapıyosun..ama burası öyle diil.ha yağmurun dinmesini beklemişsin,ha otobüs.hadi biraz durak..binmek istemediğin zaman nasıl da geliverir otobüsün.git işte.herkes bindi.hala bekliyo,kapısı açık.üzerimde reşitpaşada oturur mu yazıyo..azaldı mı.çıkıyim o zaman.ne yazıyo.tevfikiye camii.18…tevfik’le bi alakası var mı.yok,zamanları tutmuyo.o aşiyanlı zaten.hem tevfik’in anısına yapılıcak yapı cami mi olurdu.harbi bi soru bu.ah cehalet..tevfikiye camisi kapısı popülasyonu yükseliyor.hoş ama.tarihe sığınmak ve tanrıya.caminin mermerlerine anlatıyolar meramlarını:şey biz aşkımız ıslanmasın için sığındık…arada göz ucuyla bana bakıyolar..soluk,serin mermerin şefkatle sardığı sevgililerin meramını dinlemeye devam edelim:ya şu burda olmasa,isterdik senin kucağında kalalım saatlerce.birbirimize sarılır,seni dinlerdik.kimbilir ne dolu anlama tanıklık ettin şu arnavutköyünde..tamam be,tamam..gidiyoruz.hem şekere benzer bi yanımız da yok..bu arada kız da taş gibiydi ha..mermer gibiydi mi desem…

VIP Cami

Asturias | 16 August 2008 09:26

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9657553.asp?gid=229&sz=38969