Tüketim toplumu olduk. Tarihte işlenmiş eski değerlerimizin yerine, yeni teknoloji yöntemlerini tercih eder olduk. Öyle bir zaman dilimini yaşıyoruz ki, teknoloji başımızı döndürüyor. Geleneksel yöntemlerle yapılan sanat ve zanaatlara taleplerimiz giderek azalıyor. Bir zamanlar, göz nuru ve alın teri ile harmanlanmış mesleklerimiz ve dünden gelebilmiş zanaatçılarımız vardı; cam, çini, taş, ahşap oymacılığı, telkârî işçiliği, kutnu bezi dokumacılığı ve diğer dokumalar gibi zanaatları yaşatan ustalar ise bugün giderek çekiliyor sahneden…

TAŞA HAYAT VERENLER(Taş İşçiliği): Bir zamanlar, taşa ruh kazandıran, taşı bir dantel gibi işleyen ustalarımız vardı. Zanaatçılar, blok şeklindeki taşları, özel yontma işlemleriyle el emeği, göz nuru ile bezer ve bir eser ortaya çıkarırdı; çeşmeler, şömineler, aynalar, masalar, dış cephe kaplamaları(oymalı sütunlar, nişler, kapı ve pencere söveleri, tavan süslemeleri vs…) ve diğer ürünler…Günümüzde, tarihin derinliklerinde kaybolan taş ustalarının, ellerinin kıvrımlarını ve alın terlerini, Mimar Sinan imzalı bir caminin duvarlarında ya da başka tarihi yapının içinde hissederiz. Türkiye’nin belli bölgelerinde, özellikle İç Anadolu ve Ege Bölgelerinde az sayıda bu zanaata ve zanaatçılara rastlamak mümkündür.

ÇİNİCİLİK: Çinicilik dendiğinde İznik Çiniciliği akla gelir. İznik çiniciliği, 16.yy’ da en parlak ve en görkemli dönemini yaşamıştır. Bugün ise İznik’te bu geleneğe gönül vermiş az sayıdaki ustalarla, çinicilik devam ettirilmeye çalışılıyor. Atölyelerinde, geleneksel tekniklerle ve butik çalışan çini ustaları, kullandıkları turkuvaz, firuze, yeşil, sarı ve kahve renkleri içeren sırlarla imzalı işler çıkarıyorlar.

KUTNU BEZİ DOKUMACILIĞI: Çağa direnen geleneğin son temsilcileri, Gaziantep yöresine özgü ipekli bir dokuma türü olan kutnu zanaatını, Gaziantep’teki küçük atölyelerinde üretmeye çalışıyorlar. Bu ustaları ne azalan talepler, nede eksilen çıraklar yıldırmamış. İplik, Bursa’dan getirtiliyor ve Antep’teki boyahanelerde kök boyalar ile renklendiriliyor. Boya işleminden sonra ipek, mezekçi’ye girer ve teller halinde dizilir. Ardından tarakçıda, teller renklerine göre sıralanır. Makaralara sarılı teller, bobin haline getirilerek tezgâhlar da dokunmaya başlar. Baharı andıran kutnu, renkleri ve desenleri ile göz kamaştırıyor.

AHŞAP OYMACILIĞI: Ahşap oymacılığı, nispeten diğer zanaatlara göre daha çok tercih edilen bir zanaat. Geleneksel bir meslek olan ahşap oymacılığının, özel bir tekniği yok diyebiliriz. Bu zanaat tamamen el becerisine, yeteneğe ve sabra dayalı bir meslek olup, günümüzde de uygulanmaktadır. Motif önce kâğıtta tasarlanıyor, oradan ahşaba geçiyor, ardından ahşap işlenmeye başlanıyor ve en son işlemi olan, cila yapılıyor.

CAMI KONUŞTURAN ÇEŞM-İ BÜLBÜL: Camı, üfleyerek konuşturmak ve şekilden şekle sokmak o kadar zevkli bir iştir ki; bu zanaatı yapan ustalar hiç bitmeyen sıcaklığın oluşturduğu alın terleri ile, çeşm-i bülbüller ve üfleme tekniği ile yapılan diğer cam eserleri ile dünyaca övgü almakta ve almaya devam etmektedirler.

TELKÂRÎ GÜMÜŞ İŞÇİLİĞİ: Telkârî işçiliği, el becerisinin yanı sıra duygularınızı ve hayal gücünüzün sınırlarını da yansıtır. Nadiren bulunan Telkârî ustaları, özellikle Ankara’nın Beypazarı ilçesinde ve Mardin’de zanaatlarını sürdürmektedirler. Gümüşün ince dokusunu ve zarifliğini hissettiren bu zanaatla; kolye, küpe, bilezik, yüzük, halhal ve kemer gibi takıların yanında bazı eşyalara süsleme mahiyetinde işler çıkıyor. Gümüş önce eritiliyor ve tel haline getiriliyor. Ardından farklı kalınlıktaki tellerden ana model ortaya çıkıyor ve bu model incecik tellerle, ustasının becerisine göre dantel gibi işleniyor.

MALAKÂRİ VE KALEMKÂR: Geçmişten gelen köşk, kasır ve sarayların atmosferindeki gizemli desenler, duvar ve tavanları süsleyen motifler; usta kalemkâr ve sanatçıların elinden çıkmış eserlerdir. Halen eski eserlerin Restorasyonu için az sayıda olan kalemkârlarımız çalışmalarına devam etmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze gelen camiler, saraylar ve köşklerin tavan ve duvarlarının süslemesinde çininin yanında yapılan süsleme sanatı, kalem işidir. Adını nakkaşların kullandığı ince fırçadan alıyor ve kalemle iş işleyen sanatkâra, kalemkâr deniyor. Bugün ise kalem işi sıva üzerine renkli desen veya rölyef olarak yapılıyor. Bu rölyeflerin, renkli kalem işi desenlerle yapılmasına da Malakâri tekniği deniyor.

AHŞAP ENSTRÜMAN YAPIMI: Ud, bağlama ve keman gibi kültürümüze yapışmış müzik aletlerinin ahşap işçiliği günümüzde daha çok, dede mesleği olarak bilinir. Bu işi yapan zanaatçılar, abanoz vurgusu ve telini dışarıdan temin eder ve ahşabı bir beste hazırlar gibi işler. Ud için ceviz, maun ve pelesenk ağaçları tercih edilse de, her bir ağacın tınısı değişiktir. Bu yüzden müzik aletinin ağaç tercihi, çalacak kişiye göre değişiyor. Bağlamanın klasik ağacı dut olmasına karşın, maun ve ardıç ağacı da tercih ediliyor. Kemanın ise ahşabı değişmiyor. Arka, yan ve sapı akçaağaç, kapağı ve ön kısmı ise ladin’den yapılıyor.

SEDEFKÂRLIK: Sedefkârlık mesleği tam bir sabır, dikkat ve el becerisi işidir. Sedefkârların, kullandıkları sedef plakları Mısır veya Filipinler’den geliyormuş. Sedefler, plakalar halinde kesiliyor, yapılacak motif sedefin üzerine yapıştırılıyor ve sedefler kıl testere ile dikkatlice kesiliyor. En son, ince tasfiyesi yapılan sedefler ahşap üzerine yapıştırılıyor. Bu ustaların başlıca ürettikleri; kur’an muhafazası, rahleler, mücevher kutuları, sandıklar, masalar, sandalyeler, tablo çerçeveleri, tavlalar, sehpalar ve satranç gibi ürünlerdir.

SANDALET VE ÇARIK YAPIMI: Çarık yapımını yapan usta yok denecek kadar az olup, 1936 yılından beri Bodrum sandaletleri yapan bir usta Bodrum’da mevcut. Bodrum’un birçok meşhur yerleri ve ürünleri yanında, Bodrum sandaletleri de yıllardır ilgi çekmektedir. Daha çok mat deriden yapılan sandaletlerin, kesimi, montajı ve temizlenmesine kadar tek tek elde yapılıyor…

KÖŞGERLİK(YEMENİCİLİK)

KAYBOLAN EL SANATI; ABA DOKUMACILIĞIZanaatın son temsilcileri olan zanaatçılarımız, bir yandan çırak yetiştirme çabasında, bir yandan da el emeklerini ortaya koyma çabasında. Zanaata gerçekten gönül vermiş ve içlerindeki sanat aşkıyla yanan ustalarımız, bir bir rol aldıkları sahnelerden iniyor. Kimileri arkalarında gönül veren çıraklar bırakabiliyor, kimileri ise kendi yaşamlarının yettiği ölçüde zanaatlarını devam ettirebiliyor. Tüketim toplumu olduğumuz sürece bu değerlerimizi, kaybetmememiz mümkün değil. Sadece bu değerlerimize değil, toplumumuzun her konudaki değerlerinin uçmasına sanki bir hamle zamanımız kaldı.