bildirgec.org

bağımsız film hakkında tüm yazılar

Gitmek: Benim Marlon ve Brandom (2008)

queennothing | 14 December 2009 10:54

Hüseyin Karabey ve Ayça Damgacı‘nın senaryosunu yazdıkları, Karabey’in tek başına yönetmenliğini üstlendiği bir uzun mesafe aşkı öyküsü. Damgacı’nın Hama Ali Khan ile başrollerini paylaştıkları 2008 çıkışlı “Gitmek: Benim Marlon ve Brandom“da Ani İpekkaya, Cengiz Bozkurt, Mahir Günşiray, Volga Sorgu Tekinoğlu ve Nesrin Cavadzade rol alıyor.

İstanbullu Ayça, film setinde tanıştığı Iraklı Hama Ali ile aşk yaşamaya başlar. Hama AAli’nin memleketine dönmesi üzerine telefon ve mektup yoluyla birbirine ulaşan ikili, sabırla birlikte olacaakları zamanı beklemektedirler. Kuzey Irak’ta savaş çıkmasıyla endişelenen Ayça, Hama Ali’ye uzun süre ulaşamaz. Birkaç gününü böyle geçirdikten sonra Kuzey Irak’a gidip, Hama Ali’yi bulmaya karar verir ve yollara düşer. Hiç bilmediği bir ülkenin topraklarında sevdiği adamı arayan Ayça, yolda insanlığın türlü hallerine rastlar.

Süt (2008)

queennothing | 10 December 2009 12:13

Semih Kaplanoğlu, bir süre önce, 2007 senesinde vizyona giren sinema filmi “Yumurta“yı üçleme haline getirreceğini söylemişti. 2008 senesinde ‘Yusuf Üçlemesi’nin ikinci filmi “Süt“ü çeken Kaplanoğlu, olayları yine kendine özgü görüş açısına göre yansıtmış. Filmde aktris Başak Köklükaya (Resmi Web Sitesi), Melih Selçuk, Rıza Akın (Resmi Web Sitesi)ve kısa bir rolle yine Saadet Işıl Aksoy yer alıyor.

Zehra, oğlu Yusuf ile birlikte Anadolu’nun kasabaya yakın bir köyünde yaşayan dul bir kadındır. Ölen kocasından kalan ineklerin sütü sayesinde evini geçindiren Zehra’nın tek isteği, üniversite sınavında başarısız olan oğlu Yusuf’un bir meslek sahibi olmasıdır. Çalışma hayatına karşı ilgisiz görünen Yusuf ise yazdığı şiirleri yayımlayacak bir yeraltı edebiyat dergisi bulma peşindedir.

Rumba (2008)

queennothing | 09 December 2009 10:01

Üç dansçı/ yazar/ yönetmen/ oyuncu Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy‘nin yazıp, yönettiği 2008 çıkışlı “Rumba“, ‘bir tutam diyalog, bol miktar dans, az biraz hüzün ve alabildiğine sevgi’ olarak tanımlayabileceğimiz, sihirli tarifiyle güldüren, ağlatan, gerçek anlamda büyüleyen muhteşem bir tat. Adını Latin Amerika’dan çıkma bir dans türünden alan film, iki yetişkin çocukla mutluluğu yeniden tanımlıyor.

Dom ve Fiona, evli bir çifttir. Lakin, normal bir ilişki hakkında bildiğimiz her şeyden uzak kalan bu ikili, inanılmaz derecede kendi hallerindedir. Fiona ile birlikte yaşayan Dom, genç kadınla evli olduğunun farkında bile olmadan hayatını sürdürmekte, sevgi ve dans tutkusuyla geçen günlerinde ‘mutluluğu’ gerçek anlamda hissetmektedir.

Okulda öğretmenlik yapan Fiona ise, Dom’un aksine sorumluluk sahibi bir kadındır. Dom’la evli olduğunu hiç unutmayan ve genç adamı tarifsiz bir yoğunlukla seven Fiona, hem kendini hem de Dom’u bir süre sonra gerçekleşecek olan dans yarışmasına hazırlanmaktadır.

Caché (2005)

queennothing | 07 December 2009 12:40

2005 çıkışlı “Caché“, Michael Haneke tarafından yazıp, yönetildi. Filmde Juliette Binoche ve Daniel Auteil rol alıyor.
Ergenlik çağına girmek üzere olan Pierrot, sıradan bir çift olan anne ve babası arasında günbegün yalnızlaşmaktadır. Pierrot’un ruh halinden habersiz olan anne Anne ve baba Georges’in aklı ise uzun süredir başka bir olay tarafından meşgul edilmektedir. Düzensiz aralıklarla kapılarına bırakılan video kasetlerden tedirgin olmaya başlayan çift, saatlerce evlerinin önünü kayıt altına alan bu isimsiz şahsiyetin tacizlerini polise bildirmeye karar verirler.
Ağzından kan akan karakter resimlerinin çizili olduğu kartlar ve video kasetlerle polise başvuran çift, yeteri kadar ciddi bir durum olmadığına inandırılıp, geri gönderilir.

Ancak tacizler artarak devam etmektedir; Anne ve Georges’in apartmana giriş-çıkışlarını kayda alan bu kişi, küçük Pierrot’un okuluna, babası Georges’in adına üzerinde ağzından kan gelen bir karakterin çizili olduğu kartpostal göndermiştir.

La pianiste (the piano teacher) (2001)

nonige | 03 September 2009 11:58

la pianiste 2001
la pianiste 2001

Sevgisiz hayat bir insanı ne kadar ileri gitmeye zorlayabilir? Hissedebilmek için ne kadar vahşileşebilir veya gerçekte ne kadar vahşidir? Anneler kızları doğurur, peki anne ile kızları arasındaki ilişki neler doğurur? En az sorduğu sorular kadar çarpıcı bir film La pianiste. Dahi olarak nitelendirilen bir piano hocasının tekdüze ve ağır bir anne baskısı altında eriyen yaşamının ortaya yerine çekici bir öğrencisinin bir ok gibi fırlamasıyla başlar. Sevemediği hayatını muhafaza etmeye çabalasa da kayıtsız kalamaz ve kendini aşka kaptırır piano hocası. Ama büyük bir sorunu vardır sevmeyi bilmemektedir. Her şey çoktan karışmıştır: sevgi, aşk, cinsellik, saygı, mutluluk, acı, zevk, sehvet ..Ne varsa sanki yer değişmiştir. Piano hocası kaybolmuştur. Rahatsızlık veren filmlerdendir. Bunu özellikle istediğini açıkça belli etmektedir. Sorgulanması gerekenler var demektedir sakin bir çığlıkla. Piano hocasını canlandıran Isabelle Huppert oyunculuk dersi vermekle eş değer bir performans sergilemiştir. Ve 2009 yılında cannes film festivalinde jüri başkanlığı yapmıştır. Michael Haneke yönetmenliğin hakkını vermiştir. İzlenmesi gereken sayılı avrupa filmlerindendir.

Frozen River

queennothing | 24 February 2009 13:24

1964 doğumlu Amerikalı sinemacı Courtney Hunt‘ın ilk yönetmenlik denemesi olan “Frozen River“, başrol oyuncusu olan Melissa Leo‘ya ‘en iyi kadın oyuncu‘ ve Hunt’a ‘en iyi senaryo‘ dalında Oscar adaylığı kazandıran ‘bağımsız‘ ve iddialı bir yapım.

Babaları tarafından terkedilen T.J ve küçük Ricky, anneleri Ray ile birlikte bir karavanda yaşamaktadırlar.

Rachel Getting Married (Rachel Evleniyor)

queennothing | 21 February 2009 15:44

Alkol bağımlılığı nedeniyle rehabilitasyonda kalan Kym, ablası Rachel‘ın düğününe katılmak için evine gönderilir.
Annesi ve babası yıllar önce boşanan Kym, alkol probleminin dışında kişilik problemleriyle de uğraşmaktadır. Küçükken erkek kardeşi Ethan’ın ölümüne sebep olan Kym, üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala kendini affedememiştir.

İç rahatsızlığı, zamanla ‘kişilik bozukluğu‘na sebep olmuş ve O’nu uyumsuz bir insan haline getirmiştir.

Amerika’da bağımsız sinemanın kalesi: Sundance

ekimdusu | 21 January 2009 12:11

Sundance'ın akıllara kazınmış portresi
Sundance’ın akıllara kazınmış portresi

Herkes bilir sinema yedinci sanattır. Yani bir yerde sanatların sanatıdır. Onun bu karşıkonulmazlığı ve gücü, farklı açılardan, değişik biçimlerde dile getirilmiştir. Ancak günümüzde sinemada Amerika hakimiyetine kalmış koca bir dünya ve Hollywood hakimiyetine kalmış Amerika söz konusu. Tabii bağımsız sinemacılar hariç.

Bağımsız sinemada, yüksek bütçeli gişe filmleri, yıldızlaştırılmış isimler, stüdyolar yok. Sinemanın bağımsız yüzü daha çok farklılıkları ortaya koyan, kimi zaman yüksek sesle söylenmesi insanı rahatsız edecek cümleleri bağırandır. İşte bu yüzden bağımsız sinemayı en çok Amerika gibi bir ülkede yapmak zordur. Tabii Sundance Film festivali hariç.

Garden State

schizophrenia13 | 03 January 2009 10:16

garden state
garden state

dizilerden aşina olduğumuz zach braff‘ın ilk defa yönetmen koltuğuna oturduğu filmi garden state‘in senaryosu da kendisine ait. braff ilk filmi olmasının da etkisiyle olsa gerek müzikleri de kendi oluşturduğu seçkiyle kotarmış.

garden state
garden state

restoranda çalışarak oyuncu olmaya çalışan ve metropolde steril bir hayat yaşayan andrew, annesinin cenazesi için kasabasına kısa bir süreliğine de olsa geri döner. aile ilişkilerinin zayıf olduğunu babasından gelen telefonla filmin başında kavradığımız andrew’ın hikayesini ise kasabada babasıyla olan münasebetlerinden kavrarız. evden niye koptuğunu ise bu zorunlu ve kısa ziyarette bize aktaran film, andrew’un şehre dönünceye kadar kasabadaki arkadaşları, katıldığı bir parti ve edindiği yeni arkadaşıyla atıldığı macerayı bize aktarıyor.

the station agent

schizophrenia13 | 04 December 2008 15:26

2003 yılında vizyona giren thomas mccarthy filmi the station agent, başarısını ödüllere taçlandırmış bir bağımsız film örneği.
model tren dükkanında çalışan finbar mcbride, dükkan sahibinden miras olarak kalan bir tren istasyonuna hayatının bütün monotonluğuyla taşınmaya karar verir. trenlerin bile uğramadığı bu istasyon ve hareketsiz küçük kasabada edindiği ya da edinmeye mecbur kaldığı arkadaşları, onların hikayeleri minvalli film izleyiciye birşey vaat etmeden mutlu etmeyi başarıyor. peter dinklage ve patricia clarkson‘ı başrollerde izlediğimiz filmin senaryosuda yönetmene ait.