bildirgec.org

aile hakkında tüm yazılar

Şeytan Duymadan; Before the Devil Knows You’re Dead (2007)

dnz81 | 03 February 2011 10:04

May you be in heaven half an hour before the devil knows you’re dead.(Şeytan öldüğünü öğrenmeden, birbuçuk saat cennette olabilirsin).

Usta yönetmen Sidney Lumet‘den bir suç ve drama filmi, Before the Devil Knows You’re Dead (2007).

film afişi

Oscarlı Philip Seymour, Ethan Hawke, Albert Finney ve Marissa Tomei filmin kadrosunda yer almakta.
Andy ve Hank varlıklı bir ailenin yetişkin iki evladıdır. Evli olan Andy, eşi Gina ile lüks bir hayat sürmekteyken maddi sıkıntı içine girerler. Hank de işsiz güçsüz, dikiş tutturamayan bir karakterdir. Kariyerinde yükselemeyeceğini anlayan Andy’nin kusursuz bir planı vardır.

Short Circuit

emsvizyon | 22 December 2010 15:17

ah 80’ler, işte o zamanlardan kalma ve kimimiz için tanıdık bir yüz Number 5 🙂 yönetmenliğini John Badham‘nin yaptığı Short Circuit‘in başrollerinde: Ally Sheedy, Steve Guttenberg ve Fisher Stevens yer almakta.

savaş robotu olarak geliştirilen number 5’a bir yıldırım düşer, bu yıldırım sonucu bir bilinç kazanır ve yaşama iç güdüsüyle muhabere alanından hızla uzaklaşıp kendine saklanacak bir yer aramaya başlar. tabii bu robotun askerden firar etmesini hazmedemeyen yetkililer bir ava başlar. number 5 askeri inzibatlardan kaçarken aynı zamanda saklanmasına yardım eden insanlarla kurduğu duygusal ilişkilerle de izlenmeye değer bir seyirlik sunar

ha bu arada wall.e‘ye de çok benzemiyor değil hani.. sadece görünüşü değil,hem ürkekliği hem de sevimliliği bakımından da tıpkı wall.e 😉
fragman

ÇOK ŞİRİN AİLE STİCKLERİ

gezginciyim | 17 December 2010 10:17

Bloğunuzda,web sitenizde yada sosyal ağlarda kullanabileceğiniz aile stickleri http://www.widdlytinks.com ‘da

üye olmanız gerekmiyor web sitesine giriyorsunuz ve stickinizi oluşturuyorsunuz daha sonra url sini kopyalayıp kullanıyorsunuz. Eğer isterseniz oluşturduğunuz stick i hemen facebookta paylaşıyorsunuz. Çok şirin ve eğlenceli bi uygulama. kolay gelsin:)

A tale of two sisters (karanlık sırlar)

duygu bircan | 15 September 2010 13:24

Kore yapımı bir film olan “a tale of two sisters”in orjinal adı “Janghwa, Hongryeon“. janghwa kırmızı gül, hongryeon ise kırmızı lotus demektir. Filmin baş rolündeki 2 kız kardeşin isimleri su-mi ve su-yeon dur. su-mi gül, su-yeon ise lotus anlamında gelmektedir. filmin ismi ve karkater isimleri arasında güzel bir bağlantı kurulmuş, ama ismi ingilizceye çeviren şirket filmin anlattıklarından o kadar uzaktır ki, “a tale of two sisters” gibi basit ve baştan savma bir isimle gösterime sokar filmi. Film Türkiye’de de aynı müameleyi görüp “karanlık sırlar” ismiyle gösterime girmiştir. Filmimiz şaşırtmacalı bir sona sahip. Korkudan ağlatacak kadar korku öğesine, üzüntüden kahredecek kadar da drama sahip. Bir aile dramından ötesi, ailesinin başına gelenler yüzünden delirmiş bir kızın psikolojisi filmin özeti olabilir. Film iki kız kardeşin hastahaneden çıkıp babalarının yeni evlerine gelmeleriyle başlar. Babaları artık yeni birisiyle evlidir ve üvey anne kötü kalpli bir insandır. su-mi kardeşi su-yeon’ı kötü kalpli üvey anneden korumak için her şeyi yapar. Psikolojik gerilim seven herkesin kesinlikle görmesi gerektiğini düşünüyorum.

HİSS-İ VUK’U

il mare | 08 September 2010 16:31

‘Beni bu güzel havalar mahvetti’

Biliyordum, hislerin bazen sadece hislerden ibaret olmadığını biliyordum.Dün sabaha karşı uyuyakaldığım o koltuktan kalktıktan sonra kendimi bulmuşluk hissinin gelip geçici sersem bir histen ibaret olmadığını biliyordum. Açık kalmış olan Habertürk’teki evet -hayır tartışmalarına,daha gözlerimi açar açmaz hemen adapte oluşumdan,bunu kendi kendime farkettikten sonraki bilincimin munzur tebessümünden anlamıştım, elimi yüzümü yıkamak üzere banyoya doğru ilerlerken ayaklarımın vücudumu sola çekişine karşı kurduğum dengeden, hemen sonra kendime gelişimden ve izlemeye doyamadığım cami ışıklarına bu sefer çok kısa ama her zamankinden daha uzun bakabilişimden farketmiştim bazı hislerin aslında sadece hislerden ibaret olmadığını…

Oldukça geriye gitmiş olsam gerek.Kendi kendime yettiğim bir zamana.Güneşin yılda sadece bir kere böyle parlayabilip ağaçların yılda sadece bir kez böyle konuşlanıp kokabildiği,dışarısının sesinin yılda sadece bir kez böyle herşeyle ahenkle bütünleşip duyulabildiği zamanı ellerimle sıkı sıkı yakalayabilmiş olsam gerek. Evimin bu kokusu başka hangi zamandan gelebilir ki? Herkesdeki bu haller tavırlar başka ne zamana ait olabilir,ben başka ne zaman bu odada böyle durup böyle hissedebilirim? Avuçlarımda bir zaman var,sıkıca tutuyorum,gözükmüyor zaman, hissediyorum, ama hissetmek de yetmiyor,yaşıyorum. Hisler her zaman hislerden ibaret değilllerdir çünkü.

Orta 1. sınıfa gidiyorum, annemin hasta bir annesi yok,her eve gelişimde evde,kapıyı açan o.Kardeşim çok küçük daha,farkında değilim ama.Kardeş o sadece,küçük bir kardeş değil.O da gelir birazdan okuldan,annem ve ben varız şimdilik evde.Sessiz ev,çok sessiz,çalışan bir tv yok,toz alıyor annem şimdi,birazdan yemek hazırlar bana,bir iki tabak sesi anaçlık katar adı ben olan sessizliğe.
Odam küçük olan.Büyük,küçük olan kardeşte.dağınık hep,yararlanamıyor büyüklüğünden,hem nesine gerek onun koca oda.Ama isyanlarımdan çok uzağım şimdi,küçük ve sevimli odama tapıyorum çünkü dibine dek güneşe boyalı duvarları, yüzeyleri ,yan yüzeyleri ,çevresi, alanı.Odaya baktığın vakit gördüğün şey güneş.Dışını hiç yakmıyor ama içini öylesine ısıtıyor ki…Dünyanın böyle bir odası olmalı.
Dört beş saniye camın önünde seyre daldıktan sonra hapşırıyorum arka arkaya üç kez, annemin sesi duyuluyor mutfaktan: ‘Çok yaşa kızım!’.

Sen de gör anne! Sen de! Karşı apartmanın bahçesi dört ördekle dolu,büyümüşler nasıl da, birbirlerini kovalıyorlar güneşin altında,mutlular ördekler,mutluyum.

2010 yılının en iyi 50 web sitesi

mentira | 31 August 2010 22:00

time sitesinde 2010 yılının en iyi 50 sitesini seçmiş ve yayınlamış. kategorilerine göre 2010 yılının en iyi 50 sitesi şunlarmış.

Müzik & Video
Vimeo
Movieclips
Grooveshark
MOG
Labuat

Spor
Sports-Reference
Rotoworld
Yardbarker
Total Pro Sports
Citizen Sports

Aile & Çocuklar
Design Mom
Serious Eats
Babble
Etsy
Sesame Street

Haber & Bilgi
Guardian
The Onion
The Daily Beast
National Geographic
WikiLeaks

Finans & Verimlilik
Mint
Wikinvest
StockMapper
Springpad
Wakerupper

AYN RAND’IN BAHANESİ

il mare | 31 August 2010 09:18

Bahanelerden ibaret olduğumuzu söylüyor Ayn Rand.Kabul etmek istemediklerimizi bahaneler aracılığıyla kabul edilebilir hale getirmeye çalıştığımızı,kendimizi kandırıp kendimize göre realiteler yarattığımızı…

Haklı,fakat belirsiz,anlamsız bir dünyanın içindeyken ve asıl anlamı ortaya çıkaracak ölüm niyetine bir yaşama bahanesinin içindeyken biz, bu bahanelerin alt kümeleri diğer tüm küçük bahaneler eleştirilmek için fazla masum değil mi?

Misal;
Uzun bir süreliğine başka bir ülkeye gideceksin,istediğin zaman dokunamayacak kadar uzak olacaksın sevdiklerine.Biliyorsun ki onların yanında olmak her ölümü korkusuz kılar, fakat ellerini bıraktığın vakit, birlikte ölmekten çekinmeyeceğin insanların ölüm korkuları sarar dört bir yanını. Gidersin gene de ama,caymazsın,istiyorsundur çünkü.Ya sen yokken onlara bir şey olursa,ülkende beklenen yüksek şiddetli bir deprem mesela,ilan edilmiyor mu peşinen avaz avaz? Ama ne yapıyorsun,kulaklarını tıkama bahaneni kullanıyorsun.Sanki ölüm yokmuş,ne kadar uzağa gitsen de onlara hep yakınmışsın gibi düşünmeye odaklanıyorsun. Ölümü inkar etmek için,kendine bir realite oluşturuyorsun, İhtimallerin hepsini doğduklarına pişman ediyor,hepsini feci şekilde azarlıyorsun. Bir bilgisayar oyunundaymışsın gibi, içindeki çukurlardan çıkan biçimsiz canavarların kafalarına,daha belirmelerine izin vermeden elindeki balyozla sağlam darbeler indiriyorsun. Game,başarısızca overlandığı zaman da kadere sığınıyor,alışılır diyorsun,insanım diyorsun. İnsan olma bahanesini kalbine kan diye pompalıyorsun.

La vita è bella (Hayat Güzeldir)-1997

| 23 August 2010 13:10

Hayat Güzeldir, Roberto Benigni‘nin yazdığı, yönettiği ve başrolünde olduğu bir romantik-dram filmi. 1997 yapımlı filmin diğer rollerinde Nicoletta Braschi ve Giorgio Cantarini bulunuyor. IMDb’nin Top250‘sinde 75.sırada olan yapım, Bafta, Cannes, Ceaser, Goya, Akademi ve David di Donatello gibi bir sürü ödül töreninden ödülleri kapmayı başarmıştı. Akademi’den “Yabancı Dilde En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Müzik” ödüllerini almıştı. American History X‘te unutulmaz bir performans sergileyen Edward Norton ve “Saving Private Ryan” filmiyle Tom Hanks; Robert Benigni, Nick Nolte ve Ian MacKellen ile beraber “erkek oyuncu” dalında aday olduklarını hatırlatmak isterim. Benigni bu kadar güçlü aday arasından ödülü alabilmişti.

Filme gelirsek… 2.Dünya Savaşı zamanları-İtalya’dayız. Guido bir resturantta garson olarak çalışan hiperaktif, eğlenceli, sevgi dolu ve komik birisidir. Bir gün şans eseri hayatının kadınıyla karşılaşır. O gün ona aşık olur ve sürekli onu tavlamaya çalışır. Nitekim de başarır. Çok geçmeden evlenip bir çocuk sahibi olurlar. Birlikte güzel bir 5-6 yıl geçiren aile, apar topar toplama kampına götürülür. Guido’nun artık yapması gereken tek bir şey vardır: Oğlu Joshua’nın bu yerin gerçek yüzünü öğrenmemesini sağlamak… Bundan sonra oğlu için komik ve zekice olduğu kadar dramatik bir oyun oluşturmaya başlar.

BİR PAZAR GÜNÜ

cememr2000 | 09 August 2010 14:59

BİR PAZAR GÜNÜ
Pazar günleriyle ilgili sıkıcı, karamsar düşüncelerimi sizlerle paylaşarak, içinizde belki güzel bir Pazar kahvaltısı sonrası biriken azıcık yaşama sevincini de yok edecek değilim.Yine de samimi olmak adına; Pazar günlerini sevmediğimi, bu sarı sayfaların, kırmızı defterin, bej rengi masanın, soğuk gri kasvetli havanın, kendisi siyah, yazdıkları mavi pilot kalemin şahitliğinde ilan ediyorum.
Yazdıklarımdan da anlaşılabileceği gibi; kendime dost tuttuğum nesnelere dikkat edilirse yahut şöyle söyleyeyim; kendime nesneleri dost tuttuğuma -insanları değil- (bu tire çizgilerini de pek severim parantezleri hiç sevmem. Çünkü parantezler bana, biri konuşma yaparken, kinayeli fısıltılarla birbirlerinin kulağına bir şeyler söyleyen, seyirci kalabalığından iki kişiyi hatırlatır. Özetle parantezler; hain, sinsi, dedikoducu ve düşman gelir bana. Tire çizgileriyse daha çok edebiyatçılarca tercih edilen, anlatılmak istenen şeyi daha da iyi anlatmak kaygısıyla kullanılan masum, yardımcı -belki de boyuneğici- dostane noktalama işaretleridir.) Konumuza dönersek nesneler, özellikle yazma nesneleriyle, beslediğim bu yalnızlık, hayatımın büyük bir bölümünü kapladığından, eskiden pek sevdiğim, şimdilerdeyse çokça hazzetmediğim bir eski dost…
Hele hele Pazar günleri bu eski dost, hiç çekilmez olur çünkü Pazar günleri aile günleridir. Pazarlar aileye ayrılır. Hava güzelse sabah erkenden –erken demekle dokuz on sularını kastediyorum-eşofmanlar giyilir, saçlar atkuyruğu yapılır, spor ayakkabılar ayağa geçirilir, güneş gözlükleri takılır ve bahçeye inilir. Bu süreçte; bagajı açık bekleyen bir araba, aile sakinlerine öfkelenen, uflayıp puflayan bir baba, “Hadi, geç kalıyoruz” diyen bir anne, sıklıkla görülen figürlerdendir. Böyle bir günü anlatan bir öykü ya da roman yazmak isterseniz- belki de ben istiyorum ama sanırım cesaret edemiyorum-bu figürleri çekinmeden kullanabilirsiniz.