Bahanelerden ibaret olduğumuzu söylüyor Ayn Rand.Kabul etmek istemediklerimizi bahaneler aracılığıyla kabul edilebilir hale getirmeye çalıştığımızı,kendimizi kandırıp kendimize göre realiteler yarattığımızı…Haklı,fakat belirsiz,anlamsız bir dünyanın içindeyken ve asıl anlamı ortaya çıkaracak ölüm niyetine bir yaşama bahanesinin içindeyken biz, bu bahanelerin alt kümeleri diğer tüm küçük bahaneler eleştirilmek için fazla masum değil mi?Misal;Uzun bir süreliğine başka bir ülkeye gideceksin,istediğin zaman dokunamayacak kadar uzak olacaksın sevdiklerine.Biliyorsun ki onların yanında olmak her ölümü korkusuz kılar, fakat ellerini bıraktığın vakit, birlikte ölmekten çekinmeyeceğin insanların ölüm korkuları sarar dört bir yanını. Gidersin gene de ama,caymazsın,istiyorsundur çünkü.Ya sen yokken onlara bir şey olursa,ülkende beklenen yüksek şiddetli bir deprem mesela,ilan edilmiyor mu peşinen avaz avaz? Ama ne yapıyorsun,kulaklarını tıkama bahaneni kullanıyorsun.Sanki ölüm yokmuş,ne kadar uzağa gitsen de onlara hep yakınmışsın gibi düşünmeye odaklanıyorsun. Ölümü inkar etmek için,kendine bir realite oluşturuyorsun, İhtimallerin hepsini doğduklarına pişman ediyor,hepsini feci şekilde azarlıyorsun. Bir bilgisayar oyunundaymışsın gibi, içindeki çukurlardan çıkan biçimsiz canavarların kafalarına,daha belirmelerine izin vermeden elindeki balyozla sağlam darbeler indiriyorsun. Game,başarısızca overlandığı zaman da kadere sığınıyor,alışılır diyorsun,insanım diyorsun. İnsan olma bahanesini kalbine kan diye pompalıyorsun.Gidiyorsun nihayetinde.Gerçeklikten kaçarak, başka bir gerçekliğe.Önemli olan sensin çünkü.Sanki diğer herkes,şu zamana kadarki bahanen,varlığın için çevrende dolanan figurandan bahaneler.Gitmezdin ki yoksa… Biri çıkıp deseydi ki iki yıl sonra kimse kalmayacak burada,bir yıllığına da olsa gitmezdin,gidemezdin hiç uzağa. Kendi gerçekliğin, vicdanın arasında çoktan boğulmuş olurdu çünkü,bu sefer bahanen vicdanın olurdu.Gidemezdin;çünkü kader gelip sana bahaneler hazinesi yaratan belirsizliği bozmuş olurdu,bahanelerinin en büyüğü belirsizlik, gammazcı kaderin oyunbozanlığıyla damarlarına karışıp yok olurdu.Gidemezdin; çünkü eğer bilmezsen, gidersin. Göze alacağın bir ölümü görmezden gelirsen,ölümleri bahanelerinle yok ederek ebediyete dayalı bir dünya inşa edersen,beynine korkmaktan üşenmeyi öğretirsen,anca o zaman gidersin.Korkmaktan korktuğu zaman gidebilir insan anca çünkü.Korkmak ,bahanesi olduğu vakit yani.Öyle bir korkmak ki, tüm diğer korkuların dizlerini titretip hepsini önünde eğilttiren; vicdan silahını dayayıp şakaklarına,zorla neşeli şarkılar söylettiren…Ne diyordum…Tüm yolculuklarımız,en uzundan en kısa mesafelisine kadar bahanelerle döşeli. Adımlarımız bahanelerden kuvvet alır,korkusuzca sağlamlaşır,yaşamak bahanesiyle tüm ölümleri iteriz ellerimizle;emin olduğumuz ama söylenmeyen,ilan edilmeyen tüm gerçeklikleri yalana boyarız,soyut olan her kavram kaçmak için geçerli bahanelerimizdir.Ve bunun adına hayat demişler.Bahanelerle nefes alır hayat.Bu durumda Ayn Rand da ,’bahanelere laf etme’ bahanesine sığınarak onların gerçekliğe bürülü vazgeçilemezliğini farkındasızca vurgulamış olabilir mi?