‘Beni bu güzel havalar mahvetti’Biliyordum, hislerin bazen sadece hislerden ibaret olmadığını biliyordum.Dün sabaha karşı uyuyakaldığım o koltuktan kalktıktan sonra kendimi bulmuşluk hissinin gelip geçici sersem bir histen ibaret olmadığını biliyordum. Açık kalmış olan Habertürk’teki evet -hayır tartışmalarına,daha gözlerimi açar açmaz hemen adapte oluşumdan,bunu kendi kendime farkettikten sonraki bilincimin munzur tebessümünden anlamıştım, elimi yüzümü yıkamak üzere banyoya doğru ilerlerken ayaklarımın vücudumu sola çekişine karşı kurduğum dengeden, hemen sonra kendime gelişimden ve izlemeye doyamadığım cami ışıklarına bu sefer çok kısa ama her zamankinden daha uzun bakabilişimden farketmiştim bazı hislerin aslında sadece hislerden ibaret olmadığını…Oldukça geriye gitmiş olsam gerek.Kendi kendime yettiğim bir zamana.Güneşin yılda sadece bir kere böyle parlayabilip ağaçların yılda sadece bir kez böyle konuşlanıp kokabildiği,dışarısının sesinin yılda sadece bir kez böyle herşeyle ahenkle bütünleşip duyulabildiği zamanı ellerimle sıkı sıkı yakalayabilmiş olsam gerek. Evimin bu kokusu başka hangi zamandan gelebilir ki? Herkesdeki bu haller tavırlar başka ne zamana ait olabilir,ben başka ne zaman bu odada böyle durup böyle hissedebilirim? Avuçlarımda bir zaman var,sıkıca tutuyorum,gözükmüyor zaman, hissediyorum, ama hissetmek de yetmiyor,yaşıyorum. Hisler her zaman hislerden ibaret değilllerdir çünkü.Orta 1. sınıfa gidiyorum, annemin hasta bir annesi yok,her eve gelişimde evde,kapıyı açan o.Kardeşim çok küçük daha,farkında değilim ama.Kardeş o sadece,küçük bir kardeş değil.O da gelir birazdan okuldan,annem ve ben varız şimdilik evde.Sessiz ev,çok sessiz,çalışan bir tv yok,toz alıyor annem şimdi,birazdan yemek hazırlar bana,bir iki tabak sesi anaçlık katar adı ben olan sessizliğe.Odam küçük olan.Büyük,küçük olan kardeşte.dağınık hep,yararlanamıyor büyüklüğünden,hem nesine gerek onun koca oda.Ama isyanlarımdan çok uzağım şimdi,küçük ve sevimli odama tapıyorum çünkü dibine dek güneşe boyalı duvarları, yüzeyleri ,yan yüzeyleri ,çevresi, alanı.Odaya baktığın vakit gördüğün şey güneş.Dışını hiç yakmıyor ama içini öylesine ısıtıyor ki…Dünyanın böyle bir odası olmalı.Dört beş saniye camın önünde seyre daldıktan sonra hapşırıyorum arka arkaya üç kez, annemin sesi duyuluyor mutfaktan: ‘Çok yaşa kızım!’.Sen de gör anne! Sen de! Karşı apartmanın bahçesi dört ördekle dolu,büyümüşler nasıl da, birbirlerini kovalıyorlar güneşin altında,mutlular ördekler,mutluyum.Türbe yeşili ekoseli etek,beyaz gömlek ve gene türbe yeşili kravatımı çıkarıyorum;ondan önce üst üste geçirdiğim süveter ve hırkamı.Öğretmen örnek göstermişti hani ikisini de üst üste giyip tam bir öğrenci gibi gözüktüğüm için.Anlamsız bir övgünün minik kalbimi okşadığı bu ikiliyi koyuyorum bordo döner sandalyemin üstüne,giyiyorum ‘ev kıyafetleri’mi,uzanıyorum güneşi kana kana içen yatağımın üzerine.İçiyorum ben de, içiyorum,içiyorumm…Yanaklarım kızarmış mıdır acaba,güneşle arama giremeyen ama gene de giren cam engel olmuş mudur yüzümün yanmasına;kalkıyorum,yatakodasındaki aynaya gidip bakıyorum. Yanmamışım…Üzülmüyorum,merak.Annem geliyor sonra ,çıkardıklarımı askılarına asıp asmadığımı,katlayıp katlamadığımı kontol edip bir yandan yemeğimin hazır olduğunu söylüyor. İçeri geçiyorum,tabağıma konan pırasayı çok da istemeyerek yiyorum,yiyorum.Karesi düşüyor an’ıma şimdi,bir fotoğraf karşımda,pırasa yiyorum,üzerimde ‘ev kıyafetleri’m, at kuyruğu saçım,gülümsüyorum,gülümsemişim…Pırasa ve ben.Güneş sızıyor fotoğraftan,taşıyor,içerime doluyor,doluyorr,hissettiriyor ama hisler hislerden ibaret kalmaz kimi zaman,yaşatıyor.Yazıyorum! Pırasayla düellomdan sonra,kapının önüne, geldiğimde bıraktığım dikdörtgen mor okul çantamı alıyorum sırtıma takarak,odama götürüyor ve yatağıma koyuyorum.Koymamalıyım ama yatağa,okulda yere düştü pislendi o,yatağa çanta konulmaz.Koyuyorum gene de,kalem kutumu çıkarıyorum içinden,okul deferlerine dokunmayıp ‘hatıra defteri’mi çıkarıyorum.O zamanlar herşeyi yazdığım adı- hatıra defteri’ni okulda hergün yanımda götürüyorum,çıkarıp arkadaşlarıma gösteriyorum,dokundurtmuyorum ama,özel o,gizli,havalara giriyorum biraz da.Minik, pembe ,kokulu sayfalarını karıştırdıktan sonra yeni bir sayfa açıyor,güneşle selamlaşmalarını izliyorum biraz,izlerken düşünyorum,düşünüyorum düşünyorum da hep aynı başlıyorum: Sevgili günlük…Aynı başlangıçlara farklı sonlar getiriyorum her seferinde ama,olan biten farklı her gün çünkü,hisler belki de aynı. Şimdinin aynı olan bitenliğinin farklı hislerine meydan okuyorum,okulda neler oldu neler bitti,yazılılarımdan kaç almışım,annem kızmış mı,kardeşimle kavga etmiş miyim,daha nice ayrıntıyı döşüyorum.Birinden bahsediyorum sonra,ilk aşk mı derler? Bana bakmış mı,bana şöyle demiş acaba böyle mi demek istemiş,o da beni seviyor mu,tatil olunca ne yapacakmışım,çok özleyecekmişim…Yazıyorumm,yazıyorum,sayfalarca,minik ellerim yorulmuyor.Minik o zaman çok ellerim,şimdiki ortaokullular gibi değil,cüssem de küçük,karakterim de.Şimdikiler gibi olgun ve bilmiş değilim.Yazımı tamamladıktan sonra resimlerle genel bir özet yapıyorum arka sayfasına,bir kalp çizmişim mesela,iki ok çıkarmışım,baş harfler falan… Boyamışım etmişim,bir sayfayı renk olmadan sanki ölü ilan etmişim. Tükenmez kalmelere yer yok ‘hatıra defteri’mde,ve tek bir renge de. Bir paragraf morken ,bir paragfaf mavi…Bütün bir yazı çok sayıda renkle döşeli…Kapıyorum sonra defterimi,ertesi gün okulda yanıma alana kadar sandığımın içine koyuyorum.Çok çok gizli kalması gereken hislerimi bir sandığa tıkıyorum,kilitsiz ama büyük,adı sandık onun.Sandıklar bilinmeyenlerin meskenleridir,sandıklar her daim güvenlidir.Beni kendimce büyük bir gizeme bürüyen sandığımla her gün buluşuyorum.Hala, her gün olmasa da sık sık…Ödevlere sarılma vakti,aynalar,yansımalar,düz,çukur,hani çorba kaşığı,ters görüntü falan…Hiç sevmediğim ve iyi ki de kendini sevdirmemiş fen öğretmenimin soğuk espiriler yapan sesi eşliğinde o gün işlediklerimizi tekrar ediyorum,tekrarlar hep annemin zoruyla,tekrar etmeye gerek yoktur ki o yaşlarda.Pekiştirme sonra,kırmızı kitap,mavi kitap,tek kitap.Kabusum hepsi.Ders faslı bittikten sonra kocaman siyah bir tape içine, üstünü iki ucundan bantladığım eski bir kaset koyuyorum,sonra radyoyu açıp beğendiğim şarkı çıkınca hemen rec tuşuna basıp şarkıyı kasete kaydediyorum.Bu teknoloji harikası işi becerdiğim için kendimle gurur duyuyor,sonra aynı şarkıyı tekrar kasetten dinliyorum,her ne kadar son kısımlarına dj in sesi eşlik etse de…Babam geliyor akşam,kardeşim ve ben öpmek için koşuyoruz kapıya,yemek hazır zaten, oturuyoruz,günlerden cuma,süper baba başlayacak birazdan,sofra toplanıyor, çaylar demleniyor,oturulup ailece süper baba izleniyor.Sapsarı kuşum cincan da epey mızmızlandı,kafesinden çıkarıp biraz salmalı. Bu kadar yeter,artık hapis zamanı,ele gelmiyor ama,ışıkları kapatıp karanlıkta avuçluyor babam kendisini. Bu da tamam.Dizi de bittti,ertesi gün 7 de kalkılacak,hemen dişlerr,yatak.İyi geceler öpücükleri verildikten sonra içerideki televizyondan savaş ayın a takımı nın anlamsız,sıkıcı gelen konu ve sözleri eşliğinde gözlerimin gitgide kapanması,uykuuu…Ve dün akşamki uyuklamamdan sonra bambaşka bir farkındalıkla kalkıp anılarımı hissetmem ve bugün de yaşamam için doğmam. Yılda sadece bir kez yakalayabileceğim bu farkındalığı, yıllar önce sıradan bir gün sonrası uykuya dalmış minik kızın da hevesliliğiyle sıkıca avuçlarımda tutuyor olmam.Yılda sadece bir kez, yıllar öncesindeki gibi parlayabilecek olan güneşi, tıpkı o zamanki gibi içmem,annemin sesinin tıpkı o zamanların şevkatine bürünmesi ,tıpkı o günümkü gibi kendi kendime yetmem,en iyi arkadaşımın güneş olması.Yazı yazmak, yemek yemek ,ders çalışmak ve uyumaktan başka yapacak bir alternatifimin olmayışındaki sadeliği bugün kana kana içmem!!!Havaya ,balkondan dışarıya yaydığım sadeliğin kokusunu buram buram duyumsamam,ötesi yok!Yıllar öncesindeki gibi kokuyor hava,o zamanlardaki gibi hissediyorum,içerimde o zamanların masumiyeti ve sakinliği var. Boş duruyorum ve yazı yazıyorum, alternatifim yok;dışarıyı, içeride kalarak solumanın tadını böylesine güzel çıkarıyorum.Eşyalar da benimle müthiş bir işbirliği içinde sanki,onlar da katkıda bulunuyorlar evin büründüğü bu geçmiş kokusuna,durdukları yerde gerinirlerken çıkardıkları sesler bile aynı…Dolup taşıyorum işte böyle bir zamanda,bitirmek istemiyorum bu yazıyı,bitirince herşeyin yitip gitmesinden korkuyorum, kendime alternatifler yaratıp kendimi dışarıya atmaktan,o zamanlar çok uzak olduğum başka telaşların arasında kaybolmaktan,kendimi kaybetmekten korkuyorum.Avuçlarımda evvel bir zamanım,kaçmasın diye öldürmekten korkuyorum.O zamanlar bir haber olduğum bir şiirin mısralarını da şimdi geçmişe ortak ediyorum…“Beni bu güzel havalar mahvetti,Böyle havada istifa ettimEvkaftaki memuriyetimden.Tütüne böyle havafa alıştım,Böyle havada aşık oldum;Eve ekmekle tuz götürmeyiBöyle havalarda unuttum;Şiir yazma hastalığımHep böyle havalarda nüksetti;Beni bu guzel havalar mahvetti.”