bildirgec.org

1990 hakkında tüm yazılar

Henry & June (1990)

queennothing | 02 February 2010 12:19

Amerikan sinemacı Philip Kaufman‘ın yönetmenliğini yaptığı 1990 çıkışlı sinema filmi “Henry & June“, Anais Nin‘in kitabından uyarlandı. Amerikan aktör Fred Ward‘ın 1970 doğumlu Amerikan aktris Uma Thurman ve Portekizli aktris Maria De Medeiros ile başrollerini paylaştıkları yapım, ‘En İyi Sanat Yönetimi’ dalında Oscar’a aday gösterildi.
1930’lu yılların Paris’inde geçen bu olaylar, usta Yazar Henry Miller‘in eşi June ve sevgilisi Anais Nin ile olan tuhaf ilişkisini konu alıyor.
Anais Nin, çeşitli türde yazılar yazan ve ilerde büyük bir yazar olmak isteyen genç ve evli bir kadındır. O dönemlerin en iyi kalemlerinden biri olan Henry Miller ile tanışma olanağı bulan genç kadın, Henry’den cinsel anlamda etkilenir. Nin’in kocası Robert’ın henüz haberdar olmadığı bu etkileşime karşılık veren Henry de serbest bir ilişki yaşadığı karısı June’a aldırmadan genç Nin ile ilişkiye girer.

CYRANO DE BERGERAC / 1950 / 1990

ozlavinya | 23 December 2009 12:11

İlk olarak; 1990, Gerard Depardieu ‘nun başrolünü oynadığı versiyonunu izlemiştim. Daha sonra 1950 yapımı Jose Ferrer’in o muhteşem oyunculuğu ile. Ki o oyunculukla büyük oyuncu Depardieu’yu gölgede bıraktığını dahi düşündüm.

“Cyrano de Bergerac” Edmond Rostand tarafından yazılmış olup defalarca ekrana aktarılmış, defalarca tiyatro sahnelerinde boy göstermiş bir şaheserdir.

Alttaki linklerde ne zaman kimler tarafından oynandığını gösteren bazı bilgiler mevcuttur:

2005 de 1985 de 1945 de 1960 da 1975 de

1950 versiyonu, baş oyuncular ve karakterler şöyle:
Jose Ferrer (zamanın sivri dilli ve büyük burunlu yazarı, baş karakter CYRANO DE BERGERAC), Mala Powers (şiir sever, gerçek aşktan anlamaz ROXENA) ve William Prince( şiirden ve incelikten anlamaz, aşk adamı CHIRISTIAN’in başrollerini paylaştığı, Michael Gordon’un yönettiği siyah beyaz çekimdir.

Dick Tracy (1990)

queennothing | 19 December 2009 19:01

Çizgiroman yazarı Chester Gould‘un 1931 çıkışlı çizgiromanından uyarlanan 1990 çıkışlı sinema filmi “Dick Tracy”, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kostüm Tasarımı’, ‘En İyi Ses’ ve ‘En İyi Sanat Yönetimi’ dalında Oscar adayı olurken, ‘En İyi Makyaj’, ‘En İyi Dekorasyon’ ve ‘En İyi Müzik’ dalında olmak üzere toplam üç dalda Oscar Ödülü kazandı.
1937, Amerika doğumlu aktör Warren Beatty‘nin başrolünde yer aldığı yapımda Al Pacino, Glenne Headly, Seymour Cassel, Dustin Hoffman, Madonna, James Keane, Kathy Bates, Charles Durning, Charlie Korsmo, Paul Sorvino, Mandy Patinkin gibi isimler rol alıyor.

Big Boy Caprice, rüya kent Chicago’nun azılı bir mafyabaşıdır. Kendisine rakip olan tek kişi, Lips Manlis’in kendisidir. Manlis’in işlettiği gece kulübünü basan ve rakibini kaçıran Big Boy, Manlis’in sevgilisi şehvet abidesi Breathless Mahoney’i de alıkoyar. Mahoney’i yanına alarak gücünü bir kez daha ispatlayan Big Boy, kararlı, yumuşak ve sadık bir polis dedektifi olan Dick Tracy’den henüz habersizdir.

It (1990)

queennothing | 09 December 2009 14:30

Stephen King‘in 1986 senesinde tamamladığı romanı “It“den uyarlanan 1990 çıkışlı korku/gerilim filmi “It“, Amerikalı senarist/yönetmen Tommy Lee Wallace tarafından çekildi.
Minidizi olarak yayınlanan yapım, ’90 senesinde 3 saatlik bir film haline getirildi. Filmde Harry Anderson, Anette O’Tocle, Dennis Christopher, Richard Masur, Tim Reid, John Ritter, Tim Curry ve Richard Thomas rol alıyor.

Babasının baskısından bunalan bir kız ve onun altı arkadaşı. Henüz 15’inde bile olmayan bu yedili tayfa, ormandaki küçük göle bir baraj yapmaya karar verirler. Gerçek dostluk ve birliğin en tatlı anlarını yaşayan yedili, kasabalarında yaşanan bir olayla sarsılacaktır.
Yeraltında yaşayan palyaço görünümlü bir yaratık, çocuklara görünüp, önce korkutmakta, sonra yanına çekip öldürmektedir. Artan ölüm olaylarından korkan yedili, herbirine görünen palyaçonun kendilerini öldüreceğini düşünürler. İçlerinden birinin küçük kardeşini öldüren palyaço, çocuklara ‘korku duydukları şey’ olarak görünmekte ve onları kendi korkularıyla öldürmektedir.

Ghost (1990)

queennothing | 30 October 2009 09:44

Oscar Ödüllü senarist Bruce Joel Rubin‘in senaryosunu yazdığı, Amerikan yönetmen Jerry Zucker‘ın yönetmenliğini yaptığı 1990 çıkışlı fantastik/drama yapımı “Ghost“, ‘En İyi Senaryo’ ve ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Oscar Ödülü kazandı. ‘En İyi Film’, ‘En İyi Müzik’ ve ‘En İyi Film Düzenleme’ dalında Oscar adaylığı bulunan yapımda, 14 Eylül 2009 tarihinde hayatını kaybeden aktör Patrick Swayze ve Amerikan aktris Demi Moore başrolde yer alıyor. Whoopi Goldberg, Tony Goldwyn ve Vincent Schiavelli (26 Aralık 2005 kansere yenik düştü) de filmde rol alan diğer isimler.

Sam ve Molly, uzun süredir devam eden ilişkilerini aynı eve taşınarak sürdürmeye karar verirler. Bankada çalışan Sam ve heykeltraş Molly, bir akşam gittikleri operadan eve dönerken, silahlı bir adamın saldırısına uğrarlar. Adamla dövüşmeye başlayan Sam, silahın atış almasıyla vurulur ve oracıkta can verir.

Child’s Play 2 (1990)

queennothing | 17 October 2009 14:06

Child’s Play“in devam filmi olan “Child’s Play 2“, yine Don Mancini’nin hikayesinden uyarlandı. Yönetmenliğini John Lafia‘nın yaptığı filmde New Yorklu oyuncu Gerrit Graham, Emmy Ödüllü aktris Jenny Agutter, Christine Elise, çocuk oyuncu Alex Vincent, Grace Zabriskie, Beth Grant, Greg Germann, Peter Haskell, Raymond Singer gibi isimlerin yanısıra, ‘Chucky’ bebeğin sesi olarak Brad Dourif de yer almakta.

Bir oyuncak bebeğin canlanıp, oğlunu öldürmeye çalıştığını iddia eden Karen, akıl hastahanesine, küçük Andy ise çocuklara psikolojik rehberlik hizmeti veren bir yerde kalmaktadır. Olaya birebir şahit olan polis memuru ise her şeyi inkar ederek başına bela almamayı tercih etmiştir.

Edward Scissorhands (1990)

queennothing | 15 August 2009 12:14

Tim Burton ve Coraline Thompson‘ın yazıp, Burton’ın yönetmenliğini yaptığı, 1990 yapımı “Edward Scissorhands“, Johnny Depp, Winona Ryder ve Dianne West gibi isimleri biraraya getiriyor.
Peg, kapı kapı dolaşıp, kozmetik markası Avon’un ürünlerini satan, kendi halinde bir kadındır. Satış yapamadığı bir günün sonunda Peg, arabasının camından yepyeni bir yer keşfeder; bir şato. Şatoya doğru giden Peg, cesaret edip içeri girer. Yüksek ve kalın duvarlı, tarihi bir yermiş izleminimi veren bu şato, Peg’i ürkütse de, çatı katına kadar yol alır. Boş şatoda, nihayet biriyle karşılaşır; Edward. Yıllardan beri şatoda tek başına yaşayan Edward, başarılı bir mucitin el yapımı buluşudur. Hamurdan yapılan Edward, normal insan görünümdedir, fakat elleri yerine ‘makas’ vardır. Yaşlı mucit, Edward için tasarladığı elleri, genç adama vermek üzereyken kalp krizinden gitmiş, böylece Edward, kollarının ucundaki makaslarla yaşamaya devam etmiştir.

Genç adamın durumuna üzülen Peg, Edward’ı evine götürür. Edward’ı gören mahalle sakinleri, türlü dedikoduılarla genç adamı ziyaarete gelirler. Peg ve kocası, Edward’a yardımcı olurlar ve ona, kampta olan kızları Kim’in odasını verirler. Normal bir evde, normal bir hayata alışmaya çalışan Edward, makas ellerinin zorlaştırdığı yaaşamına yeni bir meslek ekler; bahçıvanlık. Bitki budama işi zamanla kuaförlüğe dönüşür ve genç adam, mahalleli kadınların saçlarını makasından geçirir.

“Tünel”

ashg | 29 April 2009 10:02

Düşler” – “Tünel”

Akira Kurosawa’ın “Düşler”inde üçüncü dördüncü hikaye olan “Tünel” bana göre bu sekiz hikayenin içinde insanı en çok etkileyen film. Kısaca bir tünele giren ve orada ölümünden sorumlu olduğu başka askerlerin hayaletleriyle karşılaşan bir askerin tünelin sonuna varma çabaları anlatılıyor. Yönetmen bu filminde evrensel bir konuyu işliyor ama Japon değerlerini ve etkisini hissediliyor.

Film, ıssız bir yolda tek başına bir askerin görüntüsü ile başlıyor. Genel planlarla örülü filmde Kurosawa tablo gibi kadrajlanmış görüntüler elde etmiştir. Alacakaranlıkta karşına çıkan ve sonu görünmeyen tünele girmek üzereyken bir köpeğin ulaması ile asker gerilemeye başlıyor. Tünelden çıkan köpeğin üzerinde el bombalarının olduğunu görüyoruz. Köpekten korkan asker yavaş yavaş tünelin karanlığında yok olmaya başlıyor. Yönetmen konusunu hemen hemen aynı ölçeklerle anlatıyor: Orta ve Amerikan Plan. Kurosawa’nın ağır bir ritimle tünelin sonunu görmeden ilerleyen kamerası bizimde askerin tedirginliğini yaşamamıza neden oluyor.
Tünelin sonuna çıkan asker tünelden gelen ayak seslerini duyar ve korkuyla -ve büyük bir olasılıkla- köpeğin gelip saldırmasını bekler. Tüneldeki karanlıktan orada ölümüne tanık olduğu “Er” rütbeli Noguchi gelir. Askerin koyu ceset makyajından bir ölü olduğunu anlarız. Bu makyaj biçimi yönetmenin Japon öğelerini göz ardı etmediğini gösteriyor. Askerin ceset makyajı geleneksel Kabuki Tiyatrosu’ undaki figürleri andırıyor. Er komutanına gerçekten savaşta ölüp ölmediğini soruyor! Gerçekten öldüğüne inanamayan asker eve gittiğini ve annesinin onun için hazırladığı kekleri yediğini anlatıyor. Filmin dramatik olarak en etkileyici bölümü erin uzakta kalan ışıkları gösterip evine gidememe acısını anlattığı sahne. Ailesinin O’nu beklediğini komutanına anlatıyor. Noguchi artık savaşta öldüğünü kabul ediyor ama bunu ailesi asla kabul edemeyecek. Noguchi arkasını dönüp tünele doğru giderken komutanı O’nu uyarıyor ve son kez erin kendisini selamlamasını istiyor. Er Noguchi tünele girdikten sonra uygun adım gelen bir grup askerin ayak sesleri duyulmaya başlıyor. Komutanın önene kadar gelip O’nu selamlıyorlar. Bölüğün çavuşu, komutana üçüncü müfrezenin kayıpsız döndüğünü söylüyor. Komutanın şaşkınlığı ve üzüntüsü film içinde en yakın ölçeklerden biri ile ile bel planla anlatılmış. Komutan üçüncü müfrezenin yok edildiğini ve hepsinin savaşta öldüğünü askerlere yüksek sesle anlatıyor. Tüm müfrezenin ölümünden kendinin sorumlu olduğunu itiraf eden komutan nasıl esir düştüğünü ve ölmeyi ne kadar çok istediğini anlatıyor. Dünyaya tekrar gelmelerinin hiçbir şey kanıtlamayacağını ve dönmelerini istiyor. Filmin ana metaforu tünel iki boyutu birbirine bağlayan bir kapı gibi düşünülmüş. Komutan tünelin karanlığına girmeyen üçüncü müfrezeyi yine emirle göndermek zorunda kalıyor. Müfreze tünelde ilerledikçe derinlerden marş duyuluyor. Askerlerini son kez selamlayan komutan olduğu yere yıkılıyor. Köpek tekrar tünelden çıkarak komutana hırlıyor.

Piano Piano Bacaksız (1990)

AtaKorkut | 15 March 2009 11:15

Tunç Başaran‘ın yönetmenliğini yaptığı dayanışma ve sevginin vurgulandığı film 1940’lı yıllarda İstanbul’da eski bir konakta geçiyor.Bu eski ve harap konağın her odasında farklı bir aile ve farklı bir hikaye yaşamaktadır.2. Dünya Savaşı yıllarında fakir ama kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışan ve birbirlerine duydukları sevgilerinden başka pek bişeyleri olmayan konak sakinlerinin hikayesini küçük Kemal’in bakış açısıyla izliyoruz.Konak sakinleri yaşamlarını küçük işlerde çalışarak bazen küçük hırsızlıklar yaparak bazen de kumar oynayarak idare ederler.Ancak onlar yine de konağın iyi insanlarıdır Kemal’in gözünde. Çünkü hiçbir zaman fakirin malını çalmazlar.Sadece idare edebilecek,yaşayacak kadar çalarlar.Küçük Kemal ise konağın bahçesindeki kuyuya düşen ışığın hep bir gün hayatlarını değiştirebileceğini inanır.Çıplak ayakları, yırtık gömleği ve ilerde almayı hayal ettiği çizmeleriyle mahallenin açık hava sinemasında çalışarak konağın geçinmesine yardımcı olur.Geri kalan vaktini ise konağın insanlarıyla geçirir.Bir de Kerim dayısı (Rutkay Aziz) vardır.Konak sakinleri içinde bulundukları fakirlikten ancak bu esrarengiz adam sayesinde kurtulabileceklerine inanırlar.Kerim ise türlü numaralar ve üçkağıtlarla kendisine güvenen insanların hayatlarını kurtarmaya çalışan biridir.Sonunda Kerim Dayısı hayatlarını değiştirebilecek bir plan yapar.Ancak Kemal her zaman bir gün çok paraları olsa bile yine bu evde yaşamayı ister.
Arada bir TRT 2 de gösterilir bu film.Bu başyapıtı kaçırmamanız dileğiyle.

Awakenings

turictanyel1 | 12 January 2009 13:59

Vin Dieselin ilk filmi 1990 yapımı “Awakenings” Uyanışlar adlı film yaşanmış bir hikayeyi anlatıyor. Robin Williams Dr. Malcolm Sayer, Robert De Niro ise, Leonard Lowe adlı kronik hastalığı olan bir karakteri canlandırıyor.
Bu film üniversitelerde “Kişiler Arası İletişim” derslerinde izlettirilen bir filmdir. Empati kurmanın duygusal zekanın işlevi gibi önemli unsurların kullanıldığı filmde, Dr. Malcolm Sayer’ın diğer tüm doktorların tedavi yöntemleri dışında farklı bir şeyi denemek istediğini gözlemliyoruz; hastaları duygusunu duymaya, onları anlamaya çalışmasını bu uğurda verdiği mücadelesiyle aslında tam bir duygu okur yazarı olduğunu görüyoruz.

Dr. Malcolm Sayer, yatağa bağlı olmadan bir nevi bitkisel hayat yaşayan “comatose” yani koma gibi bir hastlalığa tutulmuş, surat ifadelerinin sabit olduğu, konuşamayan, gezemeyen hastaların tedavi edildiği bir hastanede iş başvurusuna gider ve kabul edilir. Hastaları tanımak ve onları hayata döndürmek ister. Bir konferansta tesadüfen duyduğu L-Dopa adlı ilaç için şansını denemek ister ancak ilaç çok pahalıdır. Bu ilacı Leonard Lowe’un üzerinde dener. Ertesi sabah Leonard Lowe normal bir hasta gibi kalkar, konuşur, gülümser. Mucize olarak görünen olay gerçekleşmiş olur.