türkiyede yargı diil, yargıç porblematiği var. chp mis kibin kadrolaştı, şimdi chp kafalı yargıçlar yargı üzerinden siyasi mücadele veriyor. üstünede 28 şubatta kaymak niyetine birifinglerle endokritize edildiler, caaanım türkiyama özgü bi adalet anlayışı geliştirdiler. öle garip bişi işte.
25 Aralık 1919,İngiliz Yüksek Komiserliği Baştercümanı A. Ryan’ın raporu:”Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz, bu gerçek ideali dinmiş gibi davranacak çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız”***Ben bir “ortaokul şakirt”iyim yani en kıdemli Fethullah talebelerinden biriyim. Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım. Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım.1990’lar ;Orta birinci sınıftaydım ve Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim. Beniaynı semtte bulunan okulumdan ve gittiğim camiden takip ederek fişleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanıma gelen o kişi ilk”ağabeyim” idi. Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri fen, matematik vetürkçe derslerinin toplam notu 21(10’luk sisteme göre) olan arkadaşıma cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle yakınlık gösterdiler. Yakınlık daha bir samimiyete dönüşünce evlerine davet ettiler. Dersler evde devam etti.Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardı. Baştan futbol içerikli bu sohbetler yavaş yavaş dini mevzulara geldi. Allah’ı tanımak,namaz kılmak derken “Öğretmenin Not Defteri” gibi kitapları okumamızı istiyorlardı. Buna “Sızıntı” okumaları ve adını henüz bilmediğimiz o hocanın banttaki ses kaydını toplu olarak dinlemelerimiz eşlik etti. Bize yeterince itimat kazandıklarında o sesin “Hocaefendi” ye ait olduğunu ve kendisinin çok “mübarek” bir insan olduğunu anlattılar.Artık “işi” biliyorduk ve bize adam lazımdı. Okuldaki arkadaşlarımızı nasıl”kafalayarak” ağabeylerin huzuruna getireceğimizi öğrenmiştik. Yıllar ortaüçüncü sınıfa getirdiğinde bizi artık sınavlara hazırlanma vakti degelmişti. Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi’ne girmenin ne kadar önemli vesaygın bir iş olduğu sürekli telkin ediliyordu bize. Derken tanıdığımızbirkaç arkadaşımız orayı kazandı. Biz ise devlet lisesine devam ettiğimizdeokuldan arkadaş “kafalamak” en büyük hedefimiz haline gelmişti. Okulumuzun hemen yanında bulunan “nur evi” ne ders çalışma bahanesiyle getirdiğimiz arkadaşlarımıza yemekler veriyor onları mümkün olduğunca bu evlerde tutmaya çalışıyorduk.Bu kişilerle okulda ve başka yerlerde de “ilgileniyor”yörüngemizden uzaklaştırmamaya çalışıyorduk. Bunların durumlarını her hafta düzenlenen “istişare” toplantılarında ağabeylerimize anlatıyorduk. Onlar da bize ne yapmamız gerektiğini, hangi yolları adım adım takip etmemiz gerektiğini, yapmamız gereken jestlere ve takınmamız gereken mimiklere kadar anlatıyordu.Yıl sonlarında gelen “Sızıntı koçanları” nı bitirmemiz ve onlarca, hattayüzlerce kişiyi Sızıntı’ya abone etmemiz her birimizden bekleniyordu. Bizise kimisinin parasını kendi cebimizden vererek bu en kutsal yoldabirbirimizle kıyasıya yarışıyorduk. Zaman aboneliği de yine bu şekildecereyan ediyordu. Haftada okumamız gereken Kuran miktarı, Risale-i Nur veHocaefendi Kitapları(Pırlanta Serisi) miktarı belliydi. Bunlara ek olarak ozamanki adı “Tuna Kırtasiye” olan “NT Mağazaları”nda kaçak olarak çoğaltılan ve ağabeyimizin adını kullanarak arka bölümden aldığımız “Hocaefendi Vaaz Kasetleri”nden de ağabeyimizin seçtikleri doğrultusunda dinlememiz isteniyordu. Bunların hepsinin ortak adı “keyfiyet” idi. Bunu bir çetele halinde ağabeyimize her haftaki “istişare” de sunmamız isteniyordu.Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumaş pantolon giyerdik. Kızarkadaşımız asla olmazdı, okulda yüzlerine bile bakmazdık. Sokakta hep yere bakarak ve hızlı hızlı yürürdük. Ağabeyimizin dedikleri ana-babamızdanönemliydi. Mehmet Kafkas’ın “Geçmişi Bilmek” ve “Milli Mücadelede Öncüler”adlı kitaplarını okuyorduk. Atatürk masondu, deccaldı. Atatürk Kemal’di,Kemal Ağa idi. Atatürk baş eğlencemizdi. Okuldaki hocaların bazısı “durumauyanmıştı”, biz “tedbir dairesini” genişleterek okuldan çıkınca arkasokaktan dolaşarak nur evine gidiyorduk, içeri birer ikişer giriyorduk veasla toplu çıkmıyorduk. Bize göre iki çeşit adam vardı; “müspet ve solcu”.Solcunun bir adı da “kom” du. Kom, “komünist”in kısaltılmışıydı. Ve okuldakibazı hocalar komdu. Özelikle de felsefeci.Üniversite hazırlık dershanesi olan Fem’e lise ikinci sınıfta da kayıtyaptırdık. Amaç hem iyi bir üniversite hem de “hizmet” para kazansın idi.Ortaokuldan beri ailelerimizi alıştırdığımız “ağabeylerle ders çalışma” içinonlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayrı bir önem vermeye başlamıştık. Bu kalma dönemlerine biz “kamp” diyorduk. Kamplarda ders çalışılır ve uzunvadeli projelerimizi ağabeylerimize anlatarak onların direktifleridoğrultusunda yaşamımızı planlardık. Ailelerimizle ağabeylerimizi ne zamanve nasıl tanıştıracağımızı ve her iki tarafın ne yapması gerektiğinevarıncaya kadar her şey planlanırdı. Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki”not” verirdi.Evlerin bir imamı vardı, yani evden sorumlu olan kişi. İki ya da üç ev birsemte ve semt imamına bağlıydı. Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler şehirlere, şehirler ülkeye, ülkelerkıtalara, kıtalar da en sonunda Hocaefendi’ye bağlıydı. Hatta öyle ki OMuhterem Zat’a Dünya yetmez ve evrende başkaları da varsa oraları da”hizmet”e katmak için ne gerekiyorsa yapılmalı idi. Bu insanların hepsibirbirini denetler, not verir ve bir üstündekine durumu iletirdi. Yani şıkırşıkır işleyen koskoca bir sistem vardı.Lise sonda Fem’in yurdunda kalmaya başlamıştık. Çekebildiğimiz kadararkadaşı Fem’e kayıt ettirmiştik nasıl olsa sonra “ilgileniriz” diye.Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diğer kişileri de namaz kılma,çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanımıza çekmeyi başarıyorduk. Yaniağabeylerle danışıklı dövüş şeklinde “adam kafalama” tüm hızıyla devamediyordu. Her birimizin “ilgilendiği” arkadaşlar da zamanla “şakirt” olmayolunda ilerliyordu. Ağabeylerimizin düzenlediği maçlar, mangal partileri,çiğköfte partilerine artık not ortalamasına falan da bakmaksızın İslamigörüşe yakın ailelerden çocukları seçerek getiriyorduk. Kola serbest oldu,kot pantolon giydik.28 Şubat sürecinde Hocaefendi’nin video ve ses kasetlerini, kitaplarınıevlerden alarak kendi evlerimizde sakladık ve evlere Atatürk ile ilgilikitaplar doldurduk. Evlerin çoğu yer değiştirdi. Bazı ağabeylerimiz “tedbir”gereği takma isim kullanmaya başladı. Cep telefonlarının piliniistişarelerde söktük. Telefonda “Hocaefendi, hizmet, sohbet” gibi kelimelerikullanmayı yasakladık. Bunların yerine “maç yapmak, çay içmek, çorba içmek”gibi önceden kodladığımız filleri kullanmaya başladık. Aslında yapılan herşey “istişare” adı altında yukardan gelen emirlerin bize verildiğitoplantılarda kararlaştırılıyordu. Yani “istişare” yoktu, belki teferruattavardı, ama her şey bir emir zinciri vasıtasıyla bizim önümüze konuyordu.2000’ler ;Üniversiteye girince artık biz de “ağabey” olmuştuk. Evlerde kalmaya vesistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeyebaşlamıştık. Talebelerimiz vardı, onlarla ilgileniyorduk. Aksiyon okuyorduk,artık bandrollü ve sakıncalı yerlerinden temizlenmiş Hocaefendi kasetlerinikoli koli alarak herkese ama herkese dağıtıyorduk. Hocaefendi hakkında yine”hizmet”in başka yayın evlerinden çıkmış kitapları “mütevelli olmuş esnafağabeylerimizin” katkılarıyla kolilerce alıp dağıtıyorduk. Kitaplar binlercesatıyordu. Ramazanda zekât, kurban bayramlarında deri topluyorduk, kurbanlık parası topluyorduk. Amerika’dan, Hocaefendi’nin yanından gelen ağabey gelmişti bir seferinde. O anlatıyordu biz ağlıyorduk.Ardından adam başına toplayacağı büyükbaş kurbanlıkların sözünü almaya ve kayıt ettirmeye başlamıştı. Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbaş kurban parası getirmemizi istiyor ve pazarlık bu rakamlardan açılıyordu.Bazı tanıdıklarımızın yaptığı hiçbir iş yoktu. Evde de kalmazdı. Sonradan bukişilerin görevinin “çok özel” olduğunu öğrendik. Bunlar Türk SilahlıKuvvetleri’ne girmek üzere olan öğrencilerle askeri okuldayken”ilgileniyorlar” idi. Hocaefendi’nin “en önemli on görevden biri” saydığı buiş için seçilmiş insanlardı. Hepimizin en nefret ettiği yer Ordu idi. Birtoplantımızda bir ağabeyimizin Ordu, Danıştay ve diğer “solcu” kurumlar içinyaptığı tanımlama ilginçti. Ağabeyimiz bu gibi kurumlar için “artık fitnekurumlaşarak üzerimize geliyor, biz de bir an önce kurumlaşarak karşıkoymalıyız” diyordu. Gazetemizi sürekli okumamız gerektiği de bir diğertelkin idi. Özkök Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olacağı günleri ip ileçekiyorduk.Aksiyon Dergisi’nin bir sayısında “Ergenekon” diye bir grup kapakyapılmıştı. Bu sayıdan çok sayıda fotokopi çekerek hepimizden okumamızistenmişti. Yazıda, devlet içinde gizli bir birimin oluşturulduğu ve bubirimin amacının Arjantin benzeri sosyal patlamaların önüne geçmek, devlete zarar verebilecek oluşumlara müdahale etmek olduğu yazılıydı. Ağabeylerimiz bunun bize de müdahale edeceğini söylediler. Bu benim için bir dönüm noktasıydı.Biz bu devletin bekasına, milletin dertlerine derman olmaya çalışmıyormuyduk? Bizi solcular engellemiyor muydu? Bizim mücadelemiz iman kurtarmak değil miydi? Bize ne toplumsal patlamaların önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmuş bir gizli teşkilattan? Devlet hepimizin devleti değil miydi,neden korumasınlar ki? Hem bize ne diye düşman olsunlar ki?Uyanışım;Artık her şey saçma geliyordu bana. Biz bir emir kuluyduk ve ne denirseyapıyorduk. Çünkü toplu olarak cennete girecektik. Sorgulama yoktu, körükörüne bağlanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdiğine bağlı olarak sahte bir samimiyet vardı. Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler veonların üstünden başlıyordu. Tabanı samimi ve bir o kadar da cahil (beynietkisizleştirilmiş anlamında) insanlar oluşturuyordu. Bu insanlar dürüst,çalışkan ve edepli insanlardı. Ama uyuyorlardı. Üstelik biz uyutmuştukyıllarca çocuklarını, kendilerini, karılarını, tüm yakınlarını.Sırf “solcularla” inatlaşma uğruna yaptığımız birçok saçma iş vardı. Bunlaraen iyi örnek Yeni Yüzyıl gazetesinde Hocaefendi’nin röportajının çıktığızamandı. Bu gazeteyi sırf solcular “Hocalarının röportajına bile sahipçıkmıyorlar” demesinler diye balya balya aldık ve Zaman gazetesinindepolarında çürümeye bıraktık, sonra da imha ettik. Bazı yerlerde Zamangazetesinin içine koyarak dağıtıldığını duyduk. Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmuştu. Üç günlük röportajı on beş güne yayarak ve tirajını da ona katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde.Bir sefer de Süleyman Demirel’in Fatih Üniversitesi’nin açılışında “burayı doldurabilir misiniz” demesi üzerine iş-güç, okul-sınav demeden koştuk ve doldurduk orayı. Hocaefendi istiyor diye daha yeni okuduğumuz kitapları bir kere daha okuduk. Hocaefendi çağırıyor diye pılımızı, pırtımızı topladık Amerika’da yaşamaya gittik bazılarımız. Buna da “hicret” deniyordu. Bir keresinde, bir arkadaşıma giden biri hakkında ne zaman döneceğini sorunca bana güldü ve dedi ki “hicret bu, dönmek olur mu”. Benim bildiğim hicret sayfası dinen kapanmıştır. Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiğiniz bir ülkede.Merakım şu: Türkiye’de halkın %99’u Müslüman. Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karşı bir haçlı savaşı başlatmış durumda. Nasıl oluyor daburada rahat olunamıyor lakin orada istediğimizi yapmamıza izin veriliyor?ABD her yere ajanlar sokarken, iki kişi bile kendi karşısında ciddi birşeyler yapmaya kalktığında haberi olurken bu nasıl denli büyük bir oluşumamüsaade ediyor? Üstelik bu oluşumun biricik görevi insanları Müslüman yapmak iken. ABD’nin yoksa insanları Müslüman yapmak gibi bir gizli amacı mı var?Yoksa Hocaefendi ABD’nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle uğraşamıyor?Garip işler bunlar. Bizden ABD’ye hicret etmemizi Fatih Koleji’ndeki bir barkovizyon gösterisi sonrası Hocaefendi’nin yanından gelenbir ağabey istemişti. Ben de düşünmüştüm; bu resmen bir beyin göçü vesermaye göçü… O zamanlar Hocaefendi için evden bile dışarı çıkmıyordenmişti. Ağabeylerimiz diyormuş ki “hocam zaten çok hastasın, bari bir çıkbahçede dolaş” ama Hocamız hiç çıkmıyormuş. Aynı yıllarda yeşil.org adlıinternet sitesinde Hocaefendi’nin boy boy dışarıda çekilmiş resmiyayınlanıyormuş da haberimiz yokmuş.Biz Hocamız’a üzülüp dua etmeklevaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi gelen emirleri eksiksiz yapmakla.Hocaefendi’nin Latif Erdoğan’a yazdırdığı “Küçük Dünyam” adlı kitabından en az bir kere yazılı sınav olmamış şakirt tanımıyorum ben. Anlamadığım birnokta da bu işte. Yani sen ta Amerikalardan “diğergamlık” üzerine, “hizmette önde mükâfatta geri durma” üzerine göğüslerimize salvolar savur, sonra da çıkıp kendini anlatan kitaptan bizi belki beş belki on kere imtihan et. “İmtihan Dünyası” bu olmasa gerek. Halen “hizmette” aktif olan ve son derecede teslimiyetçi bir arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben deyanlışı o zaman fark etmiştim: “ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya… Allahvar, Peygamber var ya”Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi… “Hocaefendi ne diyor bu konuda,Hocaefendi’nin çok mühim tespitleri var bu konuda, Hocaefendi bugün nediyor, Hocaefendi’nin dediklerini artık herkul.org sitesinden günü gününetakip edebileceğiz arkadaşlar, Hocaefendi çok ciddi uyarıyor, Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmiş, Hocaefendi adını bizzat kendi koymuş,Hocaefendi derhal yapılsın istemiş, Hocaefendi, arkadaşlar dikkatli olsundemiş, Hocaefendi, arkadaşlar artık evlensin demiş, Hocaefendi, çocuk yapın demiş, Hocaefendi, İŞHAD’ı güçlendirin demiş, Hocaefendi, gazete tirajının bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hocaefendi başı açık “ablalar” la da evlenilsin istemiş, Hocaefendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısıGalatasaray iki gol atarak Real Madrid’i devirmiş, Hocaefendi, Allahdepremde İkitelli Medyası’nı “çiftetelli” gibi sallardı ama içlerindemübarek gazeteler de var demiş, Hocaefendi üzülmüş, Hocaefendi çokkederlenmiş, Hocaefendi hastalanmış, Hocaefendi, Asya Finans Kredi Kartıalın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya Finans’ınkasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hocaefendi şunu demiş,Hocaefendi bunu demiş…” Bu konuşma tarzına sıradan bir “ışık evi”nde hergün rastlayabilirsiniz.Nurettin Veren’e gelince; “o ne pis bir adam öyle, tipi kayık, pis birçıkarcı o, yalancı herifin teki” gibi yakıştırmalar yapıyorlar. Ve size şukadarını söyleyeyim, bu insanları asla şartlandırıldıkları haricince birşeye inandıramazsınız. Belki size abartı gelir ama ben biliyorum kiHocaefendi bugün atlayın ve ölün dese sayıları binlere varabilecek kadarı bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdır. Hiçbir şey bu gerçek kadar sıra dışı değildir, yine bu gerçeğin tasvirleri bile.Sonuç ;Aklı başında herkesin de anlayabileceği gibi bu bir karşı devrimörgütlenmesidir. Devlet içinde koskoca bir devlettir. ABD ve AB çıkarlarınakoşulsuz hizmet etmektedirler. Ayrıca birçok yerde yazıldığı gibi dergileri,radyoları, televizyonları, üniversiteleri, vakıfları, ışık evleri vs. herşeyleri vardır. Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyetmüdürleri, öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları (ki bu konuya doymakbilmeyen bir iştahla yanaşmaktadırlar),askerleri, milletvekilleri, bakanlarıvardır. Hemen hemen her büyük partinin de desteği ile bu noktalaragelinmiştir. Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarlığına el konmasından geçer. Ama sorun şu ki; kim koyacak?Diğer insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce saklanmaktadır.Hatta çıkan yalan haberler bile buna en güzel şekilde hizmet etmektedir.Yok, Fethullah komandoları varmış; yok, kendilerini patlatacaklarmış, yok,hücre evleri varmış; tabancalar, tüfekler, bombalar varmış… Bu atmosferonlara en çok yarayan ortamı oluşturuyor ve kendilerinin terörist olmadığını”muhabbet fedai”leri olduğunu insanlara yaymalarına yarıyor.Bu kişilerin ne yapmaya çalıştıkları çok iyi bilinmeli ve o kanaldanmücadele verilmelidir. Örgüt deşifre edildiğinde, ABD yerine başkasınıbulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannımca on yıl on beş yıl kadar birzamanı alacaktır. Bu bir bölünme süreci olarak da yansıyabilirFethullahçılara. Çünkü kurulu mekanizma en güzel şekilde işletilmektedir.Bir daha böyle bir mekanizmayı kurmak çok çaba gerektirir. Bölüp bir kısmını yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diğer kısmıyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler. Her ne yapılacak ise bu darbeden hemen sonra yapılmalıdır. Yani bir daha güçlenmesine fırsat verilmeden “meydanagetirdiği boşluk” doldurulmalıdır. Ama dediğim gibi ilk iş; oyunu açığaçıkarmak ve “Ağababası” olan ABD’nin işlerliğini yitiren bu beşinci kolunugözden çıkarmasını beklemek olacaktır…
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
türkiyede yargı diil, yargıç porblematiği var. chp mis kibin kadrolaştı, şimdi chp kafalı yargıçlar yargı üzerinden siyasi mücadele veriyor. üstünede 28 şubatta kaymak niyetine birifinglerle endokritize edildiler, caaanım türkiyama özgü bi adalet anlayışı geliştirdiler. öle garip bişi işte.
KADROLAŞMANIN AĞABABASI :