Tartışmalarımız sonlandırılıp bir sonuca bağlanamadığı için, yıllar önce tartışılmış, söylenmiş şeyleri yıllar sonra yeniden “aynı kelimeler” ve aynı argümanlarla tekrar tekrar tartışıp duruyor, vakit ve enerji kaybediyoruz. Toplumsal hafızamız zaten “Allahlık” durumda olduğu için, bu durum birkaç kişi dışında kimsenin dikkatini çekmiyor, o birkaç kişi de ya önemsenmiyor ya da boşa kürek çektiklerini hissettikleri için bir süre sonra kendilerini suyun akışına bırakıyorlar.İşin kötüsü, tartışma, yine bir nihayete erdirilmeden, bir süre sonra aynı argümanlarla ve aynı kelimelerle, vakti geldiğinde tartışılmak üzere rafa kaldırılıyor.Bir Örnek…
“Liberal Düşünce Topluluğu’nun kendisi gibi hükümet dışı kuruluşlar olan Batı liberal partnerleriyle dayanışması, özellikle içinde bulunduğumuz süreçte demokratik talepleri dile getiren kişi ve kesimleri hedef gösteren bazı “gazeteci”ler veya “araştırmacı yazar”lar tarafından suçlama amaçlı olarak kullanıldı. Bu kişiler kendilerine ayrılan yayın organlarında pek çok kurum gibi LDT’yi de “dış güçlerle bağlantılı” olarak ve örneğin Avrupa Komisyonu ile yürütülen proje çerçevesinde sağlanan sanki gizli bir sırrı ifşa ediyormuşçasına yazarak LDT’yi hedef gösterdiler. Oysa onların suçlamak için kulladıkları bilgilerin tamamı (hatta fazlası) LDT’nin web sayfasında Topluluk tarafından zaten herkesin bilgisine sunulmuştu; birçok LDT üyesi için uluslararası anlamda liberal birey ve gruplarla dayanışmak hiç de rahatsız olunacak bir şey değildi; ve insan hakları, demokrasi gibi değerleri savunan “yabancılar”, bu değerlere karşı olan “yerli”lere göre onlara çok daha yakındı.”Bu alıntı, Liberal Düşünce Dergisi’nin “Güz 2002” sayısında, Bekir Berat Özipek’in “Siyasette ve Fikir Dünyasında Liberal Düşünce Topluluğu” makalesindeki bir dipnot. Geçen yılın sonunda, yine muhtemelen Özipek’in beş sene önce yazısında bahsettiği “bazı” gazeteci ve “ararştırmacı-yazar”lar tarafından koparılan fırtınada, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın başına gelen “medyatik linç” harekâtında, mesele yine aynı kelimeler ile yeniden tartışıldı. Yine “dış mihraklar” yine “dışarıya çalışan dernekler”, “satılmış”lar, “hain”ler havada uçuştu. Atilla Yayla’nın şahsına yönelik ve LDT hakkındaki bütün iddialara, 2003’te Liberte Yayınları’ndan çıkan “Fikir Hareketleri ve Liberal Düşünce Topluluğu” adlı kitapta cevap teşkil edecek yazılara yer vermesine rağmen, aynı sorulara tekrar tekrar cevap vermek zorunda kaldı.LDT’nin yaptığı çalışmalar, internet sayfasında bütün ayrıntılarıyla, bilgisayar kullanmayı bilen orta zekâlı her Türk vatandaşını ulaşabileceği bir şekilde yayınlandıysa da, bazı gazete ve gazeteciler, sanki çok derin araştırmalar ve çabalar sonucu, çok gizli bir bilgi veya belgeyi ele geçirmiş gibi haber yaptılar. İşin kötüsü, yine tartışma, gündemin seyri değişir değişmez, sonuçlandırılmadan, ihtiyaç hâsıl olduğu bir zaman yeniden tartışılmak üzere rafa kaldırıldı.Dış Destek Meselesi!..
Katı bir bağnazlıkla, uluslararsı bağlantısı olan her kurumu “hain” ilan edip bağıran, “satılmış” diye yaftalayan bazı dernekler, Avrupa Komisyonu’ndan aldıkları desteklerle proje yürüttükleri gündeme getirilince kendilerini aklamaya çalıştılar, durumlarına meşruiyet kazandırmak için çelişkili açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Tam bir suçüstü yakalanmış gibi çabaya düştüler. Halbuki ne açıklamaya gerek bırakacak, ne de “suçüstü hali” olarak adlandırılabilecek bir durum yoktu ortada; mesele sadece daha önce pervasızca ve düşüncesizce yaptıkları suçlamaların, verdikleri beyanların ellerini kollarını bağlamasıydı, gün gelip ayaklarına dolanmasıydı. Avrupa Komisyonu, hiçbir kurum veya kuruluşa “hayrına” yardım etmiyor. Yaptığı “hibe”leri, son derece katı ve titiz bir bürokrasi ile takip ediyor. Genelde İnsan Hakları konusunda yapılan çalışmalara destek oluyor ve ülkelerdeki demokratikleşme çalışmalarına, “dışardan” değil, “içerden” geliştirilen, içeriği ve uygulama yöntemleri dahil bütün ayrıntıları “içerdeki” kuruluş tarafından belirlenen projelere maddi destek sağlıyor.Devet Bakanı Abdüllatif Şener, birkaç yıl önce, yeterince proje üretilmediği için çok öenmli miktarlarda kaynakların alınamadığından dert yanıyordu. Bu tip projelerin ön hazırlığını yapabilecek, başarıyla sonuna kadar sürdürecek, aksatmadan her aşamasını sorunsuzca gerçekleştirebilecek kalitede kuruluş çok az sayıda. Bütün hazırlık ve gerçekleştirme safhalarını, belirtilen amaçlara uygun şekilde aksatmadan gerçekleştirecek “kalifiye” eleman sayısı da çok az. Nitekim birçok kurum bu projelere başvurmasına rağmen, finansman sağlayabilenlerin sayısı çok az. Avrupa Komisyonu’ndan projesi geçmiş, proje yürüten kuruluşlara, “satılmış” diyen “vatanperver” dernekler, benzer bir projenin taslak metnini dahi okuyabilecek kaliteye sahip değil, fakat mahkeme önlerinde son derece “etkin” vatanseverlik yapabilmekteler.Yani…
Lafın özü şudur ki, tüm bunlar, yeteri kadar tartışılıp, dışarıdan destek almak iyi midir, kötü müdür karara bağlanmadan, tartışma yine raftaki yerini aldı. Bekir Berat Özipek’in beş sene önce yazdığı dipnot, beş sonra yine benzer bir tartışma için aynı güncellikte cevap teşkil edecektir. Özipek, kendi adına, zamana direnen bu “dipnot”uyla, tartışma her açıldığında yıllar önce verdiği cevapla ne kadar övünse azdır; fakat ülke ve fikir tarihimiz için, bu cevap ortada dururken “daha önce söylenenler”e bakmadan aynı şeyleri tekrar tekrar söylemek ne yazık ki çok acıdır.