Yaşam = Bir Haticeler Toplamıdır16.yüzyılın sonlarında yaşayan Rablais “Gargantua” adlı kitabının önsözünde okura şöyle seslenir:“ (…) Alkibiades , daha açığı Şölen adlı diyaloğunda Platon’un hocası Sokrates’i, başka sözler arasında Silen’lere benzetir. Eskiden Silen’ler küçük kutulardı, bugün ilaç satan dükkanlarda gördüklerimiz gibi üstlerinde gülünç, saçma sapan yaratık resimleri vardı: boynuzlu tavşanlar, eyerli ördekler, uçan tekeler kısacası insanları güldürmeye yarayan daha bir çok uydurmalar. Ama bu kutuların içinde nadide ilaçlar saklanırdı: Balsam, ak amber, kakule,misk,mücevherler ve daha başka değerli şeyler.Sokrates’i onlara benzetiyordu Platon, çünkü ona dışardan bakıldığı, dış görünüşüne göre değerlendirildiği zaman bir soğan kabuğu kadar para etmezdi, öylesine çirkin bedeniylegülünç halleriyle, kaba davranışı, köylü kılığıyla, durmadan sırıtması, boyuna maskaralık etmesiyle o tanrısal bilgisini her zaman gizleyerek. Ama kutuyu açtınız mı, içinde göklerden inme, paha biçilmez bir ilaç bulurdunuz: İnsanüstü bir anlayış,görülmedik erdemler, yenilmez yiğitlik, kendine şaşmazca güvenirlik ve insanların, uğrunda sabahladıkları, koşuştukları,çabaladıkları,denizlere açıldıkları, savaştıkları herşeye inanılmaz bir küçümseme.Sizce ne diyedir bu peşrev, bu kalem hünerbazlığı? Gargantua, Pantagruel,Uçkurlarım, Domuz Yağlı Nohut Üstüne vb. Gibi bizim uydurduğumuz alaylı kitap başlıkların görünce hemen sanırsınız ki içinde yalnız alaylar, tuhaflıklar, gülünç uydurmalar vardır;çünkü herkes dış görünüşün-yani başlığın- şakacılığına, maskaralığına bakıp daha ötesine gitmez. Ama insanların eserlerini böylesine hafife almak doğru değildir(…) Onun için kitabı açmak ve içindekini özenle tartıp değerlendirmek gerekir. O zaman görürsünüz ki kutunun içindeki ilaç kutunun umdurduğundan daha değerlidir, demek istiyorum ki bu kitapta işlenen konular başlığın düşündürdüğü kadar abuk sabuk değildir.Hayli gülünç ve başlığa uygun konular bulsanız bile, bağlanıp kalmayın onlara, Siren’lerin türküsüne bağlanır gibi, şakadan söylendiğini sandığınız şeyi daha yüksek bir anlamla yorumlamaya bakın.”“Ulu Bilge Dandoldenyus ve Barul Tezahürleri, Vahşetin Kankaları, Yaşam Bir Haticeler Toplamı, Onlar-Bunlar- Tibet Sığırları da kitapta yer alan bölümlerin başlıklarıdır. Öncelikle bir bütün açısından kitabı ele aldığımızda mizahçının yarattığı mantık kurallarına aykırı olan olayların, felsefeyle yoğrulup, çözümlenerek, günlük hayattaki sıradan adama nasıl yansıdığını görürüz.Aslında absürdlük de “insan ve dünya çelişkisi” anlamıyla başlı başına bir felsefe olarak çıkıyor karşımıza. Camus bunu uyumsuzluk felsefesi olarak da adlandırıyor. Bu öğretiye göre, uyumsuzun ilk gerçeği “meydan okuma”dır. Bu meydan okuma, bu şahlanmış hayata gerçek değerini verir, bir hayatın uzunluğu üstüne yayılmış olarak büyüklüğünü yeniden yerine getirir. Uyumsuz, gözleri bağlanmamış bir insandır ve kendisini aşan bir gerçekle çarpışan zekânın görüntüsüdür. Uyumsuz insan için iyilik yerini cömertliğe, birlik yerini cesarete , şefkat yerini erkekçil susuşa bırakır. Onun için sorumlular bulunabilir ama suçlular yoktur. Ve üç nitelik barındırır kendisinde: Kafa tutma, özgürlük ve çeşitlilik…İşte mizahçının da ” artık bu kadar da olmaz” dedirten karikatürlerinin dayanağı bu üç önemli noktadır. Aslında yaptığı absürd mizahla , toplumun içinde barındırdığı saçmalıklarına dikkat çeker. Çizdiği küçük karelerde yaşamı sorgular, insanları doğallıklarında irdeler.”Yasam bir Haticeler toplamıdır.” Adlı üçüncü bölüm, hep bu baslık kullanılarak kurgulanıp, çizilmiş küçük öykücüklerden meydana geliyor. Ama her öykücük ayrı ayrı numaralandırılmıs. ( Örnek Hatice 1, Örnek Hatice 2….) Belki “toplamı” sözcügünün hakkını verebilmek için mizahçının bu sekilde adlandırmaya gitmis olabilecegi düsünebilinir.Barslan, kitabın diger bölümlerinde yasamın içine aldıgı önemli kavramları en ufak detayına kadar okura sunarken, burada yasamı islenmemis haliyle ve tek bir cümle ile özetlemeyi tercih ediyor. ” Yasam: “Bir Haticeler toplamıdır.”Sözlük anlamına bakıldıgında yasam; “ömür, hayat” olarak açıklanır. Bir de “protein özdeginin varlık biçimi” olarak da felsefe sözlügünde yer alır. Aslında yasamı, bu iki tanımla sınırlandırmak, onun anlamını çözmeye çalısan, ögretiler gelistirip, üzerine kitap yazan birçok insana haksızlık etmek olur. Hatta dogumla baslayıp, ölümle noktalanan bu sınırlı süreçte, herkesin kendi payına düsenlerle edindigi mutlak bir yasam tanımı da söz konusudur. Örneğin Engin Gençtan “Insan Olmak” adlı kitabında, insanları iki bölüme ayırır: Yasayanlar ve yasayanları seyredip elestirenler. Bu ayrıma göre, seyretmek ölümü, katılmak ise yasamı simgeler. Böylelikle Gençtan, insanlara yasamlarına anlam katma sorumlulugunu yükler.Yasam üzerine üretilen birçok düsüncenin temeli,” Bu kısıtlı süreci nasıl etkin ve anlamlı tamamlayabiliriz ?” sorusuna dayanır . Oysa mizahçı farklı bir çıkıs yaparak, yasamı, “Haticeler toplamıdır.” diyerek baska bir boyuta tasır.Bu da; Yasam = Hatice + Hatice+…….seklinde gösterilebilir. Yasamı, ilk bakısta anlamsız duran bir adın toplamıyla esitleme fikri, absürd mizah söz konusu oldugunda insanı sasırtmaz . Bu formülde, Hatice yasam karsısında beklenmedik,saçma, sıradanmıs gibi durmaktadır. Ama asıl gösterilmek istenenen, insanın yasamını anlamlandırma çabasının, günlük yasamın sıradanlıgıyla çarpıstıgında nasıl aciz ve sınırlı kaldıgıdır. Sosyal yasamla, -anlam katmak adına- içsellestirdigi yasam arasında dengeyi kuramayan insan, en sonunda her ikisine birden yabancılasma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmektedir. Peki nasıl yapsak ? Hayatı, hiç sorgulamadan mı yaşasak? Yoksa “neden, niçin ” sorularına fazla yer vererek kılı kırk mı yarsak? Bir ömrü hangisiyle daha anlamlı ve yaşanabilir kılarız? “Yaşam Bir Haticeler Toplamıdır.” (1-2) s.(40) başlıklı iki öyküyle mizahçı bunun yanıtına değinir. İlkinde, nemrut bir banka memuresinin karşısında provizyon işlemlerinin yapılmasını beklerken, dekont alıp alamayacağını soran bir müşteri, birden “provizyon ve dekont” sözcüklerini tekrarlamaya başlar.” Provizyon…Dekont…Provizyon…Dekont….”(s.40) Neden ve niçin sorularını sorarak, kendini kaybetmiş bir halde gözden kaybolur. ” Ne? Niye? …Provizyon…Neden?..” (s.40)Bundan sonra, asıl cümleyi haber spikerinin ağzından okuruz. “Bugün öğle saatlerinde bir kişi daha yabancılaştı ve anlamsızlığın farkına vararak kuzeye doğru uzaklaştı.” (s.40) Bu öykü, yaşamın anlamını belki de hiç düşünmeyen ama sonra da onu yanlış yerde irdeleyen ve bu yüzden de hayatı anlamsız bulup, her şeye yabancılaşan bir adamı anlatır. Bu neden ve niçin sorularından uzak kalan, sıradanlığın içinde keşfedilecek çok şeyin varolduğunu göremeyen birinin, birden kısır bir döngüye kapılışını gösterir. Çünkü anlam katma işine yaşamın gerektirdiği rutin işleri sorgulayarak başlanırsa, kişi kendisine eziyetten başka hiçbir sonuca ulaşmayabilir. Aslında yabancılaştığı kendisidir. Bu düşünceyle bir yere varabilmek için diğer öyküye de değinilmesi gerektiği düşüncesindeyim.”2nci Hatice” başlıklı öykünün, bir ve ikinci karesinde rüzgarlı bir havada, dalgaların çarparak, ıslattığı iskelenin üzerinde, yüzünde siyah gözlükleri, elleri paltosunun cebinde, saçları uçuşarak denize, uzaklara bakan, genç bir adamın görüntüsü vardır. Neyi düşündüğü belirtilmeyen bu adamın, böylesi bir ortamda, kendisiyle baş başa kalarak, bir tür meditasyon yaptığı çok açıktır. Bu anlamlı görüntünün ardından üçüncü karede anlamsız bir adam tüm bu atmosferi katlederek gelir, iskeleyi yıkıp, kum dökeceklerini söyleyerek, müsaade ister. ” Emmi… Buraya kamyon kum dökecek de… İskeleyi yıkıcaz…Az misade et !…” s.(40) Son karede ise, iskelede uzakları izleyen o mağrur görünüşlü adam gitmiş, yerine ıslanan saçları yüzüne yapışan, omuzları düşen, ortamından beklenmedik bir anda koparıldığı için, sudan çıkmış balığa dönen bir adam gelmiştir. ” Taam…Gidiyom…” (s.40)Bu öyküde kendisini, insanları, daha iyi yaşayabilmek adına sorguladığını düşündüğümüz kahramanımız, yaşamın sıradan dinamizmine yabancılaşır ve alt üst olur. Böylelikle iki öyküyle, iki tezat kişilik ortaya koyar Barslan.Biri yaşamı sorgulayama geç kalarak anlamsızlaşan, diğeri anlam peşinde koşarken yaşama yabancılaşan. Her iki karakter, mizahçının ortaya attığı formülde yaşama eşitlenerek toplanmış Haticelerin yerini alır. Öyleyse Barslan’a göre, Yaşamak= Yorum yapmak yerine duygusal tepkiler verebilmeye, duygu, sezgi ve duyarlık gibi içsel yaşantılarımızı iyi bir biçimde algılayarak, bunların doğrultusunda yaşama katılmaya, yaşamı üretmeye eşittir.Mizahçının yaşam üzerine anlatmak istedikleri bu iki öyküyle sınırlı kalmamaktadır. Geride kalan altı öykünün konuları incelediğinde, hepsinin beklenilenin dışında sürpriz bir sonla bittiği görülür. Buradaki amaç öyküye farklı bir ivme katmak değil, ” Ne yaparsak yapalım, hayatımızın kontrolü gerçekten bizim elimizde mi ? ” sorusuna bir şekilde yanıt aramaktır. Mizahçı bunu da ” Hatice- Netice ” bağlantısıyla şekillendirir. Ayrıca, yaşamın muhteviyatının % 97 sinin Hatice, %3 nün Netice olduğu düşüncesini öyküleriyle okura göstermek ister. Bu durumda, Hatice ve Netice ilişkisini Neden- Sonuç ilişkisi ile örtüştürebiliriz. Sözlük anlamında ” sonuç, karar” olarak geçer. Yine felsefe sözlüğüne başvurduğumuzda ” Herhangi bir olgu, olay ya da süreçten meydana gelen olay ya da süreç” tanımıyla karşılaşırız. Sonuç, nedensellik ilişkisinin bir yanı olmaktadır. Evrende yaşanılan her olayın, sürecin mutlaka bir nedeni bulunmaktadır. “Hatta toplumsal bilimlerde bağımsız değişkenlerin, yani olayları ortaya çıkaran nedenlerin , sonsuza yakın çoklukta ve birbiriyle etkileşim halinde olması şaşkınlık yaratır. Bu yüzden de pek çok doğa bilimcisi, toplumsal bilimlerde hangi olayların hangi sonuçları doğuracağına ilişkin modellerin nasıl kurulacağına bir türlü akıl erdiremezler.” Emre Kongar ( Irak Savaşı’nın Diyalektiği-2. Cumhuriyet Gazetesi) İşte bu noktada insan düşüncesinden ve iradesinden bağımsız olan “rastlantı” devreye girer. Gerçekleşmesi kesin gözüyle bakılan bir olayın sonucu, hiç beklenmedik bir nedenden ötürü tam tersi bir yöne doğru ilerleyebilmektedir. Mizahçı bunu en net son öyküsüyle dile getirir ve mesajını açıkça vermekten çekinmez. Hayatında aradığını bulamamış, tüm umudunu kaybetmiş bir adam, kendisine verilecek her türlü telkine kapalı olarak, yaşamına son vermek ister ve yüksek bir binanın çatısından aşağıya kendini atar. Tam karşı binada ise kalp krizi geçirmekte olan bir adam ne dil altı hapına ne de hastaneyi arayabileceği telefona ulaşamaz ve olduğu yerde ölür. Son karede ise kendini öldürmek isteyerek aşağıya atlayan adam, bir televizyon antenine takılı kalmış bir vaziyette , karşı evdeki adamın ölüme direndiği anlara tanık olur. Beklenmedik sonla karşılan adam, yaşadığı bu duruma isyan eder. ” Lan…Gel de mesaj verme…Ölmek isteyip de ölemeyenlerin yanı başındaysa, ölmek istemeyip de ölenler…Ben böyle Hatice’nin de neticenin de ta dibine vurayım…” s.( 41) Bununla verilen mesaj aslında bizi tekrar başa götürür. ” Ne yaparsak yapalım yaşamın kontrolü nereye kadar bizim elimizde?” En iyisi bunun yanıtını aramayı toplumbilimcilere bırakalım .