Uçurumun kenarından ilk baktığımda çok korkmuştum, içim ürpermişti. Ya ayağım kayarsa, başım dönerse ve kendimi o boşlukta hissedersem diye. Daha önce çok yükseklerden bakmışlığım hatta sarkmışlığım vardı ama her seferinde bir demir parmaklık yada korkuluğa tutunmuştum. Bu sefer ne demir parmaklık nede korkuluk vardı. Üstelik uçurumun ucundada değildim. Uzaklardan uçurumun tepesindeki evlere bakmış o evlerde yaşayan küçük çocukların oynarken düşebilecekleri uçuruma taa uzaklardan bakıp onların yerine korkmuştum. AltınŞehir isimli pekte altın olmayan bir şehirdeydim. Televizyonlarda tartışılan “Öteki Türkiye” diye tabir edilen çarpık kentleşmenin, altyapı hizmetlerinin yetersizliğinin ve yoksulluğun buram buram koktuğu bir semtten belediye otobüsü ile geçiyordum. Uçuruma odaklanmıştı gözlerim. Korkuyordum çocuklar düşecek diye. Belli belirsiz manevralarla bozuk bir türkçeyle yazılmış “24 saat açık” tabelalarıyla süslü Otolastik tamircileri, bakkal-manav karışımı dükkanların arasından asfalt yolu olmayan arasokaklara baka baka planlı şehirleşmenin en güzel örneği, çöp bidonlarının bile kenarlarında saksı saksı çiçeklerle süslendiği başka bir şehire BahçeŞehir’e gidiyordum.Peki “Öteki Türkiye” hangisi idi ? Kışın dize kadar çamur olan yollarıyla AltınŞehir mi ? Yoksa yollarında bir sigara izmaritine bile rastlayamacağınız BahçeŞehir mi ? Tıpkı uçurumun en yüksek yeri ile en alçak yerinin yanyana olduğu gibi AltınŞehir ile BahçeŞehir de yanyanaydılar.Bahçeşehir Üniversitesi Spor ve Aktivite Merkezine gidiyorduk güzel bir pazar gününü havuz keyfi ile şenlendirmek üzere. Giriş te Üniversitenin öğrencisi olmadığımı çaktırmamak yanımdaki Bahçeşehir üniversitesi öğrencisi arkadaşımın göreviydi. Kapıdaki tanıdık bir kaç yüz sayesinde arada kaynadım ve havuz parasının cepte kalmasının verdiği keyifle soyunma odasına doğru ilerledik. Havuza ısınma çabaları, yutulan sular, göze kaçan saçlarla boğuşma derken yorgunluk iyice bastırmıştı. Sodalı ayran içip biraz dinlendikten sonra biraz bilardo ve internet. Bir öğrenci için herşey düşünülmüştü burda. Şarkıda söylendiği gibi sıkılmak için dinazor olmak gerek. Yurdun bahçesini gezerken kendimi gülhane parkında hissettim. Geniş ve yemyeşil bir park, tenis kortları, basketbol sahaları.. Kalabalık havuz, dört kusursuz vücuda sahip hatun havuza girer girmez boşalmıştı. Tüm kompleksi ve kilolu bayanlar bu dört huriyi görünce terketmişlerdi havuzu. Kıyma, domates, biber ve kaşarlı makarnamızı asidi kaçmış kolamızla yedik ve Atatürk Olimpyiat Stadında başlayacak Galatasaray maçının kalabalığına kalmamak için yola koyulduk.Uçurumun derin yerine doğru yol aldık. Kırık tekerlekli arabaları ve bazılarının kolu bacağı kopmuş bebeklerle oynayan mini mini birler, çalışkan ikilerin oynadığı, yağmur yağdığında çamur deryası olacak tozlu topraklı yollarından geçerek çevre yoluna çıktık.Yol boyunca, bu uçurumun neresinde olduğumu düşündüm durdum.