Mel Gibson‘un 1993 yılında çektiği ve ilk yönetmenlik denemesi olan The Man Without A Face / Yüzü Olmayan Adam, oyuncunun nice bilindik filmlerinin gölgesinde kalmış olsa da bence en güzel filmlerinden biridir.Isabella Holland‘ın 1972’de yayımlanan aynı adlı romandan uyarlanan film 1960’lı yıllarda geçmekte. Justin McLeod (Mel Gibson), yıllar önce geçirdiği bir trafik kazası sonucu yüzünün ve vücudunun bir bölümü yanmış bir adamdır. Aslında öğretmen olduğu halde kazada arabada bulunan öğrencisinin ölmesi üzerine kendisini hiç affetmemiş ve bir kasabada inzivaya çekilip insanlardan uzak, kendi halinde yaşamaktadır. Chuck (Nick Stahl) ise askeri okul sınavlarına hazırlanan br öğrencidir. İkilinin yolu kesiştiğinde ise (McLeod, Chuck’ı sınavlar için çalıştırmaya karar verdiğinde) kasaba halkına ve Chuck’ın ailesine rağmen hem birbirlerini tanımaları hem önyargılarını yıkmaları için uzun bir yol kat edeceklerdir.

Filmde benim en çok sevdiğim sahne, ispiyon (spoiler) olacak ama, şudur: Filmin sonuna doğru McLeod, Chuck’ın her zaman yapmayı istediği bir şeyi gerçekleştirir, beraber bir pırpıra binip uçarlar. Uçağı havalandırmadan önce Chuck, öğretmenine döner ve şöyle der: “Çok garip, artık yüzünü görmüyorum.”