İnsanların çocukluklarından kalan,tüm hayatları boyu hatırlayacak anılarına açılan “somutları” oluyor.Baba oğul sohbetlerini, açıkçası ,pek sevmeyiz biz.Bu yüzden daha çok arkadaşızdır, daha “klasikten ileriye” açılmışlardanızdır babamla.Sıkça benim şimdiki, babamınsa bundan 25 yıl öncesine kadar olan flörtlerinden, onların kuşağından bizim kuşağa miras kalan müzisyenlerden, beraberce izlediğimiz saçma korku filmlerinden, kısacası yorganda yaşayan ve kanımızı emmek için can atan tüm pirelerden konuşuruz.Zamanı gelince de cevizden yapılmış, beş iri adamın zorlanarak kaldırdığı sandığı açarız.Sandığı, geçmişe açılan bir tünelin ağzına benzetmişimdir her zaman.Sevdiğim tüm eşyalarım, hatıratlarım, fotoğraflarım, yazıp çizdiklerim orada yaşamlarına devam ediyorlar.Aslında sürekli göz önünde olmasını istemediğim olmuyor değil; fakat annenin çocuğuna “kıyamaması” gibi bir durum onları orada muhafaza edişim.Tüm cisimlerin bir ruhu olduğunu düşünenlerden değilim; fakat eğer olsaydı bu sandığın içi bir karantina bölgesi kıvamında olurdu.Gerçekten geçmişi olan tüm varlıklarım…Onların geçmişleri özünde benim geçmişim olduğundan, bir nebze de olsa, kendimi de sandığa kapatmış oluyorum.Kapağı açttığımda onların ruhları, benimse bir parçam özgür kalıyor.”Sabah kuşağı, saat altı buçuk…Beş yaşındaki Çağrı, elinde en sevdiği ayıcığı, salonda yere oturmuş,ağzından aptalca sızan bir salya ile Susam Sokağı’nı izliyor.”Sandığın altından yıllar sonra bulduğum bu programın bir yayınının kaseti, bu enstanteneyi tekrar yaşamama olanak tanıdı, yol açtı.Özünde aptallığın zekayı tetikleyen bir etmen olduğunu düşünenlerden olsam da, bu yaşta da böylesine bir tanesini gerçekleştirmiş olmamın pek de mermiyi namludan çıkaracak bir etkiye yol açacağına inanmıyorum.Kaseti hevesle yeniden izledim.Ve bir salya!!!Bu neydi?Aman Tanrı’m!Susam Sokağını izlerken,çocukluğumda akan salyamın yeniden ortaya çıkışı…Bu, ademin bu oğlu hiç değişmedi mi? Sürekli kapanan gözler, uyumamaya çabalayış, kafayı dik tutabilmek adına harcanan büyük bir efor…Anlar üstüste çakışamaz der Einstein. Einstein’ın teorilerini dinlerkenki halimle Susam Sokağı’nı izlerkenki arasında pek bir fark olmayışı, bedenimi titretecek kadar garip duygulara itti beni.Ben hiç değişmedim mi?Daha doğrusu hiç büyüyemedim mi?İnsan kendini kaybederse, olmak istediği ana geri döner, diyor Çinli ruhani.Bilimselliğin uç noktasında bir konu, ben ise bilincimin uç noktasındayım.Yeniden ve yeniden soru işaretleri…BEN NE OLMAK İSTEDİĞİMDEN EMİN MİYİM?Sonrasında……..