national geographic’in ağustos sayısında okuduğum bir haberde, gürültününün “öğrenilmiş çaresizlik” üzerinde menfi tesirleri olduğu belirtiliyordu. Merakımı cezbetti, internette biraz araştırdım “öğrenilmiş çaresizlik” nedir diye…

“öğrenilmiş çaresizlik”, belirli şartlardan etkilenerek bireylerin içerisinde bulundukları koşulları kabullenerek, bu doğrultuda hareket etmesiymiş. ng’de belirtildiği şekilde, ”kişinin güçsüz olduğu durumdan çıkmak için çabalamaktan vazgeçmesi…”

“öğrenilmiş çaresizlik” (learned helplessness), 1965 yılında martin seligman ve meslektaşları tarafından öğrenme-korku arasındaki ilişkiyi bulmak için pavlov’un ünlü şartlı refleks deneyinden elde edilen sonuçlar ışığında ortaya çıkmış bir kavramdır. (deney ile ilgili link:türkçe/ingilizce) “öğrenilmiş çaresizlik” kavramı daha sonra geliştirilerek depresyonu (bireyin, aslında normal durgunluk durumlarından biri olan üzüntünün, yoğunluk ve süre bakımından yoğunlaşmış biçimi/ büyük larousse) açıklayan bir modelin geliştirilmesinde kaynak oluşturdu. depresyondaki insanların çaresizliği öğrendikleri için böyle bir ruh haline büründükleri tezi ortaya atıldı. bu tür kişilerde yaptıkları şeylerin durumlarını iyileştirmeyeceğine dair bir inanç hakimdir. davranışları belirleyen asıl şeyin düşünceler olduğu fikri ağırlık kazandı.

insanlar içinde bulundukları şartları ya içsel sebeplerle ya da dışsal etkenlerle açıklama eğilimindedirler. eğer bir birey yaşadığı tüm olaylarda kendini suçluyorsa, bu tutum zamanla kişide özgüven eksikliğine yol açacaktır. yine eğer bir birey her zaman dışsal etkenlerde suç buluyorsa, o kişi “öğrenilmiş çaresizlik” in eline düşmüş demektir.

“öğrenilmiş çaresizlik” özellikle okul hayatındaki başarı ve başarısızlık durumlarının izahında önemli açılımlar sağlamıştır. kişisel önyargılar öğrencilerde okul hayatı boyunca olaylara bakış açılarını etkiler. alınabilecek en yüksek ve en düşük notlarda öğrencileri psikolojileri farklı olmaktadır. en yüksek not alan bir öğrenci bunu kendi yeterliliği ve meziyeti olarak kabullenirken, en düşük notu alan başka bir öğrenci ise bunu kendi aptallığı olarak da görebilir. fakat bu şartlarda olan şahıslar başka şekillerde (“bugün şanssızdım, hoca zor sordu” tarzında) olaya yaklaşarak iyimser olabilmektedirler. salinger buradan, bunalımda olmayan insanların bunalımda olanlara nazaran bazı zor durumlar karşısında daha iyimser oldukları fikrini ortaya attı. buna da “açıklayıcı tarz” adını verdi.

m.seligman öğrenilmiş iyimserlik (learned optimism) adlı kitabında, “öğrenilmiş çaresizlik” durumundan insanların olaylara karşı yeni açıklama tarzlarıyla depresyonun üstesinden gelebileceklerini belirtmiş. yani olayların etkisinden ve depresyondan çıkıp çıkamama insanın kendi elinde…