İnsanın, oyuncak bebeklerin oyuncak olduklarını anladığı güne benziyor. Eski benimi ele alıyorum ve saçma olduğunu anlıyorum. Çok sık oynadığım bir oyuncak.John Fowles

Giorgio de Chirico
Giorgio de Chirico

Günü bilemiyorum, ama yeryüzündeki varlığının bir trafik kazasını bahane ederek beni bırakmasından sonraki ikinci sonyazdı. İlk birkaç günkü sarsıntıdan sonra karalar bağlamadığımı, olan biteni olup bittiği gibi kabullendiğimi hatırlıyorum. Birgün belki bir otobüs durağında dikilirken, ya da bir tatil beldesinde kartpostal seçerken, en olağanı bir şarkı ya da kitapta, en azından isminin geçtiği herhangi bir sohbette beklerken bu keskin acıyı; zihnimin bomboş olduğu bir yürüyüşte yutkunuyorum. Eve döndüğümde, sanki ilk defa görüyormuş gibi, bir yıldır masamın bir köşesinde duran kurumuş deniz atına bakıyorum. Deniz yolculuklarından birinin dönüşündeydi. “Suveyş Kanalı’ndan geçerken geminin çapasına takıldı.”Hoşuma gitmişti bu masal. Elime alıyorum.
Hırkamın cebine koyuyorum kurumuş hayvanı. Sanki herkesten ve herşeyden saklayabilirsem onu, kimseye çaktırmadan denize atabilecek ve tekrar yaşamasını sağlayabileceğim. Balkona çıkıyor; saksılara, sonra yola bakıyorum. Sardunyalar sabahki yağmurla sulanmış. Garip hissediyordum. Aşağıda yoldan geçen insanlar karikatür gibi görünüyorlar gözüme. Ya da hedef tahtaları. Her biri potansiyel ölü. “Yaşam ciddi bir iştir. Değersizliği nedeniyle…”
“… ve hayata kuvvetli bağlarla bağlı bulunan insanlar, ebediyetin zevkinden mahrum kalmış insanlardır. Senin onlar gibi olmanı istemiyorum.” Sen bunları derken ben neredeydim, algılarım hangi mezardaydı. Mevsim neydi, akşam mıydı gündüz müydü, o gün ben bunları hatırlarken neredeydim. Bu bitkilerin toprağı neden ben uyuklarken sulanmıştı, tam olarak hangi vakitti, Bozcaada’nın serin suları ne alakaydı. Çıkıp geldi mi düşünceler zihne, kolay kolay git diyemezsin. Giderken de neleri alıp götüreceklerini bilemezsin. Sonuçta ne sen, ne de ben bir ebediyet yolcusu olabildik. Zamanla birlikte yola çıkmamıştık aslında, ama ikimiz de dünyanın kendi algısında yakalanmıştık.
Senin bahsettiğin bir düzine Ay’a rağmen, geceleri denizi siyaha boyarken hiç zorlanmıyordum. Sen çoğuna göre “hasta” olan kimliğinle hayatı yakalarken, ben çoğuna göre “hasta olmayan” kimliğimle hayatın en güzel sahnelerini kaçırıyordum.