Sabah saat 6,30 saatim çalıyor ve milyonlarca insanla beraber gözlerimi açıyorum yeni bir güne.Üzerimde her sabah olduğu gibi yine bir ağırlık var. Sanki gitme diyor ayaklarım yeter sıkıldım, ben bu kalabalığa karışmak istemiyorum.

Çıkıyorum evimden ve ağır ağır mecburen karışıyorum istemesede ayaklarım, kalabalığa.İlk durağım Tren istasyonu, bir çoklarının olduğu gibi.

Koca şehrin ilk ışıkları ile şehrin emekçilerinin yüzlerini görüyorum yollarda, simitçisini, temizlikçisini ve daha bir çoklarını. Yanıma ufak bir kız çocuğu yaklaşıyor. Abi be ne olur bi selpak al.

Köşeden tren ağır aksak yaklaşıyor.Biraz ürperiyorum. Uyku sersemliğim geçmemiş hala. Adımımı atıp trenin o yoğun kalabalığına karışıyorum.

Raylar üzerinde çıkardığı seslerle her durakta biraz daha kalabalıklaşarak uzaklaşıyoruz evimden trenle.son durakta inince herkeste bir koşuşturmaca sanki kovalayan birileri varmışcasına. oysa hayat kovalıyordu keyifli olması gereken yerde.

Sabah ki ağırlık hala daha mevcut ve hala ayaklarım gitme diyor dön yeter zamanından önce dön yoksa farkın kalmayacak.

Sonra, sonra vapura biniyorum sabah tren istasyonunda rastladığım simitciden daha şanslı olduğunu düşündüğüm bir başka simitçiden iki simit alarak.İşte şimdi sanki bir şeyler değişmeye başlıyor.Bi an bişilerin farklılaştığını hissediyorum.Sanki güne yeni merhaba diyorum dinç vede mutlu.vapurun eskortlarını oluşturan martıları seyre dalıyorum elimde bir bardak çay ve birazı ısırılmış simitle.Kanat çırpışlarını izliyorum, özgürce, deli uçuşlarını. Birden aklıma elimdeki simitlerden birini onlar için aldığı geliyor.nerdeyse unutuyordum. parçalayarak fırlatıyorum vapurun diğer yolcularından bazılarının sıcak içten bir gülümseme ile bazılarının ise garip bakışları arasında.

İşte o zaman martılar kapınca havada simitlerini tekrar sıyrılıyorum bu kalabalıktan ve yeniden yeniden uyanıyorum.

Daha bir özgür, daha bir mutlu ve daha deli.