Eğer şu bir türlü eskimek bilmeyen ve devamlı kendini bir şekil yenileyen müzik türü heavy metal ile hafiften bile olsa ilgiliyseniz Judas Priest adını zaten duymuşsunuzdur. New Wave of British Heavy Metal akımının Iron Maiden ile birlikte öncülerinden biri olan bu grup kurulduğu günden beri birçok efsane albüme imzasını atmış ve kendinden sonra gelen heavy metal gruplarınca hararetle coverlanmaya devam etmiştir. Zaga’da bile çalan Breaking the Law zaten bu grubun kalitesini gözler önüne sermektedir. Arada Maiden’dan The Trooper’ı ve Dio’lu Rainbow’un şarkısı Long Live Rock’n Roll’u da sokuyolar ya gözlerim doluyo bazen.Judas Priest’in ilginç yanlarından birisi ise gay olduğunu kamuoyuna açıklamış olan vokalisti Rob Halford’dur. “Metal God” lakaplı (ki lakabı boşuna değil) bu insan, adını dağlara taşlara yazmanın vacip olduğu Painkilleralbümünden sonra gay olduğunu açıklamak istemesi üzerine diğer Priest elemanları ile arası bozulmuş ve sonuç olarak gruptan ayrılarak kendi solo kariyerine devam etmişti. Bu açılan yaradan sonra Priest, Halford’un yerine gelen ve onun tam anlamıyla kopyası olmaya çalışan Tim Owens ile birlikte Jugulator adlı orta kararın biraz üstü olan albümü çıkartmış ve sonrasında gelen 2001 tarihli Demoliton adlı rezaletten sonra kendi içinde birşeylerin yanlış gittiğinin farkına varmıştı.Bu zamana kadar ise Halford’un solo kariyerinde önemli gelişmeler olmaktaydı. Fight adlı grubuyla ve Trent Reznor ile olan projeleriyle deneysel denebilecek tarzda albümler çıkartan Halford, 2000 tarihli ve tam adına layık olan Resurrection albümü ile birlikte deyim yerinde ise gerçekten yeniden hayat bulmuştu.İşte 2001 yılı sıralarında çok ilginç birşey gerçekleşti. 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’yı vuran terörist saldırılarından sonra zamanının sağlam gruplarından Iced Earth’ün başarılı vokalisti Matthew Barlow’un abi ben kendimi yurduma adıcam suç hukuğu okucam avukat olacam rock yıldızlığı gibi sığ işlerle uğraşmam artık deyip (affedersiniz ama) kafayı çizmesinden sonra Iced Earth’de boşalan yere Tim Owens layık görülmüştü. Gerçi kafayı çizen sırf Barlow değildi tabi, grubun beyin elemanı Jon Schaffer, o zamana kadar albüm kitapçıklarında olsun şarkı sözlerinde olsun Amerikan sistemine geçirmediğini bırakmayan o Jon Schaffer bile en son Iced Earth albümü olarak Amerika’nın “şanlı” tarihini anlatan The Glorious Burden‘ı hazırladı. Halbuki biz Something Wicked This Way Comes albümü ile başlayan Set Abominae hikayesinin devamı görmeye hazırlanıyoduk ki ne geldi başımıza.Eh tabi Judas Priest’de boşalan yere gelecek adam da Rob Halford’dan başkası olamazdı zaten. Yakın zamanda çıkan Angel of Retributionalbümü Priest’te işlerin yoluna fazlasıyla girdiğinin göstergesi sanki. Baştan aşağı Priest’in eski tarzı kokan bu muhteşem albüm kendi başlarına dağılmaya doğru giden diğer Priest elemanlarına Halford’un hediyesi olmuş. İlerleyen yaşına rağmen vokal yeteneğinden hiçbir şey kaybetmeyen bu öte kişiliği albümün giriş şarkısı Judas Rising’in nakaratını gözleriniz kapalı bir şekilde Halford’un sahneye motorsikletle girişini gözünüzün önüne getirerek dinlemenizi ve bu sırada içinizde oluşan coşkuyu gerçek bir heavy metal tanrısına adayarak onu kutsamanızı öneriyorum.