Öksürüklü bir haftayı , evde battaniye altında geçirdim. Kendime , yalancı mutluluklar sunmama rağmen zaman geçmek bilmedi…Böyle zamanlarda en kışkırtıcı şey televizyondur…Gündüz kuşaklarının nerdeyse tamamı “kadın” programlarıyla dolu…Ağlayan , sızlayan bağıran , yırtınan yığınla “yamultulmuş” kadın ekranları doldurmuş…Tartışmaların tansiyonu arttıkça , katılımcılar, birer birer fenalaşıp , sunucu tarafından dışarı alınıp , dinlendirildikten sonra programa taze güç olarak , yeniden katılıyorlar…Kanallardan biri proğrama kendini “devrimci” diye tanımlayan genç bir sanatçıyı davet etmiş…Alımlı ve güzel bir kadın…Hayatı özgürce yaşadığını söylüyor.Kendinden , yaşça küçük , erkek çocuklarıyla “takıldığı ” eleştirilerine sert yanıtlar vererek “devrimci” olduğunu,mevcut tabuların yıkılması gerektiğini falan söylüyor…Alımlı ve güzel kadın hepimizi gururlandırıyor, 68’li yılların kitlesel eylemlerine öncülük etmiş “devrimci” kadınlarını anımsatan bir duruş sergiliyor!!!…Diğer kanallarda kafalarına odun yemiş kadınlar,kocalarına sallayıp duruyorlar…Freud, “ Koca , hiçbir zaman sevilen adam olmayıp , ancak onun yerine konmuş benzeridir” der. Freud , burada aranan şeyin “bireysel mutluluk” değil de , kadınla erkeğin “sosyal” hayat içindeki aile birliğini sağlama gibi , aldatıcı bir görevi olduğundan söz ediyor…Kierkegaard’a göre ise “ Evlenme kararı , ahlaksal veriler üstüne oturtulmuş bir dinsel yaşam görüşüdür”…Ekran , soğuk ya da örselenmiş kadınlarla dolu…Kimi “buyurgan” bir kocanın boş ve yalnız bir yaşama mahkum ettiği kadınlar,kimileri de yıkamak,süpürmek,ütülemek sarmalında yaşama sırt çeviren “ zihinsel boşluk” içindeki kadınlar…İçlerinden “kaçıp gitmek ” geliyor elbette…Evlilik bir “ödev” olmaktan öte gibi görünmüyor besbelli…Yaşamı , sonu gelmeyen bir çaba gibi görseler de “aldatılmanın , kullanılıp atılmanın” yazgısına isyan ediyorlar…Öteki kanaldaki “devrimci” alımlı , güzel kadın , manifestosunu sunmaya devam ediyor…Benimse uykum geliyor…