Sinemanın sıkı bir takipçisi olduğumu iddia edebilirim. Teknik anlamda olmasa da… Buradaki teknik anlamda olmamakla kastettiğim size filmlerin çekiminde kullanılan teknikleri söyleyemem. Bilmemde o yüzden. Hatta öyle birşey var mı onu da bilmem. Çünkü hiç bu konuda teknik bir eğitim almadımda o yüzden.Sinema hakkında bilgim gazetelerin sinema eklerinde yazılanlarla, birkaç internet sitesiyle, alıp okuyamadığım birkaç sinema tarihi kitabıyla sınırlıdır. Ne var ki ona bağlılığım onu hayatımın vazgeçilmezleri arasına sokmuş durumda.Birçok durumda yaptığım gibi bunun nedenlerini kendi içimde aradığım zaman, yani popüler tabiriyle çocukluğuma indiğimde, bulduğum cevap çocukluğumda bu sektörden uzak kalmış olmam. Çoğu insan söylediğimde inanmaz ama bizim hiç televizyonumuz olmadı. Ciddiyim! Neredeyse çeyrek asırdır bu dünyadayım ama ben evimizde hiç televizyon görmedim.Biz 3 erkek kardeşmişiz o zamanlar; abim, ben, küçük kardeşim. Şimdi 4 kardeşizde…Tahayyül ediniz 3 erkek kardeş, o zamanlar bize ucu bucağı yokmuş gibi gelen bir çiftlik, envai çeşit hayvan, araç- gereç, birçok haylaz arkadaş ve bitmeyen bir enerji. O zamanlar benim hatırladığım annem bizim ders çalışmamız için almadıklarını ‘birde televizyon olsa siz hiç ele avuca sığmazsınız’ dediğini hatırlarım. Şimdi daha farklı yorumluyorum tabiki.
Durum böyle olunca yeterince voltran, ninja kaplumbağalar, he-man izleyememiş karate kid’in final sahnesinde çocuğun tekmeyi nasıl attığını arkadaşlarımız gibi ağzımız köpükler saça saça anlatamamıştık. Siyah beyaz televizyonlu dönemi yaşamayı bırakın, biz Türkiye televizyonlarının Star Tv ile çok kanallı yayına geçtiğini bile farkedemedik.
Bu kadar çocukluğa inmek yeterli sanırım sadede gelelilim. Her ne kadar Fikir ve Sanat Eserleri kanununa muhalefet etmekte olduğumun bilip, yanlış yaptığımı bilincinde olup, vicdan azabı çekiyor olsam da ‘e ama bizde öğrenciyiz’ bahanesinin arkasına saklanarak, kotam yettiğince internetten Divx filmler indiriyor, bir kaç yasadışı satıcıdan vizyon filmleri temin ederek izliyorum. Bu gerçekten ‘bu kadarda olmaz’ dedirtecek bir noktada.
Son günlerde hayatımın önceliklerinden biri benimle aynı hastalığa yakalanmış abimle birlikte, bir arkadaşından aldığı 300 küsur filmi izleyip bitirmeye çalışmak. Geçenlerde bu filmler arasında ismi aklımda dolanıp duran, bu filmi izlemeli dediğim bir tanesini izledim: Mustafa Hakkında Herşey. Senaryosunu yazıp, aynı zamanda bu filmin yönetmenliğini üstlenen Çağan Irmak’ın filmini izledikten sonra aklıma ilk gelen şeylerden birisi filmin isminin ‘Ceren Hakkında Herşey’ olabileceğiydi.Filmi izledikten sonra insan oğluna olan güvenimin biraz daha azaldığını farkettim. Zaten oldum olası bu türe fazla güvenmem ben. İnsan aldatılmaktan korkuğu için sevmekten kaçar mı? İşte o beni anlatıyor olabilir son zamanlarda.
Oldum olası kendimi film karakterlerinde bulmamdan, örnekleri filmlerden vermemden insanlar rahatsız olmaya başlamışlarsa da elimde değil, marifet sanıyorum galiba film izlemeyi. İşte ben bu filmdeki Mustafa karakteri gibi gördüm kendimi. Detaycı, doğru söylerken eğip bükemez, bu yüzden çoğu zaman kırıcı, kendi yaptıklarıyla dünyayı değiştirebileceğini sanan, devamlı örnek insan olma çabası içerisinde, ne varki hem hayatı hem etrafındakileri kaçıran bir tip.
Filmde Mustafa’nın gerçeklerle yüzleşmesine neden olan kaza, eşi Ceren’in onun en sevdiği parçayı Mustafayı aldattığı adama dinletmeye çalışırken meydana geliyor. İlerleyen sahnelerde Mustafa, karısının kendini aldattığı adamı kaçırıyor herşeyi öğrenmek için. Kazanın nasıl olduğunu öğrenince -detaycı ya!- hangi parça olduğunu bulmaya çalışıyor. Orada Fikret isimli taksi şoförünü canlandıran Nejat İşler şöyle diyor: ‘Abicim koyver gitsin be! ha? Bi kerede bırak dağınık kalsın be abi?!’Bu cümle içimde bir yerlerde bana çok şey çağrıştırıyor, çok şey anlatıp, ifade ediyor. Devamlı sorumluluk alan, sözünde durmayı herşeyin üstünde gören, iyi insan, herkesin parmakla gösterdiği örnek insan olmaya çalışan beni; Mustafa hakkında gördüğüm ve duyduğum şeyler derinden yaralıyor. Ne için, Kimin için, Neden? Sanıyorum ki Pavlov’un şartlı refleks deneyinde olduğu gibi çaresiz bir şartlanmanın esiriyim.Bırakıyorum ben be abicim, bırakıyorum dağınık kalsın!