bildirgec.org

iLLERiN HANi

11 yıl önce üye olmuş, 20 yazı yazmış. 1162 yorum yazmış.

GANİ GANİ KUTLU OLSUN

iLLERiN HANi | 11 October 2007 22:45

Bir Bayram daha geldi, gani gani kutlu mutlu olsun bu guzel bayram…

Son 4 bayram yilini aile esrefinden ayri olarak kutlayan biri olarak bu bayrami en guzel sekilde gecirecegimizi umuyorum ve yakinlarimizi ne olursa olsun unutmamakta yarar var diye dusunuyorum…

Hepinizin tekrar mutlu kutlu olsun bayrami…

SAHIBINDEN SATILIK MODERN CAG EVLERI

iLLERiN HANi | 04 October 2007 11:22

İnsanların bir arada yaşama düzenleri oluşturduğu zamanlardan beri suçlar tanımlanmakta. IÖ 2050 Ur-Nammu ‘dan ,İÖ 1868’lerden kalan Lipit-İştar Yasalarıyla İÖ 1780’lerde sekiz metrelik monolit taş bir tablete Akad dilinde yazılmış Hammmurabi Kanunları’ndan beri her siyasal düzlemde örgütlenmiş toplumda, birtakım yapılmaması gereken davranışlar ve bunlara uymayanlara verilecek cezalar listeler halinde düzenlendi. Eski Yunanlılar dünyasında, MÖ 900’lerde suçlar ve cezalar resmi olarak tarif edilmemişti… MÖ yedinci yüzyılın ortalarında Yunanlılar ilk kez suçları tanımlayan ve bunların işlenmesi durumunda cezalar ihdas eden yasalar düzenlemeye başladı, Yasakoyucu adı verilen bir kurum oluşturuldu bu zamanlarda Yunan dünyasında. Yasakoyucular kral ya da benzerleri gibi hükümdar değildi; yalnızca yasa yazmakla görevli atanmış memurlardı. Çoğu orta kademe soylulardı. Yasa koyarlarken taraf tutmalarının bertaraf edilebilmesi için siyasal yönetimin içinde yer almalarına izin verilmiyordu. MÖ 620 yıllarında görev yapan Draco, eski Yunan’dan bugüne kalmış ilk yasaları düzenlemiş olan görevlidir. Bu yasalar öylesine sertti ki, bugünkü İngilizcede “ölçüsüz derecede sert kanun” anlamında kullanılan “draconian” sözcüğü eski Yunanlı Yasakoyucu Draco’dan mülhemdir. Bu donemden sonra Tarih sayfasinda ortaya cikan bir baska suc-ceza ornegi Roma – (İ.Ö. 367– leges duodecim tabularum 12 Levha Kanunları 527 yılında Doğu Roma imparatoru olan ve 565 yılına kadar hüküm sürdükten sonra ölen Iustinianus, Roma devletine eski görkemini geri getirmek için askeri ve siyasi alanda, daha sonra Hristiyanlığın kabulü ve resmi din haline gelmesiyle dini alanda, birçok faaliyete girişti. Siyasi ve dini birliğin hukuki birlik ile desteklenmesinin elzem olduğunu bilen imparator, faaliyetlerini hukuku toparlamaya ve hukuku devrin ihtiyaçları için kullanılabilecek hale getirmeye yöneltti ve nihayetinde Corpus Iuris Civilishazirlandi… Bundan sonra ornek olacak magna carta dan baska benzerlerine Tarihin pek cok doneminde ornekler cogaltilabilir,, burada ki donum noktasi ve beni asil irgalayanin modernitenin ortaya cikmasi ve eski sistemlere nazaran suc-ceza sisteminin degismesi… Modernitenin temelinin yaratici bicimde yikmak oldugu kabul Edilir..Yonetsel kurallarla modern devlet oznelerin ve yurttaslarin hayatlarina mudehale edebilmekte, yine peter wagner a gore bu is icin en iyi yol muktedir kilici-lik-tan gecmekte ve bu is kurumlar araciligi ile gerceklesmekteydi…bu tur buyurgan Kurumlar’i dusununce hamurumda yer alan biraz anarsistlikten Itaat-anarsiden yola cikinca daha ziyade beynimde on plana cikan mekan hapishaneler oluyor…. iyi-pekde hos da nedir, ne ise yariyor bu hapishaneler…, insanin insana tutsak edilmesi yahut ben in baskasina imhasi mi?? Nedir?? Denetim ve gozetim olarak ilk hapishane 1596 yilinda amsterdamda acilan RASPHUIS dir.. küçük bir çocuğun hapsedilmesi için kurulmuş. Küçük çocuk hırsızlık yüzünden aslında ölüm cezasına çarptırılacakken, bu cezanın çok ağır olduğunu düşünen mahkeme heyeti belediyeden çocuğu kapatmak için bir mekan istemiş. Ve belediye çocuğu kapatmaları için bir manastırın küçük bir bölümünü tahsis etmiş. Ve böylece bir manastır ilk cezaevi haline gelmiş. (NEDEN MANASTIR,) Kadınlar için yine Amsterdam’da açılan ilk cezaevinin kapısında ise şöyle yazıyormuş: ‘‘Korkma, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyeceğim.’’ Burada aslinda bir kavram degisikligi var,,denetleme ve gozetleme gibi bir kavram ortaya cikiyor modernitenin dogusu ile birlikle … Onemli baska bir nokta ise ,,denetleme ve gozetleme den once insanlar ne sekil cezalandirildigi idi .. Bundan önce, daha çok bedene yönelik cezalar en yaygin olanlar. 18. yüzyılın sonuna kadar İngiltere’de teşhir amaçl genellikle halka acik olarak gerceklestirilen, insanlari zincirlemek,kaba dayak,kizgin demirlerle kamcilamak,daglamak yada asmakti .,, Foucault nami diger fuco’nun HapishaneninDoğuşu’nda ( naissance de la prison) çok güzel tasvir ettiği, ibretlik, toplumu bir fiili yapmaktan alıkoymak için verilen cezalardı, bu yüzden bu cezalandırmaların topluma açık olması gerekirdi… Ayni kitabin baslangici ise “Fransa krali XV.Louis’yi bicakladigi icin 1757 de olum cezasina carptirilan Damiens’in cezasinin infazini betimleyen ayrintilarla acilir…Betimlenen infaz yonteminin ta kendisidir..Mahkemenin kararina gore Damiens’in bedeninin cesitli yerlerinden kizgin masalarla et kopartilacak;bicagi tuttugu eli sulfurle yakilacak; et kopartilan yerlere eritilmis kursun, kizgin yag, yanar halde recine , birlikte erimis balmumu ve sulfur dokulecekti daha sonra vucudu atlarla cekilip parcalanacak, parcalar yakilip kul haline getirilecek ve son olarakta kuller ruzgara savrulacakti…. Yine 1770’lerde İngiltere’de zindanlarda kalabalık var, çok kötü bir koku var, diye tarif ediliyor. Zindan humması denen, tifo benzeri bir hastalık var. Geldiği zaman mahkûmların çoğunu öldüren hastalıklar. Esas o dönem sürgün de var. Sürgün iki yere oluyor; ya Avustralya’ya ya Amerika’ya. Amerika bağımsızlığına kavuştuktan ve Amerika’ya sürgünler durduktan sonra dikkatler bir anda hapis cezasına yöneliyor. İlk başta Thames nehri üzerindeki gemiler bir tür yüzergezer hapishane gibi, zindan gibi kullanılıyor Fakat modern hapishanenin ve diğer bütün modern kurumların da babaları, Aydınlanma dusuncesi ve protestanliktir… Fransa’da, İngiltere’de ve 18. yüzyılın sonlarında Rusya’da ortaya çıktığını görüyoruz. Tarihci gultekin e gore Bunların öne çıkardıkları şey, “ penitentiary” denilen kurum. Penitentiary ilginç bir kelime, çünkü İngilizce’de penitence kelimesi ‘tövbe’ demek. “Penitentiary” Redhouse’un ilk İngilizce-Türkçe lügatında, 1880’lerde, “tövbeye mahsus hapishane” diye çevrilmiş. Bu ne demek? Aslında “tövbeye mahsus hapishane”, bugün bizim F tipi diye kısmen gördüğümüz şey. (F tipi, 19. yüzyıldaki hücre tipi hapishaneyle tamamen aynı şey değil. Çünkü F tipinin içinde çalışma yok ve sistem bütün mahkûmlar için uygulanmıyor. Oysa penitentiary adi suçlular için de uygulanıyordu. ) Hatta Redhouse İngilizce-Türkçe lügatinde bunu “nedamete mahsus hapishane” diye çevirmiş. Bunun kökeni de Manastır. Bu konuda yine Kiliseye ait olan anlaminda “Ecclesiastical” larda incelenmesi gereken baska 1 konu..—– Ecclesiastical prisons…. Aslında modernitenin birçok kurumu, Hıristyan Katolik kurumlarının sekülerleştirilmiş halidir.Penitentiary’nin esas hareket noktası manastırdır. Manastırın amacı, insanı tabiattan ve onun baştan çıkarıcı, günaha sevk eden taraflarından tecrit etmektir. Penitentiary’nin de amacı, insanı iki şeyden tecrit etmek: sosyal ve fizikî çevresinden, diğer insanlardan. Amaç insanın kendi üstüne katlanıp düşünmesi, yani vicdanıyla baş başa kalması ve kendindeki “ahlâkî” kötüleri düzeltip iyileri ortaya çıkarması. Tabiî, manastır projesi teolojik ve dinî bir projeydi; 18. yüzyılda karşımıza çıkan ise seküler bir proje bu bakimdan modernitenin birçok kurumu, Hıristyan Katolik kurumlarının sekülerleştirilmiş halidir. Filozof Gilles Deleuze Gilles deleuze —– kuşatma kurumlarıbunlara kapatma ve diyor. Ne bunlar? Kışla, fabrika, hapishane, hastane, tımarhane, daha sonra da huzurevleri, darülacezeler filan. İnsanlar bu Katolik Hıristiyan felsefesi: Dünya, baştan çıkarıcıdır, günaha sevk eder, dolayısıyla bizim tekemmül etmemiz için vicdanımızla baş başa kalacağımız bir tecride ihtiyacımız vardır, diyor. Böyle bir tecrit fikri, İslam düşüncesinde yok. İslam, tabiata baştan çıkarıcı bir yer olarak bakmıyor. Tabiata, dışarıdaki hayata meşru bakıyor. Katoliklik ise buna meşru bakmıyor… Hapishanenin mucitlerinden Protestanlarin ise şöyle bir fikirleri var: Biz eğer suçluları alıp tek başına hapsedersek, suçlu vicdanıyla baş başa kalır ve bu süreç sonunda buradan normal bir vatandaş olarak çıkar. Açılan iki model hapishane var. 1790 yilinda da ABD Philedelphia’da kurulan Walnut Caddesi Hapishanesi bu ülkedeki ilk modern cezaevi olarak uygulanan Pennsylvania modeli olma ozelligini tasiyor…. Pennsylvania, Philedelphia hem merkezi Amerikan Aydınlanmasının hem de Amerikan püritenliğinin merkezlerinden biri. Bir taraftan Fransız deizminin Amerikan topraklarına girdiği yer, bir taraftan da Protestan, püriten teşekküllerinin en faal olduğu yer. Zaten bu hapishane projesinin de arkasında bugün de faal olan bir Protestan tarikatı olan Quakerlar yer alıyor. Sert olan Pennsylvania modeli, mahkûmların gece ve gündüz tamamen hücrede tecridine dayanıyor. Mahkûmlar birbirleriyle hiç temas etmiyor. Sürekli bir sessizlik ve yalnızlık içinde, onlardan “suç” diye tarif ettikleri davranış kalıplarını değiştirmeleri bekleniyor. Nasıl ki Hıristiyanlıkta insanın doğuştan günahkâr olduğuna ve kendilerini temizlemeleri gerektiğine bir atıf vardır…. 1816 yilinda uygulanan Auburn modelinde ise mahkumlar gündüz beraber çalışıyorlar ama sessizlik esas, hiç konuşma yok (silent system); gece hücrelerine gidiyorlar yine.; mahkumların gündüz hiç konuşmadan beraber çalışıp gece hücrelerine döndükleri bir model. Latin Amerika ve Avrupa hapishane kurucuları tarafından bu ikincisi daha çok tercih ediliyor…kapitalist soylem yahut marksist terminoloji ile ifade edilecekse bu insanlara mikro-iktidar da denilebilir, ucuz is gucunden yararlanildiklari ve sermayeye katildiklari icin… Şapel’e, ibadethaneye gittiklerinde bile, tek tek kabinlere kafalarını sokup dinliyorlar… 18. yy sonunda mahbesleri düzenlemek için, Şerif Howard’ın öncülüğünde kanunlar çıkıyor İngiltere’de ve Pentonville denilen bir hapishane yapılıyor. Bu hapishane de tıpkı ABD’dekiler gibi. { ornegin, ingiliz cezaevleri, bridewell’leri, newgate’ten, cold bath fields’tan, millbank’ e(heksagonal pentagonlar ), , mountjoy’a, pentonville’e -ki sonuncusu bugun bildigimiz f tipinin oncusudur) Tabi pentonville den once 1816 yilinda yapilmis olan ingilterenin ilk ulusal cezaevi millbank i es gecmemek lazim,,, hatta filmi biraz daha geriye sardirip “gözetleme toplumu” anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkan Jeremy Bentham in hayal ettigi PONOPTICON a kadar geriye gidebiliriz.. Bu bina tam bir daire şeklinde yapılır ve dairede eşit olarak bölünmüş her dilim bir hücredir. tam ortada ise bir gardiyan kulübesi vardır. her bir dilimin sivri uçlu olmayan yani dairenin sınırlarına ait olan kısmında pencere bulunur. bu pencereden gelen ışık sayesinde tam merkezde bulunan gardiyan, bütün hücrelerde ne olup ne bittiğini görebilir. ama aynı ışığın dört bir taraftan merkeze yansıması nedeniyle, merkezdeki gardiyan kulübesi görünmez olur; Aslinda kulede bir gardiyan olsada olmasada ponopticon un sagladigi bu surekli kontrol olanagi cok kuvvetli bir denetim mekanizmasi olusturmakta… Bununla beraber 1840 yilinda uygulamaya konulmus olan Irlanda modeli var tarihte; buradaki mahkumlar cezalarinin bir bolumunu bir sure tek kisilik hucrelerde tamamlamaktalar uslu dururlarsa auburn tipi baska bir hapishaneye nakli gerceklesiyor ve yine itaatkarligi ile yeni cezaevinde sorun cikarmayan mahkum sartla saliverilmekteydiler… Bastaki 2 sistemle karsilastirildiginda daha insani oldugu bariz goz onune cikmakta , diger 2 modelde ki nihai amac silent system sayesinde bireyi tektiplestirmek, ve tektiplesen bireyi kendi icine vicdanina dek nufuz ettirmek… 1850’lere kadar hapishaneler giderek bütün dünyada yaygınlaşmaya başlıyor. Bütün modern kurumlarda olduğu gibi hapishanelerin de ilk yaygınlaştığı yerler Kuzey Amerika ve Batı Avrupa. Hapishanenin bu manada kurulduğu yerler, Weber’in tabiriyle Protestan ahlâkının yaygın olduğu, Marx’ın tabiriyle kapitalizmin neşvünema bulduğu yerler, 1850’lerde Latin Amerika’da veya benzer yerlerde, bir hapishane binasının, bir liman binasının veya bir okulun anlamı ne kadar modern bir toplum olduğunuzdur. Çünkü modern değilseniz sizi işgal ediyorlar. Dolayısıyla Latin Amerika’da hücre tipi bir hapishane açıldığı zaman (ki bunun modeli İngiliz faydacı düşünür Bentham’ın projesini çizdiği panopticon’dur) Buenos Aires’te, Lima’da her hapishane açıldığında bir yabancı sefirler grubu çağırılıyor. 1870’lere gelindiğinde Fransa’da hücre tipi hapishane fikrinden vazgeçilmeye başlanıyor. Bunun en önemli nedeni mahkûmların arasında akıl hastalığı oranının giderek artması, ikinci nedeni de bunun ıslah edici bir özelliğinin olmaması.. Tabi bu donemde osmanlilarin ne yaptigi merak konusu,, bu donemde ne tur evrimlerden geciyor, ne yeyip ne iciyorlar … 1831’te Sultanahmet’te ilk “model” hapishane açıldığında Basiretçi Ali Efendi adlı gazeteci, Basiret gazetesinde hapishane için “çok temiz, çok düzenli, çok hijyenik (Osmanlı bürokrasisinde hijyen saplantısı o dönemde başlamış), muntazam ve mükemmel, güzel koğuşlar var, güzel atölyeler var” diye yazıyor. Altı ay sonra baktığında hapishanenin içi hiç de anlattığı gibi değil. Mahpuslar içeride kendine mahsus bir hayat kurmuş, atölyelerde çalışan yok. Tesisat yok, duvarlar dökülüyor. Bir kısım mahpuslar kaşıkla duvarı delip kaçtığı için demir kaşık yerine tahta kaşık veriliyor …. Burada ufak bir detay var ; osmanlida “ilk model hapishane “ oncesi kullanilan baska bir kavram var…. Biri “mahbes”, diğeri “hapishane”. “Mahbes” bir şeyin yapıldığı yeri gösteriyor. Bu manada mahbes kişinin hapsedildiği yer olarak bir kale olabilir, bir kule olabilir, Hani klasik turk filmlerinde Cuneyit Arkindan bilmem baska sanatcinin ya hapis olarak tutuldugu,, yada degisik varyasyonunu baskalarini kurtarmaya calistigi mekanin ta tezahuru…16. yüzyılda kullanılan Galata Kulesi gibi; bir zindan olabilir, bugün Tarih Vakfı’nın bulunduğu Baba Cafer Zindanı ya da Yedikule Zindanları gibi; kuyu olabilir, etrafı çevrilmiş herhangi bir yer olabilir. “Mahbes” –bir kişinin hapsedildiği yer– çok eski tarihlerden, eski Mezopotamya ya da Antik Yunan ve Roma’dan beri var.“mahpushane” kelimesine ilk olarak 1871 tarihinde rastlaniyor… Bu kelime, o zamanki mahkûmların yazdıkları bir dilekçede geçiyor. “Hapseden”le “hapsedilen” arasındaki bakış farkı burada ortaya çıkıyor. Refi Cevat hatıralarında bir hapishane tasviri yapıyor: eğer bir müfettiş hapishaneyi ziyarete gelecekse, hapishane müdürü içerideki mahkûmlara haber veriyor ve barbutlar, zarlar, esrarlar kenara kaldırılıyor, müfettiş gittikten sonra da hayat aynen eskisi gibi devam ediyor. 1880’den sonra hapishanelerin müdavimleri Anadolu’da Ermeniler, Trakya’da Makedonlar oluyor, yani şiddet kullanan siyasî militanlar. Hapishaneler de inanılmaz kalabalıklaşıyor. Ondan sonra da sık sık aflar çıkmaya başlıyor. Ancak bu af da, 2000’de uygulanan af gibi “merhamete” dayalı bir af değil, hapishaneleri boşaltıp yeniden yapılandırmak için çıkarılmış bir af. İktidar muktedir olduğunu hem hapsederken hem de af ilan ederken gösteriyor. . Osmanlı Devleti’nin St. Petersburg’da 1890 tarihlerinde bir hapishane kongresine katıldığını göruluyor.. O zamanlar henüz bir hapishane literatürü mevcut değil….Bu tarihten sonra Batılı elçiler yoğun biçimde “hapishane yapın” yerine “var olan hapishanelerde yanlış uygulamalar var” şeklinde taleplerde bulunuyorlar. En rahatsız eden kısım ise, bu elçilerin sadece azınlığın haklarını korumaya yönelmesi. Hırsızlık suçundan hapiste olan ve beş senedir mahkemesi bitmeyen Ahmet Efendi hakkında hiçbir talep yokken, mevzu Ermeniler ya da Makedonlar olunca (ki elbette bunların da durumu hiç iyi değil) iş siyasî meseleye dönüyor. Bu açıdan, tarihte, Osmanlı hapishaneleri ve hapishane reformları, bunun uluslararası mesele olduğu tek örnek. 1898’de ilk defa Abdülhamit hücre tipi hapishane projesi hazırlattırıyor. Projeyi hazırlayan Jasmus, aynı zamanda Sirkeci Garı’nı çizen mimar. Yani “Hazır Prusyalı mimar gelmiş, garı çizmiş, bir de bize hapishane çizsin”! Bunun adı “Yedikule Penitentiary Projesi”. Yapılacağı yer, şimdiki Yedikule , Osmanlıların ilk siyasî hapishanesi –veya mahbesi diyelim– Fatih orayı hapis manasıyla kullanmaya başlamıs. Abdülhamit’in projesinin de yapılacağı yer Yedikule. Bunun sembolik anlami tarihe olan muhabbetten de kaynaklanmıyor. Her reformist yapacağı yeni şeyi eski zarfın içine koyuyor. O eski zarfın içinde, doğabilecek sosyal tepkiyi azaltmaya çalışıyor. Siz Yedikule’nin içerisine bir penitentiary koyduğunuz zaman, “Bu bizde 500 senedir devam eden gelenektir” demiş oluyorsunuz 1920’li yıllarda Karadeniz ve özellikle Ünye – Fatsa yöresinde eşkıyalık olaylarının çok olması, hapishanenin mahkûmlara yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bunun üzerine, unye de bulunan Saray Câmîi hapishane olarak kullanılmaya başlanmış,, II. Dünya Savaşı sırasında çıkarılan Varlık Vergisi’ni veremeyenler de oraya hapsedilmiştir… 1926`da çıkan Türk Ceza Kanunu`yla suçlar ikiye ayrıliyor: Cürümlüler ve kabahatliler. Ağır suçlulara cürümlüler, hafif suçlulara kabahatliler dendi ve 1929`da hapishaneler Adalet Bakanlığı`na bağlaniyor.. 19. yy baslari ve ortalarina gelindiginde yayginlasan baska bir cezalandirma sistemi ile tanisiyoruz,, insanlari kapatmak, itaatkar hala getirmek, ucuz is guclerinden yararlanmaki icin donemin en acimasiz uygulamalari siralamasinin baslarina ceza kamplari oturmustu… Bunlardan en meshur olanlari 1930 yilinda kurulan gulag ceza kamplari idi.. 1930’dan sonra, Sovyet ceza sistemi hapishane, çalýþma kampý (gulag), çalýþma kolonileri (gulag), özel açýk alanlarda tutukluluk ve para cezasý uygulamalarýnýn içeriyordu,, Gulag çalýþma kamplarýna (yuzbinlerin oldugu—ki bana kalirsa milyonlarin oldugu), ciddi suçlar iþleyenlerle (cinayet, hýrsýzlýk, tecavüz, ekonomik suçlar vs.) birlikte karþý devrimci faaliyetler nedeniyle mahkûm olanlarýn çoðu gidiyordu. 3 yýldan fazla ceza alanlar da bu çalýþma kamplarýna gönderilebilirdi. Çalýþma kampýnda bir süre geçirdikten sonra, hükümlü bir çalýþma kolonisi ya da özel açýk bölgeye gönderilebilirdi….
Diðer yandan 425 çalýþma kolonisi mevcuttu. Bunlar çalýþma kamplarýndan çok daha küçük, daha serbest ve daha az gözetlenen birimlerdi… (aslinda 1930 yilina gelene dek 90 adet yeni kampsovyetlerin kullanimina hazir hale getirilmistir, gulag ozellikle 1 olum kampi ve penal koloni olarak en bahsi gecilecek olanlarin basinda)… Tabi ki bundan daha once kurulan baska unlu ceza kampi Fransiz Guyanasi bulunmakta kurulus tarihi 1852 dayanan bu ceza kampi 1939 yilina dek kullanimi surmustur, bu zaman dilim arasinda 80.000 den fazla kisi suclu olarak bu sistemde yerini aldi… Fransiz Guyanasi nin amiyane ikinci adi yerine kullanilan bana gore kult filmlerden 1 i papillon u izlemek; bu konunun ne kadar gayri insani oldugunu hatirlatan bir film.. akabinde turlu turlu kamplar bulunmakta toplama kamplari; ciplaklar kampi, izcilik kampi gibi vellakin konu dahiline girmiyorlar (: Endüstri devrimi ile dönüşmüş ,,feodal yapının yerine gelen kapitalist toplumsal yapı içinde iktidarın denetim mekanizmasını işletmek için oluşturduğu önemli toplumsal bir kurum haline gelen hapishaneler, bir sure sonra dallanip budaklanarak sistem icerinde neredeyse her kesime hizmet verecek duruma eristi… Askeri sisteme karsi gelenler icin askeri cezaevleri Military prison, asayisi bozan cocuklar icin kurulan juvenile prison (islahevleri), Kadinlar icin icad edilmis kadin cezaevleri… Suc-Ceza-yeni suc paradoks ucgeninde dunyada bayragi tasiyan America sistemini dikizledigimiz zaman bu konuda genel anlamda uygulanan correctional facility on plana cikiyor…prison-break yahut Oz dizilerindeki hapishane tiplerinde uygulanan maksimum guvenlik uniteleri uyglanan sistemin ornekleri… bu sistemin cok sik olarak kadinlar icin kullanilanina ise riverside correctional facility” sadece kadin mahkumlari barindiran bir maksimum guvenlik unitesi..Her hangi bir günde ABD (dunyada kisi basina dusen mahkum istatistigi) hapishanelerinde yatan insan sayısı 2.2 milyon. Bir yıl içinde buradan “geçen” insan sayısı ise bunun çok üzerinde. Hapishanelerde ve bağlı tesislerde çalışan insan sayısı 750 bin. Bunun ülkeye yükü yılda 60 milyar doları aşıyor. Eldeki verilere göre üç yıla kadar eski mahkûmların %67’si yeniden tutuklanacak ve %52’si yeniden hapse mahkûm edilecek.Amerikan Hapishanelerinde Güvenlik ve Suiistimal (araştırma) Komisyonu 8 Haziran 2006 tarihinde çok ilginç bir rapor sundu. 126 sayfalık bu raporu Amerika gibi Türkiye’nin suç-ceza-yeni suç döngüsünden kurtulabilmesini icin cok iyi bir referans kanimca, yanliz turkceye cevirimùis orjinali yok, varsada ben bulamadimorijinali… Ayni durumda Kendi ulkemizde ki suc-ceza-yeni suc mevzuyasi amiyane yer kure ustundeki pek cok ulkeden geri kalmamakta ;Türkiye suç işleme konusunda da hızla batılı ülkelerin seviyesine yaklaşmakta:
Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine göre sabıkalı sayısı 8 milyonu, mahkûm sayısı 68 bini geçti. Emniyet’in rakamları da olayın boyutlarını gözler önüne seriyor. Son 10 yılda işlenen suç sayısı üçe katlandı. 1995′te 229 bin suç işlenirken, rakam 2006′da 785 bin 510′u buldu. Suçların yüzde 42’si İstanbul, Ankara ve İzmir’de işleniyor.İlk suçun işlenmesinin önlenmesi ayrı bir inceleme konusu elbette. Ancak 8 milyon sabıkalı büyük bir rakam… Gunler,yillar,yuzyillar gectikce sistemin gelistirdigi alternatifler islevselligini yitirmekte…Modernitenin daha iyi bir yasam olanaklari yaratmak adina sistemin dipsiz kuyusu haline getirdigi hapishanelerin islevselligi-ki bana kalirsa islevsizligine hangi panzehir elhem olacak…Modernitenin meftasinin coktan kaldirildigi kabul edilirse modernitenin yarattiklarinida bir bir sorgulamanin sirasi geciyor sanirim.

ADINI SEN KOY

iLLERiN HANi | 06 September 2007 11:36

Gunlerdir bende bir hal, isim dusunuyorum yeni bir birey yeni bir insan icin… arastiriyorum ,tarastiriyorum velhasil hep bilindik isimler lakin benim aradigim daha original gercekten adinin tasidiginI vermeli diye dusunuyorum….
Yakinlarda dunyaya gelicek bebegimiz icin isim arama derdindeyim.. ne kadar arastima yapsamda klasik isimlerde hemfikir olamiyorum,, 3 haFta icnde cinsiyetini ogreneceegiz umarim .. kiz icin bulduklarim ; AZRA, ALAEYNA, LARA, MEHLIKA,MIHRACE…. erkek icin ; ALP CAN , ZAFER,
Daha fazla da fiklir im yok ..
Kara vermesi karisik biraz, akliniza gelen isimleri degerlendirmek bana yeni dogacak yeni bir birey sonsuza dek daim olacak… modern bir isim, ne olabilir???

HOSAF EDILECEK KISILAR ANSIKLOPEDISINDEN SECMELER

iLLERiN HANi | 13 August 2007 10:39

Epey zaman oldu sole guzel bir hosafin tadina bakmayali ,,
hosaf denince aklima yerli yersiz birsuru goruntu vakitli,vakitsiz gozlerimin onune cokuyor…
ya ramazan sofralarinda ki olmassa olmazi yada kavuru yaz sicaginda eve kan-ter kosarak girip dolapta kucuk mideme dolmayi bekleyen buz gibi soguk hosaf desturlu-destursuz dusuncelerime daliyor…
yine bu destursuz vakitlerden hosaf fantezisi yaptigim bir an goruntulerin malzeme icerigini biraz degistirip konuya ayri bir anlam yuklemem, o an ki hosafsizliktan kaynaklaniyor olsa gerek… Hosaf neler yaptiriyor insana.. aldim kagidi elime, doktum beynimde ki hosafsizligin anatomisini kagida..

OKULUMA-DOKUNMA

iLLERiN HANi | 03 August 2007 11:34

Daha once gondermek istedigim daha sonra suresinin doldugunu sanma gafletine dustugum bir kampanyadan bahsetmek istiyorum sevgili hafif-ci-ler…
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, bulunduğu arazinin değere Binmesinden dolayı (dometes-biber-patlican ekerler artik yada sarimsaklayiptami rant yaparlar yoksa sarimsaklamayiptami rant yaparlara girmeyecegim) Altı Nokta Körler Rehabilitasyon Merkezi’ni kapatacak.
okulumadokunmasizlerden de gelecek desteği bekliyor
1-2 dk’nizi ayirmaniz bircok insanin yararina dokunabilir…

bir zamanlar yerli mali haftasi idi…

iLLERiN HANi | 28 June 2007 11:37

Alkollu bir gecenin sabahinda vucuma su takviyesi yapmak icin kudurmus gibi su sisemi ararken, uyumadan once yanibasima stok yaptigim 1.5 lt lik suyun nasil bitdigini sorgulama yapacak kadar ne taakatim ne de sabrim vardi.. Hemen kalkip uzakta yer alan buzdolabina daha yakin banyoya dalip nefessiz kalana dek cesmeden avuc avuc su ictim.. Bunlari yaparken icimden bir yandan tum anarsikligimle cesmeden mideme dolan florun, kirec’in bana ne kadar zarar vereceginin umrumda bile olmadigini da an be an hatirliyorum.. Babam gorse o halimle “ Yavas ic olum, kaciyormu su » derdi tipki kucukken gecenin bi koru susayip bana su getirdigi an dedigi gibi
Normal sartlarda da; evde damacana bitmis, bi kosu markete gir yenisini al umursamam , arada bir tadina bakarim florun, kirecin…
Vucudumun su seviyesini normal halde sonunda, peki su aynada gordugum sismis goz torba altlarim icin ne bok yapmaliyim derken karin gurultumun verdigi ilham ile gusel bir kahvalti yapmaya karar verdim ammavelakin bir an herseyi unutup aynada gozume carpan 14 dikisli sag kasim bana o lezzetli kahvaltiyi unutturdu baska sey hatirlatti bi an…
Bu kasima her bakisimda Yerli mali haftasi ve poliklinikte ki gusel seksi hemsire gelir aklima,
Yerli Mali haftasina saatler kala gecenin bi yarisi kasimi yarmistim, sen evin icinde kos haliya takil ve supermen halt etmis yanimda isik hizi ile masanin kosesine ucan kafa ile gir.. Cocuk akli, canimi unutmus ve onceligimi yerli mali haftasi icin babamin bana soz verdigi mahallemizin pastanecisinden (sonradan anladim ithal mal kullaniyormus gavur pastaneci) bana alacagi pastaya odaklanmistim.. Tum hazirliklarim tamamdi Yerli Mali Haftasi ( kisaca YMH diyelim bundan sonra ) icin, koka kolalar , cikita muz, washington portakal, nestle cikolatalar ne kadar ithal mal ararsan hazirlamisim..
Herseye ragmen babam okula gitmemem gerektigini solesede allem gullem edip bir lahzada pastayi aldirmistim babama ,YMH yide yarik 14 dikisli bir kas ile gecirmistim…
Tum bunlari an be an hatirlarken ilkokulumda ki YMH ler gecti aklimdan,
Su an aslinda YHM yi tanimlama bicimim ile cocukluk donemim deki dusuncelerim geliyor aklimada guluyorum kis kis…
o zamanlar bana zamani uzatilmis beslenme tenefusu gibi gelirdi YMH ler, ya neden bunu 1 hafta yerine 1 yil yapmamislar diye kafa patlatirdim salak ama has arkadasim salih ile..
3 sinif hamurdan uretilmis gazette kagitlarina sarilmis tostlari, bayat ekmek arasi geceden hazirlanan tomate-peynir ikilisini kimseler gormesin diye gizli gizli yenirken obur taraftan art niyetsiz goz ucu ile zengin bebelerinin getirdikleri muzlari ,cerezleri, borcam saklama kaplarinda ki mis peynirli pogcalar ile midelerini nasil senlendirdiklerini izler di pek cok adem-havva oglu..
Hepimiz toplanarak paylasirdik , cikarirdik annemizin elcegizleri ile yaptiklarini , bilimum ithal zerzavati koka kola, fanta, fruko, nestle,cikita muzlar, tabi kola turka icad edilmemisti daha… Adi ustunde YMH ya , aksini ispatlamak istercesine siniftaki elcegiz urunler disinda alayi ithal..

Seçimlere 26 Gün Kaldı ve Hâlâ Siyasilerden Ses Yok!

iLLERiN HANi | 27 June 2007 09:44

Asagida yer alan metin;
uzun sure birlikte calistigimi ve hala isbirligi icinde oldugumuz bazi arkadaslarimin, uzun ve zahmetli calismalari sonucu cocuk haklari konusunda hazirladiklari bir bildiridir..
Bu konu da ;herkesin uzerine dusen ufak ta olsa bir sorumlulugu oldugunu dusunmeden edemiyorum,
Hali hazir da bir cocuk politikasi dahi olmayan bir ulkede cocuk olarak yetistik, ve bu sekilde devam etmesi demek cocuklarimizinda bize maruz gorulen zorluklari yasamasina referans olacaktir
bu nedenle toplumsal bilinc , ve farkindalilik yaratmak icin bizlerin bir sorumlulugu yahut gorevi oldugunu dusunuyorum.. Turkiye de cocugun durumu icin burada,
bildirinin orijinali icinde burdan buyurun

Cok Yasa (ma), Saglikli Yasa

iLLERiN HANi | 13 June 2007 16:28

Etrafima bakiniyorum bos bulundukca, insanlari izliyorum inceliyorum ,kah vay be dedigim kah yuh dedigim, kimi zaman olmaz bole, kimi zaman hakli adam dedigim oluyor ;;;
Gecen gun arkadaslarimla birlikte solemesi ayiptir piknic yapmak icin koruma altinda bulunan hayvanlarin oldugu bi ormana gittik, pek bi acayip hisseetim kendimi, siz dolanirken yaninizdan domuzlar acayip sesler cikararak kacisiyorlar onde anne domuz altinda bebecikleri, diger taraftan ceylen lar sek sek oynar gibi dolaniyorlar, cok da umurlarin da deiliz acikcasi..
Hayvanlari bi tarafa birakip spor yapan insanlar dikkatimi cekmeye basladi yavas yavas.. kizi ile birlikte paten e binen bir baba kiz, gecti yanimizadan,, pesinden 2-3 dk sonar tandem bisikletiyle bi cift gecti,, cokta romantic oluyor aslinda disaridan gorununce …kucukken dusunurdum nasil kullanirlar bu bisikleti die, zaten kucukken abim ile ortak kullandigimiz pinokyo bi bisikletimiz vardi, durmadan kacirirdim bisikleti, abimde beklesin aksama kadar garip, neyse… es i ile dostu ile kosu yapan onlarca insan.. dedim bravo hepinize valla.. saglam kafa saglam vucud da bulunur demedim ama, tebrik ettim icimden ister aktivite olsun die ister spor yaptiklari icin.. bi an kendime dondum ister istemez
spor yapmak bana herzaman hem cok yakin hemde cok uzak oldu, ya zaman darligi , ya uyusukluk, ya planlanmamis gelismeler, fln die kisisel olarak uzat bunu vellakin, hicbiri bana inandirici gelmez , durmaksizin bahaneler yaratiriz kendimize pekcok vakit…bunun icine biraz da vahsi kapitalis yasantiyida eklersek bahanelerimizi destekleyecek cok done buluruz elbet… yaslanan vucudumuza baktikca ; cikan gobeklerimizi gordikce, 10 dk arkadasin ile sakalasip nefes nefese kalinca ne kadar bi gecikmislik icine girdigimizi daha iyi anliyoruz, donk ediyor da deriz halk arasinda…
vellekin zararin neresinden donersek kardir felsefesi ile hem vahsi yasam carkini devam ettirmek icin hemde ayni zamanda spor yapmak icin (buna fazla vakit harcama ama sagligindanda olma da denebilir) fakrli teknikler kapitalist duzen saoldukca cozumler uretir bize..
Bu nimetten en cok yararlanalar kesinkes spor sektoru olmali… Kapitalist duzen herseyi ticarilestirdigi gibi sporu da metalastirmistir.. bu pazardan inanilmaz gelirler elde edilmekte ve inanilmaz rakkam lar donmektedir.. kisa bi ornekleme ; bugun dunya spor devlerinden biri olan nike 2002 yillik cirosu 10,7 milyar dollar dir, yine TR cirosu 30 milyon dollar civarinda olmustur..
Bizim de farkin da olup yahut olmadan bu corba da tuzumuz omluyor mu dersiniz..
Fi tarihinde hem okuyup ayni zamanda ismi dahi lazim olmayan marka bir magazada calisiyordum.. gorev yaptigim bolum spor bolumuydu… kosu bantlarindan tutda, ev bisikletleri(manyetik bisikletlere kadar ) her turlusunden satiliyordu ,su anda aklim almiyor, o zaman da insanlarin bunu kurtarici gozu ile gorup YeTeLe bahsetmelrine.. insanlarin kimlisi sisko sevgililerine yilbasi hedayasi olarak, kimiside kolori derinden, bir digeri saglik olsun u benimsemis, bir baskasi komsuya nispet olsun die, bir otekiside gercekten ise yarayip yaramadigini meraktan… kisaca alip herkeslerin bi bhanesi oluyor… ben bu ise satici gozu ile bakinca prim usulu ile calisiyorum ne kadar satarsan o kadar cok para kazaniyorsun, bi yandan da isin girdisini ciktisini cin ligini bilip bireysel dusunuyorsun, bi bok a yaramaz diyorsun, diyorum da… gercekten su anda degisen dusuncem olmadi,

insanlarin milyarlar bayilip saglikli hayata kavusma ideaaleri bana ne anlamlandrilir geldi ne de kabullenir geldi… bir insanin milyarlar bahsederek kosu bandi , bisiklet ( amotor olsa da caka yapmak icin karbon kaplamalimi zirkonyumlu mu dersin, sen sec artik), aylik yuz YeTeLe ler bayilip spor center larina uye olmak gibi uzat gitsin ceberutca geliyor , anlasilir fakat amlanlandirilir degil, realistik olsa dahi baskalarina ,bana surrealistik geliyor..

KKTC yi ayaklandiran Belgesel Duvarımız / Our Wall

iLLERiN HANi | 05 April 2007 09:32

Hergun Kibris-rum olaylarinda yeni gelismeler ola dursun, KKTC nin resmi tayin kurulusu olan BRT’nin (Bayrak Radto Televizyon Kurumu) gecenlerde yayinladigi Duvarimiz adli belgeselini izledim… Yorumlar yine herzaman ki gibi, kimse suya sabuna dokunmadan tarafsizlik mesaji veriyorlar.. Bana kalirsa biraz provokatif kokulu geldi… Detaylar icin suraya bakin fendim
yine konu hakkinda surada bir makale var
baska bir yorum da buradan
isin sanatsal yonunden ziyade isi politize etmeye meyilli kisi-kuruluslar var..

Sarkozy ve Sinderella arasinda ki Mahrem iliski

iLLERiN HANi | 08 February 2007 23:26

Medyatik olmak adina DNA’sinda dahi bulunmayan yetenekleri, sacma sapan ipsiz islere giren insanlar hep olmustur, Elhamdurillah populerkultur var oldugu surece de bu hep war olacaktir.

Bu medyatik tiplerr den oldum olasi hoslanmam, oyle insani sevmam, cekinirim, ekseriyetle salak olurlar, galiz kufurler ederim o insana, dunyanin neresine giderseniz gidin bole insanlar revactadir hep. Tipki su gunlerde Fransa da nisan ayinda yapilacak olan Cumhurbaslkanligi secimleri icin en Medyatik adaylardan birisi olan Sarkozy yada kisaca Sarko denilen “devsirme” Fransiz gibi;
Bu Sarko’ nun medyatik yildiz olmak gibi bi derdi yok tabi ki ama medya yi ceberutca kullanarak Cumhurbaskani olmak gibi bir derdi war.