bildirgec.org

beeezy

11 yıl önce üye olmuş, 49 yazı yazmış. 19 yorum yazmış.

DB: İstihdam için reform şart

beeezy | 15 April 2006 15:42

NTVMSNBC’nin dünkü haberinde Dünya Bankası tarafından hazırlanan Türkiye’de İşgücü Piyasası Raporu ve onunla ilgili konferansta açılış konuşmasını yapan Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink’in sözlerine yer verilmiş.
Vorkink’in konuşması içerisinde söylediği, “Ekonomik büyüme gibi istihdam yaratımı da kazara ortaya çıkmaz” iyi bildiğimiz fakat belki de birilerinin bize hatırlatmasına ihtiyaç duyduğumuz bir cümle.
Türkiye’de %10,6’dan %11,2’ye artan işsizlik oranları konuşulurken, rapor pek değinmediğimiz, çalışma yaşındaki nüfusun iş gücüne katılım oranına dikkat çekiyor. Son on yılda iş gücü arzı 3 milyon 884 kişi artış gösterirken, çalışma yaşındaki nüfus içerisindeki istihdam oranının %44’e olduğunu vurguluyor.
DİE’nin 2004 yılına ait istatistiği 49 milyon 906 bin çalışma yaşındaki nüfus ve buna karşın 21 milyon 791 bin istihdam ile bu oranı doğrular durumda.
DİE’nin aynı raporu daha çarpıcı bir gerçeği gösteriyor. Buna göre çalışma yaşındaki kadın nüfus içerisindeki istihdam oranının %23. OECD’nin 2005 yılında yayınladığı bir rapora göre kadınların istihdama katılım oranına dair tablo aşağıdaki gibi.

Görüleceği üzere, Türkiye’de, 2004 yılı itibarıyla, kadınların istihdama katılım oranı %27,7’ye gerileşmiş iken, OECD ülkeleri arasında kadınların %50’den daha az oranla istihdama katıldığı başka bir ülke yok.
Bir ülkenin gelişmişliği arttıkça, çalışma yaşındaki nüfusun, özellikle çalışma yaşındaki kadın nüfusunun iş gücüne katılma isteği de beraberinde artacaktır, artmalıdır. 15 AB ülkesinde bu oranın ortalamasının %65 oluşu, ekonomik büyüme devam edereken bizim de ulaşmaya ihtiyaç duyacağımız seviye konusunda fikir vermektedir.
Rapor AB Lizbon hedeflerine göre 2010 yılına kadar 14 milyon istihdam yaratmamız gerekeceğine değinirken, istihdam yaratma olanağımızın 1,5 milyonu geçemeyebileceğine dikkat çekiyor.
Bu konuların önemini hükemetimiz de hatırlamış durumda. Dünya Gazetesinin bugünkü haberinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener “yeni kamu yatırımlarının tamamlanması ile 2006-2008 döneminde 1.6 milyon yeni istihdam yaratılacağını öngördüklerini” söyleyerek istihdam artışına verdikleri önemi göstremeye çalışırken, yine Dünya Gazetesinin bugünkü bir başka haberinde Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, “istihdam yaratmak adına makro ekonomik dengeler feda edilmez” şeklinde verdiği beyanat ile, sanki herhangi bir istihdam yaratıcı politikanın, makro dengelere tehdit unsuru oluşturabileceği izlenimini vererek, istihdamın önceliklerinde olmadığını bir kez daha göstermektedirler.
Türkiye’nin önünde istihdamla ilgili bir sorunu daha var. Son yıllarda yaşadığımız hızlı büyüme karşın istihdamda yeterli iyleşme sağlanamamasının nedenleri arasında, gelişmiş ülkelerin standardlarına göre çok düşük olan üretkenlik ve verimliliğimiz de büyümeye pararlel olarak iyileşiyor olması da yer alır.

Yine OECD’nin raporuna dönecek olur isek Türkiye tüm OECD ülkeleri içerisinde işçi üretkenliği en düşük ülke. Bu konuda gelişmiş ülkelerin ortalamasını yakalamaya çalışmak demek daha uzun yıllar küçük bir istihdam artışı ile hızlı ekonomik büyümeyi sürdürmek demek.
Bu ekonomik değişimler ülkemiz için olumlu değişimler. Ancak istihdam ise göz ardı edemeyeceğimiz kadar çok önemli bir sosyal sorunumuz.

Ülkemizdeki çalışma yaşındaki nüfus içerisindeki istihdam oranının, gelişmiş ülkeler ortalamasına göre fevkalade düşük olmasına karşın OECD raporuna göre, işsizlik sıralamasında ilk dört içerisindeyiz.
Bugün bu sorunun boyutu yeterince iyi göremememizin nedeni çalışma yaşındaki nüfus içerisindeki iş gücü oranının da çok düşük olmasıdır. Ancak önümüzdeki yıllarda iş gücü oranındaki artış, istihdamdaki artışın çok üzerinde olacak ve işsizlik boyutları kestirilmesi zor bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Ekonomik iyileşmeler sosyal sorunları da kendiliğinden çözecektir yanılgısından kurtulmalı ve hükümetten istihdam artıcı politikaların diğer ekonomik iyileşmeler için koyulmuş olan hedeflerden daha az önemli olmadığını hissettiren kararlar beklemeliyiz.

Dünya Bankası’nın Türkiye Eğitim Raporu

beeezy | 27 March 2006 16:44

CNN’in bu haberinde, Dünya Bankası’nın Türkiye’deki eğitim sistemine eleştirileri yer alıyor. Çarpıcı satırlar:

  • uluslararası normların eksikliği
  • okul öncesi eğitim fransa’da %100 iken türkiye’de %15
  • ortaöğretime erişim oranı AB’nin altında
  • eğitim hedeflerine ulaşılamaması sonucunda öğrenciler başarısız duruma düşüyor

Eğitimin bugünü ve yarını

beeezy | 25 February 2006 03:34

Gazi Üniversitesi tarafından yaptırılmış olan “Türkiye üniversiteleri öğretim elemanları profili” konulu bir araştırma var.
Televizyon, bazı gazeteve dergiler Şubat ayı içerisinde bu araştırma sonuçlarına yer verdiler.
Derin Sular da blogunda haber ve sonuçlara bağlantı verdi.
Buna göre, 2003 yılında anketi yanıtlayan 3.412 öğretim görevlisinin yüzde 46’sı hiç yurtdışına çıkmamış, yüzde 40’ı hiç yabancı dil bilmiyor (araştırma, bilmediği halde biliyorum diyenleri ayıklayamıyor), yüzde 16’sı ders kitabı dışında hiç okumuyor.
Aradan üç yıl geçti. Aynı anket bugün yapılsa, anket soruları arasında web2.0, weblog, podyayın, del.icio.us, flickr ya da wiki gibi eğitim dünyası için de önemi tartışılmaz internet araçlarının bilinirliği ve kullanılırlığı mutlaka yer alırdı.
Üç yıl, henüz Türkiye’de olmasa da, dünya’da eğitim araçlarında önemli değişiklikler yarattı.
1.alıntıların fotokopileri yerine url’ler
2.Ansiklopediler yerine vikipedi
3.Bir masa etrafında toplanıp proje yapan gençler yerine dijital ortamda biraraya gelerek bir wiki’nin içinde proje oluşturan gençler
4.Halk kütüphaneleri yerine dijital kütüphaneler
5.Ders sunumu yerine podyayın
6.Sınırlı derslik bilgileri yerine zengin içerikli derslik atmosferi
7.Üniversitelerin web sayfası yerine Üniversitelerin RSSkaynakları
8.Metinler yerine bloglar
9.Sınırlı katılım yerine herkesin katılımı
10.Ders kitapları yerine wikitap’lar
11.Bireysel zeka yerine kollektif zeka
12.Tek bilgi sağlayıcı eğiticidir yerine herkes bilgi üretendir
13.Sınıftaki plastik yer küre yerine google earth
14.Poster ya da slaytlar yerine flickr
15.Kaynak ve referans listeleri yerine del.icio.us
16.Kontrol yerine yetkelendirme
Bu günden üç yıl sonra bu liste uzayıp gitmiş olacak.
Bugün, Türkiye için birer eğitim fantazisi gibi görünen bu kavramlar, üç yıl sonra standard eğitim araçları haline gelecekler.

biz neyi sorun ediniriz?

beeezy | 19 February 2006 01:58

15 Şubat tarihli Radikal Gazetesinin haber başlığı: “Yoksulum yoksulsun yoksul…”. Kaynak devletin istatistik kurumu TÜİK.
18 Şubat tarihli Dünya Gazetesi’nin yer verdiği, sn. başbakanımızın Orhangazi İlçesi’nde AK Parti kongresinde yaptığı konuşmayı konu alan haber başlığı: “Türkiye zenginleşiyor, borç oranı düşüyor”.
Devletin istatistik kurumu TÜİK’in 14 Şubat tarihli raporuna göretürkiye’de açlık sınırının altında yaşayan kesimin büyüklüğü, 2004 yılında artış göstererek 900 bin kişiye ulaşmış. Bu değerlendirmede kriter, yine devletin belirlediği, dört kişilik aile için açlık sınırı kabul edilen 182 YTL. Ben bu rakamı dört kişilik aile ile ilişkilendirmeye çalışıyorum, ne tarafından baksam olmuyor. Bu rakamı bir kriter olarak tanımlamak zorunda kalsaydım, herhalde açlık ötesi sınır diye tanımlardım. TÜİK’e göre Türkiye’de 182YTL’den biraz daha fazla geliri olup da, nasıl olduğunu benim çözemediğim, ama “çok şükür aç değiliz” diyebilen bir kaç milyon aile var.
Enflasyonu tek haneli seviyeye indirdik, son üç yıldır, her yıl %5’in üzeride ekonomik büyüme gösterebildik, kişi başına düşen milli gelirimiz, sn.başbakanımızın demecinde belirttiği gibi “2,500 dolardan 5,000 dolara çıktı”, fakat Türkiye’de, bazı dünya ülkelerinin nüfüsundan daha büyük bir kesim, açlık sınırının altında yaşıyor ve daha kötüsü bu kesimin büyüklüğü artış gösteriyor.

YTL’de artış devam eder

beeezy | 11 February 2006 05:03

Sn.Başbakanımız çeşitli yayın kuruluşlarına verdiği demeçte, YTL’nin değerlenmeye devam edeceğine, dolayısıyla ihracatçıların şikayetlerinin önümüzdeki yıl da devam edeceğine dair üzücü bir beyanatta bulunmuştur.
Türkiye ekonomisi ihracata dayalı büyüme politikası izlemelidir. İhracata dayalı büyüme, global rekabetçiliğin bir olmazsa olmazıdır.
AKP hükümetine rağmen Türkiye’nin ihracatı son 3 yılda ciddi bir artış göstererek ikiye katlanmıştır.
2002 ihracatı $ 36 milyar
2003 ihracatı $ 47 milyar
2004 ihracatı $ 64 milyar
2005 ihracatı $ 73 milyar
Buna karşın 31.12.2002 tarihinde 1.6397 YTL olan dolar kuru, gerileyerek, 31.12.2005’te 1.3418 YTL’ye düşmüştür. Dolar YTL karşısında son 3 yılda %18 değer yitirmiştir.
Aynı dönemdeki enflasyon değerlerine bakacak olursak.
2002 enflasyonu %29,7
2003 enflasyonu %18,4
2004 enflasyonu %9,3
2005 enflasyonu %7,7
Basit bileşik hesapla son 3 yılın kümülatif enflasyonu %39 olmuştur.
Hayat hepimiz için pahalandığı gibi ihracatçılar için de %39 pahalanmış, buna karşın ihracatçılar fiyatını artıramadıkları ürünlerini YTL cinsinden %18 daha ucuz satmak zorunda kalmışlardır.
AKP hükümeti durumdan memnundur, çünkü öncelikli hedefi olan enflasyonu düşürmek için dövizi baskı altında tutmaktadır. Ya da en azından aşırı değerlenmiş Türk Lirası’nın gerçekçi değerine ulaşması için bir çaba sarf etmemekte ve sıcak para girişlerinin döviz üzerinde oluşturduğu baskıyı sadece bir tebessümle izlemektedir.
Eğer 3 yılda döviz, en azından üç yıllık enflasyon, %39 kadar yükselmiş olsaydı, dövize endeksli kalemlerinin etkisiyle üç yıllık enflasyon, ne yazık ki %39’dan daha yüksek bir değere ulaşacaktı ve büyük bir olasılıkla ne 2004’te ne de 2005’te tek basamaklı enflasyon değerlerini göremeyecektik.
Bu durum çok mu kötü olurdu? Hayır, enflasyon hedefi daha sindirilebilir bir sürece yayılmış olurdu ve hızlı zayıflamanın bedelini ödemek zorunda kalmazdık.
Şimdi durum nedir? Aşırı düşük döviz kurları nedeniyle patlamış ithalatın gölgesinde kalmış bir ihracat.
2006 Ocak ayı ihracatımız 2005 yılının Ocak ayı ihracat rakamından daha küçük. Uzun bir aradan sonra ilk defa ihracatta net bir gerileme yaşıyoruz. Tehlike çanları olanca gücüyle çalsa da Sayın Başbakanımız kulaklarına pamuk tıkadığını açıkça ifade ediyor.
2005 yılında, tekstil, hazır giyim ve diğer sektörlerde kapanan ihracatçı firmalara, 2006’da artarak yenileri eklenecektir.
İstihdam verileri de kötüye gidişin bir başka göstergesi.
2000 yılında %6,5 olan işsizlik oranı, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında kemikleşmiş olarak %10 değerine oturmuştur.
2000 yılında toplam 21 milyon 580bin olan istihdam, aradan geçen 5 yılda sadece 200bin kişilik bir artışla 21milyon 790bin’e ulaşmıştır. Nüfus artışının çok altında kalan istihdam artışı, reel olarak istihdamda azalış anlamına gelmektedir.
Hükümetin döviz kuru politikasına zil takıp oynayanlar da var. Kimler? İthalatçılar. 2005 yılı ithalatımız tüm zamanların rekorunu kırarak 116 milyar dolar oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise bir başka rekor kırarak %63’e geriledi. Geçen yıl %62 idi. Dış ticaret açığımızın büyüklüğü 43 milyar dolar.
Etrafımızın ithal malları ile dolup taştığını görmemek için kör olmak gerekir. Türkiye’nin Arçelik gibi büyük üreticilerinin ürünlerinin etiketlerine dikkatle bakın. Arçelik’in bazı küçük ev aletlerinde, ya made in China yazdığını, ya da Türk Malıdır yazmadığını göreceksiniz.
Hayat %39 pahalılanıp, döviz %18 ucuzlarken Türk malları kendi pazarında dahi ithal ürünlerle rekabet edemez duruma düşmektedir.
Ekonomik ve sosyal sıkıntıların arkasında baş rol oynayan istihdam, 2006’ya damgasını acı bir şekilde vuracaktır.
Sayın Başbakanımız yine aynı demecinde kişi başına düşen milli gelirin 2,500 dolardan 5,000 dolara yükseldiğini belirtmektedir. %39 aşırı değerli YTL ile milli gelirimizin reel olarak 5,000 dolar olduğuna inanmak, kendimizi kandırmak olur. Kim 5,000 dolarlık milli gelirin refahını hissediyor ki? Gerçekçi bir kur politikası ile milli gelirimizin 3,600 dolardan daha yüksek olmayacağını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Sayın Başbakanımızı enflasyon ve milli gelir gibi, iki şık göstergede elde ettiği başarıdan dolayı tebrik ediyor, dış ticaret açığı ve istihdamın bir numaralı ulusal hedefimiz olarak görülmesini temenni ediyorum.

wikitap’lar versus ders kitapları

beeezy | 03 February 2006 01:34

Dersliklerdeki değişimden sanki, ders kitapları da payına düşeni alıyor gibi… Dave Cormierrüzgar değirmenleriyle savaşmayı tercih etmiş, azınlıktaki eğitimcilerden biri. Wiki ders kitapları oluşturmak için bir girişim başlatmış. Bunlardan fizik wikitap’ı çalışması oldukça yol kat etmiş. Wikitextbooksayfasında oluşumu süren başka onlarca wikitap’lar da mevcut. Dave Cormier’ın projesini başlattığı wikitap’lara, öğretmenler, uzmanlar ve öğrencilerden oluşan geniş bir topluluk katkıda bulunuyor. Projenin iki temel amacı var. bu projeye gönül veren tüm eğitimcilerin ve öğrencilerinin, derslerinde yararlanabilecekleri referans bir eğitim içeriği, ders kitabı oluşturmak, aynı zamanda, dünyanın kitap açısından yeterince şanslı olmayan bölgelerindeki eğitimci ve öğrencilerinin, bir yazıcıdan çıktı almak suretiyle yararlanabilecekleri ders içerikleri oluşturmak. Projenin başarısı tamamen ne kadar geniş katılımcı topluluğu bulabileceğine bağlı. Tahmin edebileceğiniz gibi wikitap’lar sınır tanımayan bir içerik zenginliğine sahip olabilirler. Geleneksel ders kitaplarının sahip olamayacakları, sesli ya da hareketli görüntü içeriklerine sahip olabilirler. Ücretsizdirler. Wikipedia tarzı bir disiplinle hazırlandıkları için, içerdikleri bilginin güvenilirliği çok yüksektir. Güncellenmiş yeni baskı için aylarca beklemeye gerek yoktur. Her zaman günceldirler. Eski baskı, yeni baskı karmaşası yoktur. Geleneksel ders kitapları gibi her yıl yeniden satın alınmalarına da ihtiyaç yoktur. Ülkemizin de Dave Cormier gibi rüzgar değirmenleriyle savaşmayı tercih eden eğitimcilere ihtiyacı var. Eğer değişime ilgi duyan bir eğitimci iseniz, az sayıdaki savaşçı adayından biri olmanın ağırlığını da hissetmeniz gerekir, çünkü yarınlarımızı eğitimden başka hiç bir şey garanti altına almayacaktır.