bildirgec.org

ashg

11 yıl önce üye olmuş, 18 yazı yazmış. 12 yorum yazmış.

“Tünel”

ashg | 29 April 2009 10:02

Düşler” – “Tünel”

Akira Kurosawa’ın “Düşler”inde üçüncü dördüncü hikaye olan “Tünel” bana göre bu sekiz hikayenin içinde insanı en çok etkileyen film. Kısaca bir tünele giren ve orada ölümünden sorumlu olduğu başka askerlerin hayaletleriyle karşılaşan bir askerin tünelin sonuna varma çabaları anlatılıyor. Yönetmen bu filminde evrensel bir konuyu işliyor ama Japon değerlerini ve etkisini hissediliyor.

Film, ıssız bir yolda tek başına bir askerin görüntüsü ile başlıyor. Genel planlarla örülü filmde Kurosawa tablo gibi kadrajlanmış görüntüler elde etmiştir. Alacakaranlıkta karşına çıkan ve sonu görünmeyen tünele girmek üzereyken bir köpeğin ulaması ile asker gerilemeye başlıyor. Tünelden çıkan köpeğin üzerinde el bombalarının olduğunu görüyoruz. Köpekten korkan asker yavaş yavaş tünelin karanlığında yok olmaya başlıyor. Yönetmen konusunu hemen hemen aynı ölçeklerle anlatıyor: Orta ve Amerikan Plan. Kurosawa’nın ağır bir ritimle tünelin sonunu görmeden ilerleyen kamerası bizimde askerin tedirginliğini yaşamamıza neden oluyor.
Tünelin sonuna çıkan asker tünelden gelen ayak seslerini duyar ve korkuyla -ve büyük bir olasılıkla- köpeğin gelip saldırmasını bekler. Tüneldeki karanlıktan orada ölümüne tanık olduğu “Er” rütbeli Noguchi gelir. Askerin koyu ceset makyajından bir ölü olduğunu anlarız. Bu makyaj biçimi yönetmenin Japon öğelerini göz ardı etmediğini gösteriyor. Askerin ceset makyajı geleneksel Kabuki Tiyatrosu’ undaki figürleri andırıyor. Er komutanına gerçekten savaşta ölüp ölmediğini soruyor! Gerçekten öldüğüne inanamayan asker eve gittiğini ve annesinin onun için hazırladığı kekleri yediğini anlatıyor. Filmin dramatik olarak en etkileyici bölümü erin uzakta kalan ışıkları gösterip evine gidememe acısını anlattığı sahne. Ailesinin O’nu beklediğini komutanına anlatıyor. Noguchi artık savaşta öldüğünü kabul ediyor ama bunu ailesi asla kabul edemeyecek. Noguchi arkasını dönüp tünele doğru giderken komutanı O’nu uyarıyor ve son kez erin kendisini selamlamasını istiyor. Er Noguchi tünele girdikten sonra uygun adım gelen bir grup askerin ayak sesleri duyulmaya başlıyor. Komutanın önene kadar gelip O’nu selamlıyorlar. Bölüğün çavuşu, komutana üçüncü müfrezenin kayıpsız döndüğünü söylüyor. Komutanın şaşkınlığı ve üzüntüsü film içinde en yakın ölçeklerden biri ile ile bel planla anlatılmış. Komutan üçüncü müfrezenin yok edildiğini ve hepsinin savaşta öldüğünü askerlere yüksek sesle anlatıyor. Tüm müfrezenin ölümünden kendinin sorumlu olduğunu itiraf eden komutan nasıl esir düştüğünü ve ölmeyi ne kadar çok istediğini anlatıyor. Dünyaya tekrar gelmelerinin hiçbir şey kanıtlamayacağını ve dönmelerini istiyor. Filmin ana metaforu tünel iki boyutu birbirine bağlayan bir kapı gibi düşünülmüş. Komutan tünelin karanlığına girmeyen üçüncü müfrezeyi yine emirle göndermek zorunda kalıyor. Müfreze tünelde ilerledikçe derinlerden marş duyuluyor. Askerlerini son kez selamlayan komutan olduğu yere yıkılıyor. Köpek tekrar tünelden çıkarak komutana hırlıyor.

Dersu Uzala

ashg | 28 April 2009 17:22

Dersu Uzala” Rus ordusunda görevli kaşif ve botanikçi olan Vladimir Arseniev’in anılarından yola çıkılarak filme uyarlanmış. Film, Rus uzak doğusunda yer alan geniş Asya steplerinde incelemeler yapan bir araştırmacı Yüzbaşı Arseniev ile rehberi Dersu Uzala arasındaki dostluğu ele alıyor. Doğa tutkunu Dersu Uzala, gelişmiş duyulara ve önsezilere sahip bir avcıdır. Dersu, Yüzbaşı Arseniev’e doğanın sırlarını, açıkladıkça, Arseniev’de yaşamın gerçek anlamını sorgulamaya ve kavramaya başlar.
Dersu Uzala, karakteri doğaya sağladığı uyum, ormanda aldığı önlemler, avcılık yetenekleri ile kısa sürede keşif ekibindeki tüm askerlerin saygısını kazanır. Yüzbaşının hayran olduğu Uzala, birçok kez O’nun hayatını kurtaracak ve böylece iki karakter arasında gelişen ilişki güç kazanmaya başlayacaktır. Keşif ekibindeki diğer askerlerden farklı olarak Yüzbaşı Arseniev’in iyi kalpliliği, Dersu ve Arseniev’in yıllar sonra ormanda karşılaştıkları sahne de saf sevgiyi ve vefayı görebiliyoruz. Bu karşılaşma vefa, iyilik ve dostluk üzerine birçok şey söyleyen filmin en önemli sahnelerinden biri.

Filmin öne çıkan temaları doğa–insan ilişkisi, çevreye gösterilmesi gereken saygı, modern yaşam ile doğadaki yaşam arasındaki farklar olarak sıralanabilir. “Dersu Uzalan”nın temel çatışmasını modern yaşam ile doğadaki yaşam üzerine kurulmuştur. Modern yaşamdan gelen keşif ekibi bir şekilde doğaya uyum sağlamayı başarabilmiştir. Fakat doğa tarafından yetiştirilen ataları gibi yaşayan Dersu Uzala modern bir düzende yaşamayı başaramamıştır. Akira Kurosawa böylece insanlığın oluşturduğu yapay ortamın hiç de insan doğasına uygun olmadığını vurgulamıştır. Dersu kentin düzenine anlam veremez. Olayların yaşandığı tarih 1907 olmasına rağmen, daha o zaman bile “insan yaşamı neden bu kutuların içine hapsedilmiş” diye düşünür.

“Başkalarının Hayatı”na girmek

ashg | 06 December 2008 10:03

Başkalarının Hayatı”, Kasım 1984 tarihinde Doğu Almanya’da başlıyor. Bu tarih ilk bakışta Orwell’ın klasik romanı “1984” ü hatırlatıyor. Film, Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı’nda görevli olan “Stasi” ajanı Weisler karakterini tanıdığımız bir açılış sekansı ile açılıyor. Devlet Güvenlik Bakanlığı’nın yüksekokulunda aynı zamanda öğretim görevlisi olan ajan Weisler hem kendi hem de Stasi’lerin çalışma yöntemi hakkında bizi bilgilendiriyor. Komünizm düşmanı olduğundan şüphelenen birinin sorgulanması bakanlık ve yüksekokul arasında paralel kurgu ile anlatılıyor. Yönetmen Floran Hendel von Donnersmarck, filmin hemen hemen tümünde kullanılacak olan bu anlatım tekniğini seyircilere tanıtıyor. Sorgulama teknikleri hakkında bilgi veren ajan, Stasi’lerin özgün delil toplama tekniklerini öğrencilere anlatıyor. Burada Stasi’lerin bu konuda ne kadar disiplinli ve ayrıntılı çalıştıkları seyirciye aktarılıyor. Bu sahnede filmin anlatımında büyük rol oynayan ses kuşağının nasıl kullanıldığı çok dikkat çekici. Yönetmen, farklı mekanları bir birine bağlamak için gizlice yapılan ses kayıtlarını ve ses kayıt cihazını kullanıyor.

Sahnenin sonuna doğru Ajan Weisler’in(Ulrich Mühe) okul arkadaşı ve Stasi’lerin başında olan Grubitz, Weisler arasındaki yakınlıktan bahseder. Böylece yönetmen filmde önemli yer tutan bir karakteri hızlıca seyirciye tanıtmış olur. Weisler ve Grubitz, Kültür Bakanı Bruno Hempf’in katıldığı bir tiyatro oyununa giderler. Bir yazar olan George Dreyman’dan şüphelenen ajan Weisler, Kültür Bakanı’nın da isteği ile Dreyman ve sevgilisi Crista Maria Sieland’ı gözetlemeye başlar.

Bu sahneden sonra Weisler karakteri hakkında birçok ipucunu evinden alabiliyoruz. Evin yalın dekorasyonu, soğuk ışıkları, Weisler’in yalnız biri olduğunu… Diğer bilgiler ise : Weisler’in kendini işine adamış ve bunu büyük bir titizlikle yapan, katı, disiplinini bozmayan, Doğu Almanya’ya inanan bir karakter olması olarak sıralanabilir.

Roboreptile

ashg | 17 August 2008 13:40

80’lerin sonu 90’ların başında başında çocuk olan olanlar hemen hatırlayacaklardır. 90’lı yılların ortasında Steven Spielberg’in yönettiği “Jurassic Park” filminin etkisiyle de muazzam bir dinazor çılgınlığı yaşanmıştı. Tarih öncesi dev canlıların etinden sütünden yararlanılmış, dergileri, maketleri oyuncakları vs. bir sürü ürünleri yapılmıştı. WowWee‘in ürünü “Roboreptile” ise bu “dinazor zihniyetinin” hi-tech bir yorumu. Birçok oyuncak fuarından ödüllerle dönen Roboreptile, tam bir sürüngen gibi tasarlanmış. Eklemleri sayesinde yürüme, zıplama, hızlı koşma gibi atraksiyonların dışında, saldırı anında iki ayağının üzerine de kalkabiliyor ve kuyruğunu bir kırbaç gibi kullanabiliyor. Roboreptile yirmi adıma kadar programlanabiliyor. Kızılötesi donanımı ile görme dışında, seslere ve dokunmaya da duyarlı olan Roboreptile’ın ayrıca “”, “Tok” ve “Uysal” üç modu bulunuyor.

Christopher Nolan ve Bir Kahramanın Gerçekliği

ashg | 14 August 2008 10:06

Chistopher Nolan, Hollywood’un belki de en iyi Avrupalı transferlerinden biri. Yönetmeni bu kadar özel bir sinemacı kılan özelliği ise, her kesin gün yüzüne çıkarmaya korktuğu eksik ve karanlık tarafın üzerine bile bile korkmadan gidişi.

Nolan iş başında
Nolan iş başında

Nolan’ın tek bir sinema kariyeri var. Ama asıl başarısı izlediği çift şeritli bir yolun her iki şeridini de oldukça verimli kullanmasından geçiyor. Birinci şerit küçük kardeşi Jonathan Nolan ile imza attığı bağımsız filmlerin bulunduğu şerit. Diğer şerit ise büyük Hollywood stüdyolarında gerçekleştirilen büyük bütçeli dev yapımlar. “The Following” (Takip) on sene önce adı sanı duyulmamış yönetmenin ilk önemli çıkışı olarak kabul edilebilir. Nolan bu filmde ilk tematik dertlerinin de sinyallerini verdi. Filmin ana karakteri genç bir yazar (Jeremy Theobald) hem yaşadığı metropol yalnızlığı ile başa çıkmaya çalışıyor hem de karanlık yönünü gün yüzüne çıkarmaya çalışıyordu. Bu iki tema bir femme fatale ile tamamlanınca sürükleyici bir kara film ortaya çıkıyordu. Tamamı siyah beyaz olan bu bağımsız film İngiltere içindeki başarısını kısa bir süre Britanya sınırları dışına taşıdı. “The Following” Rotterdam film festivalinde Altın Kaplan ödülüne değer görüldü. Bu büyük başarıdan sonra dikkatleri üzerine çeken Nolan (Kardeşler) adlarını tüm dünyaya duyuran asıl proje üzerinde çalışmaktaydılar: “Memento”! Jonathon Nolan’ın kısa hikayesi “Memento Mori” den esinlenerek yazdıkları senaryo ile bir anlatı sanatı olan sinemaya yeni bir soluk getirdi. Zamanı esneten kurgu anlayışı, insan hafızasını farklı bir biçimde yorumlamaları, modern bir klasik olarak kabul edilen kült film “Memento”yu ortaya çıkardı. Nolan, “Memento” da ana karakteri Leonard’ın (Guy Pearce) hafızasını iki ayrı film “strip”e ayırıp birini filmin sonundan diğerini ise filmin başından başlatıyordu. Bu yenilikçi yaklaşım filmin ana motifi olan eksik-kırık zaman duygusunu ve “Memento”nun ana atmosferini başarılı bir şekilde perdeye taşıyordu. “Memento” Nolan Kardeşlere Oscar’da en iyi senaryo dalında adaylık getirdi. “Memento”yu ”Insomnia” izledi. Başrollerini Al Pacino ve Robin Williams paylaştığı ”Insomnia” Nolan’ın kariyeri için “yeni ilkler”in filmiydi. Yönetmen ilk defa Hollywood’un deneyimli isimlerini yönetiyor ve ilk defa bir yeniden yapım (re-make) gerçekleştiriyordu. 2005 yılına gelindiğinde genç yönetmene Hollywood’dan büyük bir teklif geldi: “Batman Begins” (Batman Başlıyor) Nolan, “Batman Begins”i karanlığın içinden tekrar doğurdu ve bu kez Christian Bale’in canlandırdığı Batman’in üzerine üzerine gitti. Batman’i yalnızca çizgi roman sayfalarından beyazperdeye geçen bir süper kahraman olarak yaklaşmadı. Karakterinin geçmişini kurcalayan Nolan, Batman’i derinleştirdi ve inandırcı bir karakter olmasını sağladı. “Batman Başlıyor” yerine filme başka bir başlık aransa bu başlık “Batman Nasıl Doğdu ?” olabilirdi. Batman’i “Batman” yapan sadece kara pelerini ve uzun kulaklı şapkası değildi. Neden yarasa figürünü seçmişti, Gotham’da neden geceler hep uzundu? Nolan birer birer bu soruları yanıtladı ve karşımıza Christian Bale’in de belirttiği gibi gülünç olmaktan kurtulmuş bir Batman’i karşımıza çıkardı.

Promenade, Ayağınızı Yerden Kesecek!

ashg | 30 June 2007 19:44

E-rider Promenade, daha çok, geniş alanlarda uzun olan yayan intikal süresini azaltmak için kullanılan, bir çeşit elektrikli araç. Hızı saatte 20 Km’ye kadar çıkan araç, hafif ve pratik bir kullanım kolaylığı sağlıyor. Spor, eğlence ve iş amaçlı araç, ülkemizde satılıyor.

Teknik Özellikler

Ağırlık 31.5Kg
Motor Cinsi Manyetik fırçalı DC motor
Motor Gücü 250 Watt
Battery Tipi Muhafazalı, Asitli Batarya
Batarya 36V/7Ah
Şarj 220v
Şarj çıkışı DC 43.5v 1.8A
Şarj Süresi 4-6 saat
Azami Sürat Yaklaşık 20 km/h
Tam Dolu Şarj ile Gidilebilen Mesafe Yaklaşık 25 km
Taşıma Kapasitesi 100 kg

e-rider