Şu çok gelişmiş ülkelerden birinden gelmişti. Medeniyet, refah, adil gelir dağılımı kavramlarının havalarda uçuştuğu bir masal ülkesi… Peki neden yüzü yalanlıyordu geldiği yeri? Bir hayalet gibi varlıksız, en küçük bir boşluğu doldurmaktan korkarcasına süzülüp duruyordu aramızda.
“Neden oturmuyorsun?” dedim. Oturup da varlığını hatırlatmaktan mı korkuyordu yoksa? Kahvaltı soframızın neşeli havasına uymayan bir şeyler olduğunu düşünüyordu belki de kendinde. “Lütfen otur!” dedim itiraza meydan vermeyen bir kesinlikle.
Yanımdaki sandalyeye yaklaştı, her adımda uçuruma bir adım daha yaklaşmışçasına yavaşlayarak… Nihayet kendisini bekleyen değiştirilemez kaderle yüz yüze gelmişçesine sandalyenin yanına ulaştı ve kendisine çekerek hala son anda onu bu zulümden kurtaracak bir mucize beklercesine bir kaç saniye daha oyalandı. Nihayet oturduğundaysa onun kadar biz de inanamıyorduk, nasıl olup da son anda kaçmadığına.