bildirgec.org

ursula k. le guin hakkında tüm yazılar

The Lathe of Heaven (1980)

queennothing | 27 April 2011 15:06

Yapımcı/ yönetmen Fred Barzyk ile 1989 senesinde hayatını kaybeden yönetmen David R. Loxton‘un birlikte çektikleri sinema filmi “The Lathe of Heaven“, 1980 senesinde TV’de gösterildi. Ursula K. Le Guin’in romanından uyarlanan filmde Bruce Davison, Peyton E. Park, Niki Placks, Kevin Conway gibi isimler rol alıyor. Çekimleri Amerika’da tamamlanan yapım, 2002’de Philip Haas tarafından yeniden çekildi.
George Orr, sıradan bir adamdır. Görünüşte hiçbir önemli özelliğe sahip olmayan genç adam, kısa bir süre sonra gördüğü rüyaların gerçek hayata etki ettiğini farkedecek ve bu konuya çare aramaya başlayacaktır.

The Dispossessed (Mülksüzler)

768 | 25 February 2010 11:41

Antropolog bir babayla, psikolog ve yazar bir annenin kızı olan 1929 doğumlu Amerikalı anarşist ve feminist yazar Ursula Kroeber Le Guin‘in fantastik ve bilim kurgu türündeki kült kitabı Mülksüzler 1975’de bilim kurgu dünyasının iki büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır.

Kitap genel hatlarıyla ikili bir dünya sistemi içinde geçer. Bir tarafta kapitalist ve devletçilerin gezegeni olan Urras, diğer tarafta ise Odo’cu anarşistlerin gezegeni Anarres vardır. Odo, anarşist toplumun kurucusu olan ve kitaptaki olaylardan kuşaklar öncesinde yaşamış bir kadındır ve Anarresliler toplum içinde Odo’cu felsefeye göre hareket ederler.

Ursula K. Le Guin

Radosse Rakam | 08 March 2009 08:28

Atuan Mezarları’ndan Arta Kalan…

Ve bir kadim mezarın labirentlerinde yürürken bulursun “kendi”ni. Farkına varırsın ışığın, özgürlüğün, tutsak edilmişliğin ve kaçma isteğinin. Tutsak eden hem cinslerindir. Emreden, öğreten, işleyen ve tüm bunlardan şikayet eden hemcinslerindir hep. Orada, herkesten ve her şeyden uzak o yerde, istedikleri kadar çığlık atabilip, her şeyi değiştirme gücüne sahip o kadınlar, asla bilmedikleri, tanımadıkları ve hiçbir zaman inanmadıkları, kulaktan kulağa aktarılırken aşınarak yok olmuş o hikayeye saygı duyuyormuş rolünü oynamayı doğdukları andan itibaren birbirlerine dayatmaya düzen demişlerdir ve o zavallı kadınlar düzene o kadar bağlıdır ki, hikayenin ne olduğu, neyle ilgili olduğu veya ortada bir hikayenin olup olmadığı onları hiç ilgilendirmez.
İşte o güruhun içinden çıkıp indiğinde yer altındaki unutulmuş mabede, ayini onlar için değil kendin için yapmaktasındır artık, hatta öyle ki ayin yapmak iyi bir bahanedir dayatılan düzenden kaçmak için. Kadınlar seni ‘onlar’a hizmet ediyor zannederken sen, keşfetmeyi öğrenirsin ışıksız bir labirentte yolunu bulabilmek için parmaklarının gücünü, burnunun temiz havayı ne kadar çabuk ayırt ettiğini fark edersin, ayakların sağlam basmayı, bedenin çevik olmayı, hayal gücün görmediği labirentin haritasını çizmeyi öğrenir. Parmak uçların serin kayaların kıvrımlarını ezberler. Duru ve idrak edersin: Herkes kadar özelsindir…

Yukarıya döndüğünde, düzen koruyucularına anlatmak istemezsin farkındalıklarını. Daha önceki başarısız girişimlerini hatırlar, bir adım bile atmazsın o yöne. Bildiklerin, keşfettiklerin, öğrendiklerin seni mutlu eder ama yine onlar başarmıştır. İçindeki keşfetme sevincini paylaşamayarak sessizce bir kenara çekilmeni sağlarlar. Düzenleri güvendedir artık. Sen zayi olabilirsin, arada birkaç fire verilebilir düzen için. Sen düzenin parçası değilsen hastalıklı bir atıksındır ve kenarda, karantinada tutulman bile gerekmemektedir çünkü anlatma isteğini söndürmüşlerdir. Hatta bir gün kaçarsan da arkandan kimseyi yollamaya niyetleri yoktur (ben bakarken kaçarsan bağırmak zorundayım ama dur, bekle ben arkamı döneyim, ayak seslerini duymazdan geleyim, sen de koş, git buradan kimseye söylemem).
İşte düzenle savaş asıl burada başlar, aykırı da olsan sindirilip söndürülsen de, bu düzenden çıkıp gitmeye cesaretin var mı? Güvenli evinde aykırılığına burun kıvıranlara baş kaldırarak yaşamak seni aykırı yapar mı? Yada alıp başını gittiğin düzen buradakinden farklı mı? Kendini taşıyabilecek kadar güçlü mü bacakların? O malum soru geliyor ‘gitmek mi kolay kalmak mı?’

1929’da Kaliforniya’da doğdu Ursula Krober Le Guin. Babası antropolog Alfred Kroeber, annesi yazar Theodora Covel Brown Kracaw Kroeber’dır. Massachusetts-Radcliffe College’ı bitirdikten sonra Columbia Üniversitesi’nde okudu. “Fransa’da Orta Çağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı” üzerine yüksek lisans yaptı. 1951’de tarihçi Charles A. Le Guin ile evlendi, üç çocukları oldu. Halen ABD’nin Oregon eyaletinde yaşıyor.
Bu klasik giriş bilgisini her yerde bulabilirsiniz fakat Le Guin’in kitapları her yerde görülebilecek şeyler anlatmaz. Benim kendisiyle 10 yıl önce tanışmam biraz geç olmasına karşın bilmeden biriktirmiş olduğumu fark etmem çok sevinmeme yol açmıştı. Yerdeniz Üçlemesi adı ile başlayan fakat 5. kitabına ulaşan seri fantastik edebiyatın önemli eserlerindendir. Baş kahraman Ged’in hikayesini çocukluğundan anlatmaya başlayan ilk kitap Yerdeniz Büyücüsü üçlemeye de adını verir, ikinci kitapta serinin sonuna kadar bizimle olacak kişi, dişi bir karakter olan Tenar ile tanışılır. Seri irili ufaklı binlerce adadan oluşan Yerdeniz’i ve onun kaderini etkileyen karakterleri, ejderhalar ve büyüler eşliğinde anlatan masalsı ama imgelem dolu bir dille başlar ve sanırım yazar ölünceye kadar (Allah korusun 🙂 ) devam edecektir. Fakat Le Guin’in ustalığı fantastik edebiyatla sınırlı değildir.

Mülksüzler bilimkurgu içerisinde komün yaşamın, ütopyanın, ahlaki kavramların ve cinsiyetler arası ilişkilerin tümünü sorgular ve içinde yaşadığınızı hissettirecek bir dille anlatır. Yazarın Türkçeye çevrilmiş diğer romanları ve tüm eserleri burada.