www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118
Sanat eserlerinde anlatılacak şeyden çok anlatım biçimi önemlidir. Çünkü biçim anlatılacak olan konuyu, felsefeyi, mesajı okuyucuya ulaştırmada en önemli vasıtadır.
Romancı eseri ortaya koyarken anlatmak istediklerini en etkili biçimde okura sunabilmek için bir takım anlatım tekniklerine başvurur. Bu teknikleri yalnızca yazarın bilmesi yeterli olmaz. Okurun da bundan haberdar olması gerekir ki yazarın ne yapmaya çalıştığını kavrayabilsin. Anlatım tekniklerini bilmeyen bir okur yeterince sağlam bir okuma elde edemez ya da çoğu zaman okuduğumu anlamıyorum hissiyle kafası karışır. Günümüz romanları eskiye oranla çok daha karmaşık bir yapı barındırır. Ancak anlatım teknikleri romandan çekip çıkarılacak olsak geride ya bir psikoloji ya bir sosyoloji ya da salt bir tarih kitabı kalırdı. Bu nedenle bilinç akımı tekniğinden başlayarak anlatım tekniklerine değinmek istedim. Bilinç akımı esasında psikoloji biliminin romana bir armağanıdır. Önceleri psikolojiye ait bir terim olup roman sanatının gelişimiyle yazıya intikal etmiştir.
Bilhassa insanı ve iç dünyasını ele alan eserlerde ya da psikolojik romanlarda insanı en doğal haliyle karşımıza çıkarmayı planlayan romancı bilinç akımı tekniğine sık sık başvurur. Peki, nedir bilinç akımı ya da bilinç akışı? Bilinç akımı roman kahramanının zihninden geçenlerin aralıksız, seri halde bir iç konuşma şeklinde okura verilmesidir. Bu teknik kahramanın kafasından geçenleri okurun adeta izlemesini sağlar. Hiçbir gramer kuralı sentaks, yapı vs. gözetmez. Yazar, bu tekniğin kullanıldığı yerlerde imla bile gerek duymadan hiçbir noktalama yapmadan akış buyunca ahengi bölmeden, kahramanın zihnini ortaya döker. Bu uygulamanın en kapsamlı ve ilk kabul edilebilecek örneğini Joyce’un Ulysses romanında kullanılmıştır. Yazar 45 sayfalık bir bölümde bilinç akışı tekniğini kullanırken hiçbir noktalamaya yer vermez. Çünkü zihnin imlası yoktur.
Bilinç akımı romanın niteliğini etkileyen en önemli tekniklerden biridir. Bu tekniğin kullanıldığı romanlarda psikolojik bir derinlik mutlaka vardır ve kahramanın ne yaptığından çok ne düşündüğü vurgulanır.
Bilinçaltından geçenlerin yazıya aktarılması özel bir dil kullanmayı gerektirir. Bu nedenle de çoğu zaman kendi kendimize ne denmek istiyor? Gibi sorular sormamız kaçınılmazdır. Ancak eline bir kâğıt ve kalem alan okur sadece zihninden geçenleri, üzerinde durup düşünmeden yazıya dökecek olursa yazarın yaptığına yakın bir deneyim elde etmiş olacaktır.
Bilinç akımının psikolojik bir boyutu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle zihinden anlık geçen düşünceler ya da kelimeler çoğu zaman bir imaj ya da sembolün ardına saklanmış olarak da ortaya çıkar. Bu semboller ise romanda daha evvelden anlatılmış bazı konuların zihinde yeni bir şekle bürünmesinden başka bir şey değildir.
Dünya ve Türk edebiyatında sıkça kullanılan bu teknik özellikle post-modern romanda daha dikkat çekici bir boyuta ulaşır. Tolstoy-T. Mann-Proust-Faulkner-Joyce-V. Woolf gibi romancılarda en fazla kullanılan tekniklerden biri olmuştur. Türk edebiyatında ise Oğuz Atay- Tutunamayanlar, Peyami Safa- Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Adalet Ağaoğlu- Romantik Bir Viyana Yazı örnek verilebilir.
Konunun daha anlaşılır olması bakımından Romantik Viyana Yazı’ndan kısa bir bilinç akımı paylaşalım:
“…E peki küvet boş mu temiz mi ip orada mı yoksa başka yere gitti mi lafa bak uçak kaçtı olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri hani ne oldu komşu havaalanındaydı hani ben sana söyledim bunlar çekmez yolun altında silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alması gerekecekmiş Bülent’in plak sabun paralarını da çaldırdım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş ver bir duş alırım sonra…”